"New World Order" yüzyılının asitli dönüşüm yağmurları altında ‘Kültürel Şizofreni’ nöbetleri geçirirken…
Bugün çocuklar bile Simcity, Civilization, Prince of Persia, Tycoon City ve benzeri oyunlarla oturduğu yerden ülkeler fethederek, şehirler kurarak, kentsel dönüşüm ve gayrimenkul yatırım pratikleri yaparak kişisel gelişimini renklendirir halde.
Civilization ve Tycoon City oyunlarından kareler
Gezegenin ahir zamanında ise, dünya ölçeğinde süre giden kentsel ve sosyokültürel dönüşümlerin, ‘Küresel Birlik’ öngören bir toplum mühendisliği projesinin aşamaları olduğu malum. Artık çok daha belirgin bir şekilde sermaye baronlarının, teknokratların ve bunların etrafında kadrolaşan aydınlanmış yönetim teşkilatları, anonim ve limited toplulukların, otokratik bürokratların tekeline geçen gezegen işletmeciliği, az gelişmiş toplumların gelişme konusundaki iştah ve aceleciliğini fırsat bilerek inşa ettiği yeni düzenin bütünleşik etkilerini özellikle şehircilik ve mimarlık alanlarında sergilemekte.
Cityscape 2011
Küresel > Bölgesel > Yerel hiyerarşisinde kadrolaşan ve dünyayı tek bir kültür çatısı altında toplamaya kararlı olan oyun kurucular, yıllardır birçok ülkenin ve kentin gelişimine, toplumların dönüşümüne iktidar oldu. Türlü politikalarla seyrine doyulmayan gündemler icat ederek nice şehirleri yıktılar, nice yenilerini kurdular, birçoğuna demokrasi getirip kültürlerine el koydular, geçmişin izlerini formatlayıp yeni sürümler yüklediler. Ahir dönemin yenidünya şehirleri de, Amerikan Sineması ile yıllardır aşina edildiğimiz suretlerine ve sentetik kültürlerine kavuşturuldu. Dikey yapı kümeleri, alıştıra alıştıra tüm dünya kentlerine bir üniforma gibi giydirildi.
Toplum Mühendisliği’nde son perde: Kentsel Dönüşüm
Programlı bir ekip tarafından, finansal destek, tam koruma, iletişim, medya, müzik, sinema, mimarlık ve ilgili diğer kanallar yardımı ile gerçekleştirilen ‘Toplum Mühendisliği’; toplumların sosyal dokusunda, tarihten gelen yapısında değişiklik yapmak, tepkilerini, nefretlerini, isteklerini, sevgilerini, tutkularını ve kitlesel şekilde ifade ettiği duygularını yönlendirebilmek ve kontrol altında tutabilmek adına çok yol kat etti.
“Özgür dünya” ütopyası, serbest piyasa ekonomisi, alışveriş kültürü, reklamlarla özendirme, kredi ile borçlandırma furyası ve modern dünya söylemleri, iletişim teknolojileri ve kitlesel kontrol yöntemleriyle dünyaya ve ülke halklarına nakşedildi. Demokrasi adına özellikle orta doğuda kurulan kanlı canlı yenidünya şantiyelerini, hafriyat ve saha imalat sürecini tüm dünya naklen izleme fırsatı buldu.
Türkiye Devletinin dış politikalarındaki çoğu ‘devlet sırrı’ uzlaşı ve anlaşmalar sonunda, yenidünya düzeninde hak ettiği yeri alacağı belirtilen Türkiye; toryum uranyum bor kontoryum volfram altın petrol vs. gömülü işletilmeyen bir ulusal serveti dururken, yabancı kaynaklara artan bağımlılığı ile şu anda dünyanın en hızlı değişen ve dönüşen ülkelerin başında. Yenidünya’nın Kurtlar Vadisi’nde ancak, şartlara uyum sağlayanlar ve bütünleşik dünya sistemine dönüşüm sürecini programlandığı şekilde yönetebilenler ayakta kalabiliyor.
TÜİK’in açıkladığı “2007 yılında Yabancı Kontrollü Girişim İstatistikleri”nde bankalar ile mali aracı kuruluşlar kapsam dışı tutularak açıklanmadı. 2005’te Türk özel sektörünün borcu 27 milyar dolar iken 2007’de, bu borç 142 milyar dolara yükseldi. Türk bankacılık sisteminde 2004 yılında yabancıların payı % 3 iken 2010 yılında % 42 oldu. Banka sektörünün yanı sıra; bugün Türkiye’nin sigorta, bilişim, iletişim, akaryakıt, otomotiv, borsa, medya, gıda, milli savunma, limanlar, madenler, okullar, hastaneler, ulusal imalat sanayileri ve ilişkili ulusal mülkiyetlerinin neredeyse tamamı yabancı sermaye kontrolüne veya ipoteği altında geçiyor. Kamu arazilerinin, spor alanlarının, yeşil alanların, deprem toplanma arazilerinin birçoğu yasal tadilatlar ile imara açılarak el değiştiriyor. Daha düne kadar görmezden gelinen, çürütülen, yok edilen tarihi yapılar bugün küresel sermaye için çok süratli bir şekilde dekor olarak yenileniyor.
İstanbul’un dış ve iç emlak piyasasında para eden her türlü tarihi gayrimenkulün satışları devam ediyor. Artık müzayede ile açık arttırma satışlar başladı. (http://www.eskidji.com/RealEstate.aspx) Almanlar ve İtalyanlar Kuştepe’ye sahip çıkıyor. Araplar Şişli bölgesindeki kentsel dönüşüm projelerinin arkasında. Sarıyer bölgesiyle İsrailliler, Silivri ile Fransızlar ilgileniyor. Beyoğlu’nda binlerce tarihi bina özel şirketler tarafından otel ve alışveriş merkezi haline getirilirken maliyet bütçeleri milyar dolarlarla telaffuz ediliyor.
”Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” veya ”Vatandaş Başkan” söylemleri bir yana, dünya halkları istediği kadar muhalefet etsin veya sistem karşıtı isyankâr protesto gösterileri düzenlesin; ‘Yenidünya Düzeni’nde dünya bankerleri ve teknokratların ulus üstü egemenliği, devletleri ve halkları banka hesaplarına kafesleyerek, medya ile hipnotize ederek, politik Ali Cengiz oyunlarıyla etkisizleştirdi. Gezegen İşletmecileri; borçlandırdığı toplumlardan öte bizzat devletlerden alacağı kredi borçlarını; ulusal sermayeler, kamusal alanlar, kamu işletmeleri, kamu binaları şeklinde tahsil etmek ayrıcalığına ulaştı. Eğitim öğrenim sağlık dahi milyarlarca dolarlık pazar hacmi olan sektörler olarak işlem görüyor. Sermaye hegemonyası artık çok daha görünür ve bilinir bir şekilde Türkiye üzerinden Ortadoğu harekâtına odaklandı.
Ulus devlet kavramı silinerek yerini vizelerin kalktığı, sınırların kaldırıldığı, istihbaratların paylaşıldığı, barış gücü orduların birleştiği küresel dünya birliği ve bölgesel eyaletlerine bırakıyor. Bu kutsal ittifak dâhilindeki Türkiye, dünya toplumları tarafından sömürgeci devletler olarak bilinen yabancı ortaklarıyla arasındaki ‘kazan-kazan’ anlayışı sonucunda payına düşen Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya ve Kuzey Afrika bölgelerinin örnek ağabeyi sıfatıyla yenidünya’nın Ortadoğu merkez üssü oldu, konseydeki nüfusunu arttırdı, derecesini yükseltti. İzlenme rekorları kıran Kanuni Sultan’ın ‘Muhteşem Yüzyıl’ dizisi en makul bir dönemde hayran kitlesiyle buluştu.
Zamanla kişiler değişse de oynanan roller hep aynı. ”Bana bir ülkenin parasının kontrolünü verin, yasaları kimin yaptığı umurumda değil.” diyen Baron M.A. Rothshild’in izinden koşan bankerler heyeti, bugün yanlarına Ortadoğu ve körfez sermayesini de katarak nüfuzu altındaki birçok dev şirketler ile birlikte dünya siyaseti üzerinde oldukça etkinleşti. Amerika, İngiltere ve İtalya’da devletten bağımsız özel mülkiyet olarak kurulan Merkez Bankaları’nın az sayıdaki hissedar baronlarının dünya ekonomisini de kontrolü altında tuttuğu gerçeği birçok belgesel film ve kitaplara da konu oldu.
Asimilasyon politikalarının ilk ayağı olarak da değerlendirilen ‘Yumuşak Güç’ yöntemi bugün Türkiye’de finans sektörü tarafından yüksek sesle zikredilmekte. Gelişmiş ülkelerin yumuşak gücünde kalkınma yardımı kuruluşlarının önemli bir rolü var. Türkiye’de kendilerine sağlanan devlet güvencesi yanında, ‘koruma amaçlı’ imar ve tadilat planları sonrasında ülke topraklarında gayrimenkul ve yapı sektörüne de girişen çok uluslu sermaye; yerel toplumu umursamaması nedeniyle veya sadece yabancılığından olsa gerek, dokunduğu her yeri de yabancılaştırdı.
Yeni Dünya Düzeni; İstanbul’un kent dokusunu, mistik sinerjisini, şehir siluetlerini, yeşil alanlarını, sosyokültürel yapısını süratle yok etmekle kalmadı, İngilizce tabelalar, sloganlar ve yabancı isimli tüketim ürünleri ile donattığı kentin Ulusal Dilini ve Edebiyatını da her alanda tarihe gömdü. Yerli halkına yabancılaşan İstanbul’da Türkçe tabela görmek bir ayrıcalık haline geldi.
Gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergelerinden olan yapılı çevre ve onu oluşturan mimarlık eserlerinin, bir amacın araçlarından birisi olarak kullanıldığı aşikâr. Ancak yeni yapısal oluşumların yabancı bir bağlamdan gelmeleri, ülkenin veya halkın kültür mozaiği ile bağdaşmaz olmalarından ötürü, toplumsal psikolojide ağır sömürgeci bir hareketle eş değer duruş sergiledi. Yeni mimari kültür; Sosyokültürel Asimilasyon’un izleri olarak şehrin her yerine kazındı. Yenidünya Düzeni’nin hür ve kabul edilmiş bölgesel merkezi İstanbul’a biçilen mimari üniforma, böylesine çarpık bir gelişigüzellik olarak alelacele giydirildi. Tarihi şaheser yapılar 2.el pazarında kelepir fiyata satılan dekorlar olarak yenilendi.
Osmanlı torunları olarak ‘daha dünkü çocuk’ gözüyle baktığımız Amerikan şehirciliği bile sadece belli bir bölgede, belirli bir nizam ve üslup birliği içinde yükseldi, yenilendi. Yapılacak binalarını yarışmalar sonucunda seçti ve dönemine ait mimari sanat eserleri inşa etti. Dünya Kültür Başkenti denen İstanbul’da ise, şehrin her bir yanında yükseklik yarışına girmiş yabani ucubeler gibi fışkıran, kentsel altyapıdan yoksun kazulet yapılaşmalar bilgisayar oyunlarındaki kadar kolayca dikiliverdi.
Bireylerin diğerleriyle bütünleşmesi kadar, onlardan farklılaşması da sosyal bir olgu, insani bir haktır. Sadece devletin değil, insanların da kendi değerlerine sahip çıkmaması sonucu, İslam modernliğini savunan bir toplum olarak Türkiye’de, bireysel ve kültürel bir şizofreninin yaşandığını kabul etmek gerekir. Bu şizofreni modern görünümlü, ama kafası dogmalarla dolu bir insan, ya da modern kurumlar ve yapılarla içinde geleneksel değerlerin kök salmaya çalıştığı bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Her yanımızı kuşatan çakma İngiliz isimli, karma-karışık fonksiyonlu yenidünya yapıları; kentin içinde çatışan varoluş tarzlarının, ayrı tarihsel deneylerin üst üste binmiş gölgeleri olarak tepemize çökmekte. Kültürleşme sürecini ve kültür şokunu yaşayanlar, zamanla bulundukları yerdeki değişen ve dönüşen yaşam tarzına uyum sağlayamayıp en az iki kültür arasında sıkışarak yaşamaya başladı.
İstanbul, tarihi boyunca defalarca yıkıldı, defalarca yeniden yapılarla donatıldı. Lakin böylesine alelacele, apar topar, emri vaki düzenlenen eş zamanlı imar operasyonları, küresel sermaye baskınları ve yapısal şiddet içeren bir Sosyokültürel Soykırım tarihi bir istisna olsa gerek.
Toplumsal kökleri tahliye ederek, farklılaşmaları ortadan kaldırarak dünyayı kolay yönetilebilir bir standarda sadeleştiren yenidünya düzeni donanımları, tüm dünya kentlerinde incittikleri kitlelerin sosyal patlaması ile karşı karşıya.
Lakin dünya halkları patlasa ne olur patlamasa ne olur…
2 yorum
Patlasa çok güzel olur ama nasıl ve ne şekilde!?
bir şehrin 50 sene önceki hali ile bugünkü halini yan yana koyup aradaki farka “kentsel dönüşüm” demek doğru mudur?