Doğamızdaki sosyal yaşantı modeli yöneticilerin varlığına ve güçlenmesine elverişlidir. Yön’ den türer. Yön verir. Yönlendirir. Haddimize değil ama bu ilişkiyi mimarlığımıza uyarlayalım ve biraz sorgulayalım. Ben Platon olayım sizler de birer Sokrates.
Birlikte ve koordineli yapılan faaliyetlerde, harcanan birim miktara karşılık gelen faydanın, tekillerin toplamlarından fazla olduğunu keşfettiğinde toplumları ve sınıfları üretmiştir insanoğlu. Farklı faaliyetlerin birleştirilerek bütünü oluşturması elde edilen gücü katlamış, koordinasyondaki başarı katlanan miktarı önemli ölçüde etkilemiştir. Tabiat sayısız örnekleriyle doludur. Yönetimin sırrı ile keşfetmiş, geliştirmiş, tabiatı bile şimdilik yenmiştir.
Demokrasilerinin sona erdiği bir dönemde Platon (Eflatun) ve Sokrates, “Devlet” kitabında M.Ö. 4.yy da epeyce tartışmış, denilene göre yeryüzünde oluşan ve yazılı metine kavuşan her yönetim modeli bu kitaptan nasibini almıştır. İşin özü, yönetenler ve yönetilenler arasındaki ilişkidir. Doğrusu da sorgulanarak bulunur. İlişki sağlıklı olduğunda topluluklar şaha kalkmış, tersi hallerde felaketlerle sonuçlanmıştır. Kimi zaman bir kişi dünyayı değiştirmiş, kimi zaman tüm dünya bir kişiyi değiştirememiştir. Tarih sayısız olumlu başarılı veya olumsuz başarılı yönetim hikâyeleriyle doludur.
İnsan doğasındaki sosyal yaşantı modeli yöneticilerin varlığına ve güçlenmesine elverişlidir. Yönden türer. Yön verir. Yönlendirir. Haddimize değil ama bu ilişkiyi mimarlığımıza uyarlayalım ve biraz sorgulayalım. Ben Platon olayım sizler de birer Sokrates.
Hayal kuralım önce.
Bilinmeyen zamanda, İzmirli 5.000 mimar ülkenin geriye kalan 40.000 mimarıyla uzlaşmışız ve birlikten kuvvet doğar şiarıyla kurmuşuz Oda’mızı. Topluma benimsetmek için didinmişiz, anayasanın parçası haline getirmişiz. Çok önemliyiz. Kalabalık olduğumuzdan ağ biçiminde teşkilat modeli üretmişiz. Her şey çok güzel olacak. Şubelerin başına kurullar, kurulların başına liderler, liderlerin başına da genel liderler seçmişiz. Hesap soruyor, sormadan cevaplar alıyoruz, geliştikçe gelişiyoruz. Başka topluluklar gıpta ile bakıyor, bir türlü başarılarımızın sırrını anlayamıyorlar. İşte bu sırrı sorgulayalım biraz. Sırrımız da yöneticilerimiz olsun.
Yöneticimiz, seçildiği amaçlarda uzlaşmacı ve başarılı ve “gerçekten şeffaf” olduğundan topluluk çok beğenmektedir. Yöneticiyi seçenler başarılıdır bir kere. Her bir üye en az yönetici kadar yetenekli, yönetici tüm üyelerin toplamından daha ahlaklı ve yeteneklidir. Ortalık başarı paradokslarıyla doludur.
Mimarlar mesleğe atılır atılmaz, harika kentler üretmektedir; çünkü yöneticimiz eğitim sistemini her geçen gün daha da mükemmelleştirmektedir. Üniversiteler de başlamaktadır niteliği arttırmaya. Nicelik de artmıştır. Herkese yetecek kadar büyüktür pasta. Bürolar işlerinin çokluğuna yetişemediğinden kapışmaktadır yeni mezun meslektaşlarını. Mezuniyete giden yolda hocalarını kıskandırmaktadır öğrencilerimiz.
Eş yönetici devrededir. Kamu, özel sektörden beyin gücünü kapabilmek için her gün eş yöneticiden destek istemekte, mimar personelinin şartlarını arşa taşımaktadır. Ayrı odalar tahsis etmekte, daha az saat çalıştırmakta, çocuklarıyla ilgilenmelerine ve iyi bireyler yetiştirmelerine destek olmaktadır. Sonuçta minikler kendi geleceğidir. Uzayda yaşam tasarlamayı boş verin, dünyayı o kadar güzel yapmışlardır ki uzaylılar için dünyada mekan tasarlamaktadırlar. Evrende parmakla gösterilen bir gezegen olmuştur dünyamız, uzay turizmi de patlamıştır haliyle. Yapı tasarımında ve üretiminde kamu o kadar ilerlemiştir ki yönetmelikler kaldırılmış, fevkalade ahlaklı olan serbest büroların inisiyatifine bırakılmıştır emsal hesapları. %20-30 falan kalmamıştır. Her şey %100 dür. Balkonlar hiç sayılmamaktadır. Binaların üzerindeki hava boşluğunu otopark göstermek serbesttir.
Yaşamın, neye ne kadar nasıl ihtiyacı olduğunu, tasarlayan bir mimardan daha iyi kim bilebilir. Ne de olsa koordinasyonunu mimar yönetim kurulu üyesi yapmaktadır. Komisyonları, çalışma gruplarıyla gösterdiği ilgisinden bıkmıştır artık serbest mimarımız. Her şeyin de bu kadar iyi olması gerçekten gerekli değildir. Aldığı mükemmel eğitimi, yanında çalıştığı büyük ağabeylerinden izlediği tecrübeyle harmanlamış, müthiş okullardan gelen personelle yakaladığı ahengi tüm insanlığın yararına dökmüş serbest mimarlık bürosu sahibimizdir sıradaki yıldızımız. Yarışma birincileri seçilemediğinden artık eşdeğer ödül zorunlu hale gelmiştir. Mansiyonlar, satın almalar kaldırılmıştır. Bürolar ihalelere girmemekte, yapılabilecek iş miktarını ölçebilen kamu sistemi kendiliğinden işi dağıtmaktadır. Mimarlık tıbbın önüne geçmiştir. Sağlıklı mekanlar sayesinde hastalıklar bitirilmiştir.
Yönetim kurulumuz yatırımdan sorumlu üyenin artık işlevsizliğini gündeme getirmektedir. Bir üye bir üyedir, masraf olmasındır. İnsanlık yatırım yapmayı bırakmıştır. Yatırım yapacak bir şey de kalmamıştır zaten. Gerek yoktur. Tüm insanlığın 2 milyar yıl daha ihtiyacı olan enerji üretilmiştir ve zaten mevcut dünya güneş döngüsüyle yaşamakta enerji tüketmemektedir. Hepsi süper akıllı yaratıcı mimarlar sayesindedir. Robotlar besin üretmekte, orijinal ve yeni türler üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Dünyada bitkilerin yaşam hakkı tartışılmakta, veganlara cani gözüyle bakılmaktadır. Hapla beslenmeyi neden istemediklerini kimse anlayamamaktadır.
Ne tatlı değil mi?
Bugüne bakıldığında ise tam tersine kimse hayatından memnun değildir. Hocalarımız öğrencilerinin boşluğundan dem vurmakta, öğrenciler okullarda hayal peşinde sürüklendiğini düşünmekte, mimarlığı bilinçsizce seçmekte, okuluna başladığı günden itibaren karamsarlaşmaktadır. Serbest çalışan bürolar geçim sıkıntıları yaşamakta, kapanmaktadır. Kamuda çalışan mimarlar yaratıcılıklarını kaybetmekte, mobbing ve siyasi baskılarla boğuşmaktadırlar. Ücretli çalışan mimarların büyük çoğunluğu kelimenin gerçek anlamıyla sömürülmektedir. Yaşını almış “abla/ağabey” mimarlarımız şikayetler etmektedir. Mimarlık hizmeti alan kişiler kalitesizlikten yakınmaktadır. Ülkemiz her geçen gün çirkin ve işlevini yapmayan binalar çöplüğüne dönüşmektedir.
Sıklıkla mevzuat değişmekte, aynı sınıftan mezun aynı işlerle uğraşan iki mimar mevzuat yorumunda anlaşamamaktadır. Kamuya projesini onaylatmak binayı imal etmekten daha uzun sürmektedir. Kamu ihale kanunu sürekli değişmektedir. Proje yarışmaları sürekli tartışmalarla gündeme gelmektedir. Ülke yöneticileri mimarlar odasına topyekûn mesafeli durmaktadır.
Mimarlar odası ise; ülkenin ekonomisinden, yapılaşmasından, rantlaşmasından, mimarından, mühendisinden, kısaca her şeyinden şikayet etmektedir.
Peki nasıl düzelteceğiz? Daha önemlisi düzeltmek istiyor muyuz?
Hükümetlerle ilgili sorunlar siyasi partilerin işidir. Kendi durumumuzu anlamak içinse yakın geçmişe doğru gitmeliyiz, sonra çözümleri konuşabileceğiz. 1980 darbesinden sonra tüm kurumların aşındığı aşikar. 1980 darbesiyle hesaplaşma (veya hesaplaşma adı altında devlet gücünün odak değişimi) süreci de ülkemizde mevcut iktidarın 2000’li yılların başında güçlenmeye başlamasıyla alevlenmiştir. Mevcut iktidarın Oda’mızla olan münasebetleri ilgi alanımızda olmakla beraber diğer faaliyetlerinin doğruluğu ve/veya yanlışlığı yazımızın konusu değildir.
Devlet erkinin kullanım biçimi derhal Oda’mızın kapsama alanına girmiş, tepkiler hızlanmış, diyalog veya uzlaşı çözümleri aramaktansa saldırı yöntemi tercih edilmiştir. Zamanında solcu yuvası gibi algılanan (ben hiç de solcu olduklarını düşünmüyorum) Oda’mızın kavgaya girişmesi iktidar güçleri tarafından çok güzel karşılanmış, Oda’mızın toplumun bir kesiminin ilgi ve etki alanından uzaklaştırılmasının zemini oluşmuştur. 80 darbesinden sonra ülkenin iliklerine yerleştirilen statükocu zihniyetin en güçlü tezahür ettiği mecralardan birisi Mimarlar Odası idi maalesef. Kim ne derse desin Oda’mızın büyük bölümü ana muhalefet partisinin mimarlar kolu gibi davranmakta idi. Halen aynı tavır sürmektedir fakat artık kaybettiği kesinleşmiştir. Çelişkili, bilgiç, üsttenci ve ötekileştirici.
Ta ki iktidar muslukları kısıncaya dek. Mesleki denetim gelirlerinin kaldırılması kanımca ülkemiz mimarlığı için yapılan en hayırlı iştir. Serbest büro sahiplerini odamızın gaddarlığından kurtarmıştır. O güne kadar çiğneyerek geçen merkezimiz için üyeleri bir anda badem gözlü olmuştur. Konuyu dağıtmayayım,
Soru şudur: Oda yöneticilerimiz kötüye giden şartlarda nasıl oluyor da defalarca seçilmektedir. Sonuçta yasal ve meşru seçimler yapılmaktadır. Nasıl?
Senaryoları çok severim:
1- Yukarıdaki hayalde anlatıldığı gibi süper yöneticilerimiz vardır ve meslektaşlarımız onlar olmadan yapamıyordur.
2- Yönetimlerimiz demokratik, gerçekten şeffaf, katılımcı ve çok seslidir. Harika değildir ama daha iyileri de yoktur. Örneğin mali raporları seçimden bir ay önce yayınlamaktadır. Ekine de makbuzlarını koymaktadır.
Üstteki senaryolar gerçek olsaydı şikayetler olmamalı, meslek pratiği iyiye gitmeliydi. Öyle olmadığına göre son olasılığı konuşmalıyız.
Odalarımız iyi yönetiliyormuş gibi ambalajlanmakta, daima başkaları suçlanmakta, üyeler çeşitli yöntemlerle bir arada tutularak sorgulamanın önü kesilmektedir.
Nasıl olur?
Cevap basittir: siyasetle olur.
Peki siyaset nasıl işler?
1- Öncelikle çağdaş demokratik yönetimlerde dönem sınırı olur. Gelen gitmesini bilir, yoksa gönderilir. Mevcut yönetimlerimiz zinhar bu tartışmanın önünü kesmektedir.
2- Sabit kadrolar önemli kararları vermektedir. Daima maaşlı kilit eleman olurlar. Tecrübelidirler. Diğer üyeler dolgu malzemesidir, imzacıdır. Hesaplanamayan itirazlar türediğinde ihracın bir yolu bulunur.
3- Muhalifler seviyesizlik, düzeysizlik, üslupsuzlukla suçlanır. Gündem olamaması ve duyulmaması için devamlı ayıplanırlar. Tersine, yönetenler daima aba altından sopa sallar. Gizlice dedikodular yayar, karalar. Muhalifler için ayıplanan onlar için ulvidir.
4- Eskiden gözlemlemediğim ama mevcut hükümetlerle odamıza da sıçrayan son alışkanlık ise icraatların göze sokulması, başa kakılmasıdır. Tavırlardaki benzerlik de bizi şaşırtmasın. Tecrübeleri yarışacak seviyede nasılsa.
5- Odamız otokratik seviyede merkeziyetçidir. Merkez merkeziyetçi, şubeler kendi içinde merkeziyetçidir. Örneğin X temsilciliğinin gelirler oranı muazzam seviyededir fakat giderleri için bütçesine kendisi karar verememektedir. Y alt şubesi personeline asgari ücret oranında artış yapabilmek için Z şubesinin iznine ihtiyaç duyar fakat alamaz. Seçimde oylarını ona göre kullanmalıdır yoksa başına geleceklerden kendi sorumludur. Mesela maaş ödenekleri onaylanmaz ve kendi personeliyle karşı karşıya gelir. Sürekli denetlemeler geçirir. Yandaşlık potansiyeli varsa seçim otobüsü yollanır, değilse kendisinin ödemesi istenir.
6- On yıllarca izin kullanmayan yöneticilerimiz enerjisini ve gücünü seçim kazanmaya odaklamıştır. İktidar olmanın tüm imkânlarını bu amaçla seferber etmektedir.
7- Herkes değişir, kendileri yerinde kalır. Eski dostlar düşman, düşmanlar kardeş olur. Tanıdık bir davranış değil mi?
8- Çoğunluğu kaybetmemek için reklam işleriyle uğraşılır. Kendini ilgilendirmeyen konularda eylemler söylemlere girişilir, 5 kişilik basın toplantıları düzenlenir. Uygun açıdan fotoğraflanıp çalışma raporları kalınlaştırılır.
9- Muhaliflerden birileri daima iktidar yandaşı olarak yaftalanır. Diğer bir muhalif varsa yerel başka bir öcü yaratılıp oraya yapıştırılır. Mesela şubemiz anlamsızca Ticaret Odası ile kavgalıdır. Muhaliflerinden birini ilgili kurumun yancısı diye pazarlamakta, karalamaktadır.
10- Mevcut hükümetle kavga yapılır. Bu durum kazan-kazana olarak nitelenebilir. Her iki taraf da karşıyı karalayarak kamplaştırmakta, yandaş üyelerini konsolide etmektedir. Yalnız burada Mimarlar Odası özel konumu itibariyle hükümet partisi yanlısı kişilerin hakkını yemekte, çünkü onların aidatlarıyla bu işi yapmaktadır.
Peki nasıl düzelteceğiz? Daha önemlisi düzeltmek istiyor muyuz? İşin sırrı nedir?
O kadar basittir ki,
Mevcut yöneticilerin gönderilip yenilerin gelmesi yeterlidir. Zamanı geldiğinde yenileri de gönderilmelidir.
Mutlaka birileri doğruyu bulacaktır.