Tüm bu olanlar, hükümet eliyle yeniden işlevlendirme girişimine karşı direnen halkın, mekânı kendi eliyle yeniden işlevlendirme hikayesini anlatıyor.
Her şey Gezi Parkı’nın yeniden işlevlendirilme projesiyle başladı. İstanbul halkının önemli nefes alma noktalarından biri olan Park, AVM’ye dönüştürülmek isteniyordu. Bu halkın alanı kullanma biçiminin kökünden değişmesi demekti. Dolayısıyla sadece mekânın değil, anıların ve belleğin de değişmesi, silinmesi anlamına geliyordu. Böylelikle, “doğa adına”, “doğal” bir direniş başladı. Park farklı bir biçimde, kendiliğinden ve el birliğiyle, fakat bu sefer “halkın iradesiyle” yeniden işlevlendirildi: Gezi Parkı doğayı korumak için direnenlerin mekânı olmanın da ötesinde, artık tüm halkın direniş ve özgürlük sembolü haline geldi. Parkın bu yeni sembolik işlevi, halkın özgür iradesiyle ortaya çıktığı için de bu sefer kalıcı olacak gibi.
Ancak Gezi Parkı direnişiyle birlikte pek çok şey değişti ve değişmeye devam ediyor. Hayata ve kendimize olduğu kadar, “benzer”e ve “öteki”ne olan bakışımız da yeniden biçimlendi. Görüşü ve düşüncesi ne olursa olsun, herkes ülkeye, devlete, halka ve toplu hareketlere daha farklı bakıyor, farklı şeyler bekliyor ve anlıyor; onları beklentileri ve hayalleri doğrultusunda farklı farklı olsa da yeniden işlevlendiriyor.
Hayata dair bu yeniden işlevlendirme süreci, diğer kent mekânlarına da yansıdı elbette. Gezi Parkı’nın ardından, farklı niteliklerdeki pek çok mekân da direniş süresince anlık ve kendiliğinden yeniden işlevlendirildi, devrim adına evrildi. Kent kavramına eklenen yeni işlev, bir bakıma sosyal medyanın yeni “ekran”ı olma niteliğini de taşıyor. Bilgisayar ekranından takip ettiğimiz düşünceler, artık kente yansıyıp mekânla birleşiyor, kent mekânının önemli bileşenleri haline geliyor. Üstelik tüm bunlar büyük bir yaratıcılıkla, el birliğiyle, ortak akılla ve kendiliğinden üretiliyor, bir tür anonim ve spontane sanata dönüşüyor. Değişen düşüncelerle ve direnişle gelişen bu kent-mekân sanatının, hayat değiştikçe değişmesi, yenilenmesi ve dolayısıyla geçici ama yeniden üretilebilir karakteri, mekânları olduğu kadar kullanıcılarının düşüncelerini de yeniliyor. Eski mekânlar değiştirildikçe yenilenen düşünceler kalıcılaşıyor.
İzmir’de yaşadığım için, kendi kentimdeki direniş, değişim ve yeniden işlevlendirme sürecini daha rahat takip edebildim. Şimdi Kıbrıs Şehitleri, Kordon ve Gündoğdu’ya gitmek farklı anlamlar/işlevler taşıyor. Yıllardır kent halkını birbirine buluşturan “Sevinç Pastanesi’nin önü”ne rakip olabilecek yeni buluşma mekânlarımız var artık. Örneğin direniş sembollerinden biri haline gelen “üzerine biber gazı sıkılan kırmızı giysili kadın,” Kıbrıs Şehitleri’nde zemine işlenmiş Klimt-vari bir sanat eseri gibi. Adımların etkisiyle günden güne yıpransa bile, uzun bir süre halk için yeni buluşma mekânı ve kent için yeni bir referans noktası olmaya aday: Uzun caddede bulmak kolay, tarif etmek kolay, akılda tutmak kolay.
Kıbrıs Şehitleri, İsmail Sivri Heykeli önü – Öncesi: Geçiş mekânı; Sonrası: Sanat ve sosyal paylaşım zemini, kentin yeni referans/buluşma noktası
Hâl böyleyken Sevinç Pastanesi de, direnişin ilk günlerinde dışarıdaki masalarını tek sıraya indirerek, halkın, sloganların, kitapların ve sanatçıların serbest hareketine yer açmıştı. Daha sonra masalar eski dizilimine döndürülmüş olsa bile, bu noktaya geldiğinizde ilk gördüğünüz şey artık onlar değil. Zemindeki sloganlar; bunların hemen üzerine kurulan kitaplarıyla ve halkın düşüncelerini yazıp astığı “ekran”ıyla direniş kütüphanesi; ve gündemdeki ideolojiler ile doğa ilişkisine göndermeler yapan sokak sanatçılarının aktif ve pasif gösterilerinden oluşan yaratıcı oyunlar, “Sevinç’in önü” olarak tariflenen kent mekânın yeni bileşenleri.
Sevinç’in önü – Öncesi: Buluşma mekânı; Sonrası: Buluşma mekânı + sosyal paylaşım zemini ve ekranı, sanat-gösteri platformu
Yine eskiden gastronomik işlev taşıyan bazı firmaların, bazı bankaların ve mağazaların, kentin önemli caddelerinde yer alan dükkânları ve şubeleri, direniş ile birlikte, bugün yeniden işlevlendirilmiş durumda. Bazıları “direnişe direndiği” için kepenk indirdi, bazılarıysa “aynı sebepten”—cephelerindeki yeni kolaja rağmen—hizmet vermeye devam ediyor. Kepenk indiren mekânlar, artık bir hacim değil yüzeyden ibaret: Kepenklerin üzeri Gezi Parkı direnişine destek verme amaçlı çok sayıda sloganla doldurulmuş. İçlerinde graffiti sanatının parlak örneklerini görmek bile mümkün. Daha önce yeme-içme, alış-veriş ya da parasal işlevleri barındıran bu mekânlar, halkın kolektif düşüncelerini okuyabildiğimiz slogan-yüzeylere, bir çeşit “sosyal paylaşım ekranı”na dönüşmüş durumdalar. Nitekim benzerlerine Facebook ve Twitter’da da rastlanabiliyor. Hatta bu yüzey-mekânlardan bazıları tekrar tekrar-işlevlendirildi ve kağıtlara yazılıp asılan mesajlarla dolu “dilek ağaçları” haline geldi. Yeni ve sürekli yenilenen işlevleriyle bu mekânlar, düşüncelerin dinamizmiyle şekillenen ve değişen zamanı üzerinden okuyabildiğimiz, çok boyutlu karakterlerine büründüler.
Ali Çetinkaya Bulvarı – Öncesi: Gastronomik mekânlar; Banka; Alış-veriş mağazaları; Sonrası: Banka + Alış-veriş mağazaları + sosyal paylaşım ekranları, kitap kiralama noktası
Mesela Kordon’un çimli zemini, direnişçilerin çadır kurup yatabildikleri de bir mekân artık. Geceleri konser ve danslarla—son günlerde—direniş devam ediyor. Aralarında kendilerine alt mekânlar tanımlayıp, daha küçük çaplı konser veren gruplar da var. Meşaleler yakılıyor, barış için dilek fenerleri uçuruluyor. Hatta bir ağaç da dikildi Kordon’da, direnişin ilk hedeflerine uygun biçimde. Dolayısıyla, Kordon rekreasyon alanı, Gündoğdu Meydanı da toplanma mekânı işlevlerini esasen temelde sürdürmüş oluyor. Üzerine sadece direnişten yola çıkan barış teması ekleniyor; ana mekân alt mekânlara ayrılıp yeni alt-işlevler tanımlanıyor.
Kordon – Öncesi: Rekreasyon alanı; Sonrası: Rekreasyon alanı + direniş, yürüyüş, kutlama, konser, dans, ve uyuma mekânı
Kordon – Barış ağacı
Tüm bu olanlar, hükümet eliyle yeniden işlevlendirme girişimine karşı direnen halkın, mekânı kendi eliyle yeniden işlevlendirme hikayesini anlatıyor. Halk belleğini, alışkanlıklarını ve yaşam tarzını değiştirecek mekânsal dönüşüm projelerine direniyor. Bir dönüşüm olacaksa bunu ancak ben yapabilirim, çünkü orada yaşayacak olan benim diyor. Eğer ben yaparsam, bellek yitimi de olmaz, çünkü bu zaten olması gerekendir diyor. Kent mekânına yeni eklemlenen işlevler, bir tür “patika oluşumu” gibi işliyor: İhtiyaç doğrultusunda kendiliğinden ve plansız olarak belirmiş, anonim, ortak aklın yarattığı bir kestirme niteliğinde. Derdini bir çırpıda söylüyor; geçici ve değişken olsa bile yeniden üretilebiliyor.
Bu noktada “mimar”lar için de çok temel bir geri besleme ortaya çıkıyor: Yapılan her proje halk tarafından benimsenmeyebilir, kullanılmayabilir. Ama “illa ben bunu yapacağım” derseniz de, hayat projenizi ilerleyen dönemlerde yeniden işlevlendirebilir. Siz modern ve sağlıklı bir konut tasarladığınızı iddia etseniz bile, kullanıcının yaşam tarzı ve alışkanlıklarını değiştirmek konusunda, bireysel düşüncelerinize güvenip, ters-köşe ve kabullenilmesi zor adımlar atarsanız, doğal olarak hayat projenizi dönüştürecektir. Le Corbusier’nin de, Bordeaux İşçi Konutları (1925) projesinde, kullanıcının zaman içindeki önemli mekânsal müdahalelerini görüp söylediği gibi, süreç ideolojinize baskın gelecektir: “Haklı olan mimar değil, hayattır.”*
* “Vous savez, c’est la vie qui a raison, l’architecte qui a tort”: Philippe Boudon, Lived-In Architecture: Pessac Revisited (Cambridge, Mass.: MIT Press Classics, 1972), künyeli kaynaktan alıntı. Le Corbusier’nin bu sözü, bilindiği gibi, genellikle olumsuz eleştiriler almış, vermek istediği mesaj zaman zaman yanlış yorumlanabilmiştir. Mesele kişisel düşüncelerimizi başkalarının yaşamına, inat edercesine empoze etmeye çalışmak ve onların bunu koşulsuzca ve sorgulamadan kabul etmelerini beklemekteki yanlışlıktır. Projenin hiçbir zaman bitemeyişi ve sürekli kendini yenileyişi, aslında “zaman”ın da bir diğer mimar olduğunu bizlere gösterir. Önemli olan bunu hesap ederek, muhatabına uygun esnek tasarımlar yapabilmek, esnek düşünebilmektir. Aksi halde hayat, “muhatap” ile “hatip”in rollerini doğal bir yeniden işlevlendirmeyle değiştirebilir.