Finlilerin ata sporlarından biri yön bulma yani “Suunnistus” dedikleri spordur. Oyun gibidir ama aslında çok ciddi ve zor bir iştir. İnişli çıkışlı ormanların derinliklerinde yapılır. Her sporcunun eline detaylı, üzerinde topağrafyanın okunduğu birer harita verilir. Sürprizlerle dolu ormanda, ağaçları saran doğada, yarışmanın yapıldığı yerin özel köşelerine küçük bayraklı noktalar konulur. Ama bunlar özellikle gizli yerlerdedir. Görülmesi kolay olmaz. Yarışmacılar bu saklı noktaları bulup oraya geldiklerini kanıtlayan izler bırakırlar. Yön bulma saatlerce sürer. Çok yorucu bir yarıştır. En erken bu noktaları bulan yarışı kazanır. Finlandiya’da farklı yaş gruplarında, tek tek ya da takım halinde, erkek ve bayanlarda farklı katagorilerde yarışmalar yapılır. Uluslararası şampiyonalar ise bir başka heyecandır. Bu spor dalı Kuzey ülkelerinde çok popülerdir. İlk ve orta okullarda ve üniversiteler de bu spora özendirilir, öğrenciler birileriyle kıyasıya yarışırlar. Finliler yönlerini bulmada ustadırlar.
***
5 Aralık 2018… Finlandiya’nın bir yüzyıl önce kazandığı bağımsızlığının en son günü… Yarın bütün ülkede yine mavi beyaz bayraklar asılacak, yine şenlikler yapılacak. İşte her yıl kutlanan bu özgürlüğün en önemli sembollerinden biri, yıllar önceki bir yarışma sonucu yapılan Baba Siren’in tasarladığı Fin Parlementosunun dev kolonlarının olduğu yerdeyim. Tam karşımda, ileride bugün resmen açılan Helsinki Merkez Kitaplığı “Oodi” var. Son aylarda Fin Medyası’nda dillerden düşmeyen, bütün gazetelerin, televizyonların haberlerini verdiği bu yapı, şimdiden unutulmazlar arasında girdi bile. O da yüzüncü yılın bir sembolü oldu. Bugün ışıklarını ve bütün kapılarını ardına kadar herkese açıyor. Girişindeki dev ekranda anonslar yapılıyor. Ekranda çalan senfoni orkestrasının müziği bana kadar geliyor. Hava soğuk. Kar geldi gelecek. Bir baştan bir başa Oodi’ye ve etrafındaki binalara ve her birinin farklı hikayeleri olan bu tarihi mimari kolleksiyona bakıyorum.
Nasıl da bu ülkenin efsanesi Alvar Aalto, Steven Holl’un tasarladığı Modern Sanatlar Müzesi Kiasma’nın yerinde yıllar önceki gerçekleşmeyen projesinde, kentin adeta terasını düşünmüş, Töölö Körfezine doğru merkezi açmak istemişti. Üçlü yelpazelenen dev platformları orada projelendirmişti. Herşeyi de bunların altına almıştı. Karşımdaki bu dizide Töölö Körfezi’nin kıyısında, Fin Milli Müzesi’nin karşısında tasarladığı, yapımı gerçekleşen konser salonu Finlandiya Evi’nin uzantısında neler neler de hayal edip projelendirmişti. Ama bütün bunlar gerçekleşmedi. Buna çok üzülmüştü. Aalto devri açılışını göremediği Finlandiya Evi ile sona erdi ve artık çok gerilerde kaldı. Daha sonra bütün bu gördüklerim için Töölö Körfezine dek kentsel ölçekte yapılanlar dahil, Müzik Merkezi, Oodi, Helsinki Sanomat Binası, Modern Sanatlar Müzesi Kiasma’nın olduğu yerler hep yarışmalar sonucu yapıldı. Şimdi karşımda duran mimari, politik, kültürel, kent yaşamı açısından ve burada yaşayan kentliler açısından çok önemli, tarihi hatta ders verici öyle bir tablo var ki bu binalar, bu mekanlar bir kısmına geçtiğimiz yıllarda yakından tanık olduğum bu tartışmalar arasında nasıl da kendi yollarını, yönlerini, köşelerini buldular ve hayata geçtiler diye düşündürüyor insanı. Ve sonunda ortaya çıkan bu dev resim, tek bir mimarın ya da tek bir ofisin değil bir çok mimari ofisin emeği olan, diğer katılımcılar ve kentte yaşayanlar açısından demokratik bir ülkeye özgü rengarenk bir resim olarak önümüze seriliyor ve bu ülkedeki çok şeyi özetliyor. Meydanın ismi de “Yurttaşlar Meydanı” olarak gerçek anlamını buluyor, sanatın, müziğin, basının, kitabın, politikanın, kültürün mabetleri arasında. Keşke parlamentonun önündeki yol da aşağı alınsa ve sözünü ettiğim meydan buraya kadar tasarlanıp bir şekilde uzansa diye hayal ediyorum. Şimdi karşıya geçip bu demokratik meydana bakan ve demokrasiyi ve Fin değerlerini derinden yansıtma hedefinde olan Oodi’yi medyadaki projesinin ve imajlarının ötesinde daha yakından o kalabalıkta insanlarla birlikte tanımanın ve hissetmenin tam zamanı.
Daha içine girmeden uzaklardan gördüğüm kadarı ile böyle bir kolleksiyon içinde Oodi kendi mimarlığı ve karekteri adına daha işin başında yolunu çizmiş gözüyor. Hatta daha da ötesinde kendi kurallarını çok cüretkar ve cesur bir şekilde ortaya koyuyor. Vaziyet planında verilen uzun bir kutu olma kaderi bambaşka biçimde yorumlanmış ve hassas bir şekilde bir heykeltraşın adeta esere dokunduğu gibi ön taraftan volümün altında üstünde sıvazlanarak, ileri geri çekilerek şiirsel hale getirilmiş ve özellikle meydana bakan yüzünde kutu kutuluktan çıkarılmış, bambaşka bir mesaj verme isteği ile binaya sanki adını vermiş. Bir bina olmanın ötesinde dev bir installasyon ve adeta özel ve zarif bir heykel olarak tasarlanmış. Özgürlüğü seçen bir bina olmuş kendi sınırları içinde sanki. Bütün bunlar, iç dünyasının yorumu ile birlikte eminim ALA Architects’in 2013 yılında yapılan yarışmada büyük ödülü almasının da nedeni. Formu ile biraz ötesindeki diğer şiirsel volümlü Kiasma’ya da bir anlamda adeta nazire yapıyor. Oodi’nin etrafındaki bazı binalara hiç aldırmadan yaptığı uçarı ama vakur bir dalgalanması var. Bu dalgalanmanın altından davetkar ve oldukça özel bir giriş tasarlanmış. Yapı en üst katta en yukarıda gözlerini kısmış gibi. Sanki hafif bir kısmı buzlanmış hissi veren camlarıyla etrafa bakıyor, bütün panaromayı içindeki gölgelerle süzüyor, buraları dahil çepeçevre her yeri görüyor Altındaki gövdesi ise sağ tarafı hala bitmemiş kaplamalarıyla dört bir yanını kaplayan dev bir ahşap. Kısacası daha şimdiden buralara özgü, buraların yüreğinden, buraların kalbinde ve buram buram buraları kokan bir yapıt. Uzun yıllar konuşulacak, Fin Mimarlığına damgasını vuracak bir yapıt.
Yurttaşlar Meydanına bakan dev bombeli camların yanına yerleştirilmiş döner kapılarından içine giriyorum. Oldukça kalabalık. Aynı mimarların tasarladığı Kilden projelerini biraz hatırlatıyorsa da ileriledikçe çok daha başkalaşıyor. Hemen sağda camların ve cam dikmelerin önünde bugün için kurulan bankodan sıraya girip oradaki orta yaşlı bayanlardan yılbaşı içkisi glögi ve yılbaşı çöreği alıyorum. Ama mademki bu bir yön bulma işi, haritam nerede deyip informasyon bankosuna yaklaşıp üzerinde şematik olarak kat planlarını ve fonksiyonları gösteren arkalı önlü bir kağıt elimde oturup etrafa bakınıyorum. Aslında amacım önce soluklanmak ve mimarlığa pek de dalmadan hatta belki de biraz ondan uzaklaşarak sıradan bir kişi gibi ilk hissi duymak. Ama bir süre sonra hızla çaresiz, mimarlığın tam içine, tam göbeğine düşüyorum.
Oodi’de konstrüksiyon taşıyıcı olarak kullanılan beton, çelik ve hatta ana girişteki cam yüzeylerine destek veren yine şeffaf cam dikmeler aracılığı ile yapılmış. Özellikle bombeli içeri girip dışarı çıkan ana giriş ve üst katlarda, bilinçli olarak alışılagelmiş biribirini aşağıdan yukarıya takip eden kolon kiriş sisteminden katları bağımsızlaştırılma hatta bilerek farkılılaştırılma çabası gösteriliyor. Adeta bu yolla kendi içinde yeni ve enteresan bir deneyin de önü açılıyor. Çok alışılmadık biçimde her katın ayrı bir hikayesi var. Ama sonunda bütün bir hikayenin ayrı parçaları oluyorlar. Bir filmin içinden seçilmiş üç ayrı parçanın fragmanı gibi. Bu üçlüyü birleştirdiğimiz zaman ana hikaye de ortaya çıkıyor. Burası farklı katları ile sanki her an değişen farklı karekterlere bürünen Fin Doğası’nın ve bu ülkenin her yanında bulunabilecek ormanların bir parçası. Bu parça parça karekterize edilmiş, tiyatral bir biçimde tasarlanmış bir mimari olarak da sergileniyor. Alttaki girişten en üste çıkıldığında bu hissediliyor. Yurttaşlar Meydanı’na bakan ana girişten sanki ormanlarda yerde bulduğunuz sıradan bir ağaç kabuğunun hafifçe döndürülüp burularak dalgalandırılmasıyla ölçeği değiştirilen, devleştirilen koca bir cephenin yükseltilen girişinin altından, sağda solda sıfıra inen ve yukarıya doğru ortadan yanlardan yükselen fuaye adeta bütünüyle buradaki doğanın, ormanın abartılı, meydana açılan prestijli ve şiirsel bir girişi olmuş. Alçalan sol uçta kafe, lokanta, sinema ve çocuk bölümü var. Oldukça etkili ana lobiye geldikten sonra karşınıza çıkacak asansörleri bir kenara bırakırsanız yukarı çıkmak ya da baştaki hikayemizde olduğu gibi yolunuzu bulmak için iki seçeneğiniz bulunuyor. Ya önünüze çıkan kentle ilgili projelerin gösterildiği asma katlı duvarın sağ tarafında, arka girişin köşesinde parlak sarı kolları ile adeta bağıran yürüyen merdivenleri ya da girişin solundaki cafenin önünde, alışılmadık formu ve tasarımı ile sağır korkulukların dış yüzlerine Fince bir sürü günlük kelime yazan, oradan inen ve çıkanları adeta okuyunca gülümseten siyah döner merdivenleri seçiyorsunuz. Seçilen merdivenlerden birini takip ederek doğrudan en üste çıkılmaz ise ikinci kat daha da kaybolmaya uygun saklı köşeleri, saklı mekanları olan yol bulma oyunundaki yerler gibi. Burada kalın, abartılı kısa ama yatayda da uzayarak biribirine bağlanan dikdörtgen ağaç taşıyıcılar var. Zigzag olarak sıralanmalarında ritmik görünseler de bazı açılardan yine abartılı, soyut, dekonstriktivist kompozisyon hissi veren dikmeler, karekterize edilmiş ağaçlar gibi sanki. Elimdeki kağıda yani yön bulma haritama yine yan gözle bakıyorum. Bütün bu zigzagların altında yükseltileri ile bana doğru bombelenen bir topoğrafya eğrileri var. Topoğrafyayı sembolize eden kademelendirmeleri ile, herkesin kendi köşesini bulacağı köşeler de birileri bilgisayarlarıyla, tabletleri ile şilteler üzere oturmuş bile. Odalar bu kolonların ve kat kat yükselen arkaya doğru daha da alçak, kademeli olan yerin etrafına yerleştirilmiş, hobi, çalışma, kurs, workshop, aktivite, oyun, aile, öğrenme, karşılıklı etkileşim, aktif yurttaşların bir arada olacakları tartışma mekanları olarak merak uyandırıcı köşeler olarak planlanmış. Robot teknolojilerinden, kodlamalara, üç boyutlu volümetrik modelleme ve anında basımlardan, kitap gibi tablet ve bilgisayar ödünç almalara kadar çağdaş yenilikler de devreye giriyor.
Her iki merdivenin birinden son kata ana kitaplık bölümüne çıkıldığında ise bütün bu hikayenin finali ile karşılaşılıyor. Sanki alttaki herşey bu kat için. Hikaye alttakilerin devamı ama burada bir başka. Ormanda mıdır? Açıklıkta mıdır? Herkese göre değişebilir belki ama ağaçlar yerini boşluğa bırakıyor ya da kolonlarıyla ya da tek tük ağaçları ile bütün bu örtüyü tutan dev bir iç mekan, oldukça soyut bir peyzaj haline geliyor. Bakıyorsunuz, hayal ediyorsunuz, dönüştükçe dönüşüyor değişen ışık ile birlikte. Hele kalabalıkta kent mekanı oluyor, toplanılıyor, pazar yeri hayaline bile dönüyor, daha kalabalıklaşıyor sonra sakinleşiyor ve sonunda tekrar doğaya dönüyor. Hatta koca bulut örtü bile oluyor… Dingin ve sanki bitmeyecek bir mekan hissi veriyor. Yuvarlak dairesel oyuklardan gelen doğal ışık ve kolonlardan tavana vurulan suni beyaz led ışıklar yüzeyde beyazın tonlarını yansıtan bir gizemli ve bir baştan bir başa uzanan akışkan ama sakin ama bu sakinlikte çok cüretkar. Yukarı da dalgalanan bembeyaz bir örtü, bembeyaz bir gökyüzü var. Acaba bu mekan gölgelerin uzun olduğu zaman, ilk baharda, yaz aylarında nasıl olacak diye merak ediyorum?
Harita gibi kağıt hala elimde dolaşırken üst katta ortalık bir yerde mimar arkadaşım Oliver’e (Walter) rastlıyorum. Çok sevinçli, sarılıyoruz. “Hiç bu kadar mutlu insanı bir arada görmedim” diyor. Herkesin yüzünün güldüğünü söylüyor. Oradaki birkaç saatlik zaman diliminde bazı dostlarla meslekdaşlarla karşılaşıyorum. Bir ara Töölö Körfezi tarafındaki uçda sanki topoğrafyadaki bayırlar gibi iki taraftan yükselen galerilerin ortasında kalabalıkla birlikte bir edebiyat anlatısına tanık oluyorum. Bir Finli tanınmış yazar Jari Tervo konuşuyor. Koca örtü altında sesin yer yer yutulması hissediliyor. Sadece olduğunuz yerin sesleri kulağınıza geliyor. Her yer açılışa gelenlerle dolu. Her yer bembeyaz, üzerimizde dalgalanan dev bir örtü, altındaki kitap rafları, rafların aralarındaki içlerine genç ağaçlar yerleştirilmiş büyük silindir çiçeklikler de. Gölgeleri ile değişen bembeyaz bir dünya. Yine beyaz Eero Aarnio’nun tasarladığı içinde kulaklıklarla müzik dinlenen “ball chair”lerden birine oturup botlarını, kışlık paltolarını yerde yanına koymuş o gürültüde ev ödevlerini yapmaya çalışan küçük çocuklar gözüme çarpıyor. Başka bir kız çocuk cep telefonu ile aynı koltuğun birinde kimbilir kimle sohbet ediyor. O kalabalıkta o kadar kendilerini işlerine vermişler ki! Tam karşıda biraz önce olduğum Oodi’nin tam ekseninde yer alan Fin Parlamentosu gözüme çarpıyor. Oradan gördüğüm resmin tam tersi buradan da yüz seksen derece panaroma olarak etkili bir şekilde sergileniyor. Hatta bir o kadar da binanın arkasında da devam ediyor. Sanki bütün Helsinki’nin merkezi Töölö Körfezi de dahil bir baştan bir başa kitaplık mekanının üste kattaki hemen her yerinden kesintisiz hissediliyor. Bu camın önünde de ileri çıkan dalgalı konturu ile yazın kullanılacak uzun ahşap bir balkon mekanı var.
Uzun üst kat mekanının yükselen, yukarı doğru hafifçe kaldırılmış uçlarında etkinlik odaları, dinlenme köşeleri, çocuk ve aileler için yerler, gazete okuma mekanları var. Diğer taraftaki başka bir etkinliğin olduğu yere doğru giderken ALA Architect’den Juho Grönhold ile karşılaşıyorum. Tebrik ediyorum kimbilir kaç kişi gibi. Diğer iki ortak Samuli Wollston ve Antti Nousjoki acaba kimbilir binanın neresindeler? Juho’da daha önce bina açılmadan öncesi bir seminerde karşılaştığım Samuli gibi olumlu tepkilerden ve sonuçtan oldukça memnun. Bu binadan söz ederken demokrasi, eşitlik kavramların öne çıkarıyor. Yeni renovasyonlarını bitirdikleri özel bir bina Pietilä’ların Otaniemi’deki Dipolisi’den de söz ediyoruz. Yıllar önce dünya ölçeğinde dikkat çektikleri Norveç’deki “Kilden Performing Art Center” yapıları da ayak üstü sohbete giriyor. Ama Oodi’yi yaptıktan sonra sadece ülkede değil dünya çapında şimdiden bu kadar baş döndürücü olumlu tepkileri alıp bu proje ile adeta kariyerlerinde zirveye vurduktan sonra bu baskı altında “belki de en iyisi hepinizinin ilk önce birer psikoloğa görünmeniz lazım” deyip şaka yapmak istesem de vazgeçip Juho’ya bundan sonra şimdi sırada, tezgahta ne var olduğunu soruyorum. Yine yapıldığında çok önemli bir projeleri olacak olan Helsinki Havaalanı ekinden söz ediyor.
Biraz daha etrafı diğer köşeleri gezdikten sonra bu defada geldiğim yerden değil siyah döner merdivenlerden en aşağı iniyorum. Kalabalık karanlığın da bastırması ile daha da yoğunlaşıyor. Çıkmadan önce en alttaki danışma bankosunun yanında genç bir kitaplık görevlisiyle konuşuyorum. Ne düşünüyorsunuz bu bina hakkında deyince bakıyor ve çok sevdiğini söylüyor. Nedenini soruyorum. Ağaç ve ormanların Fin insanı için önemli olduğunu vurguluyor. “Biz ormanları çok severiz” diyor. Sağdan sola savrulan ağaç yüzeyli tavanı gösteriyor. Aynı fikirdeyim hatta bu ormana benzer bu binada yön bulma halindeydim demeden karşımızda ışıklarını açmış Fin Parlamentosu gözüme takılıyor. Kolonlarlarıyla yine tam eksenimizde. Elimle onu gösteriyorum. Hiç düşünmeden “Artık Parlemento ile aynı seviyedeyiz” diyor. Ve gülümseyerek o da “Fin Eşitliği” sözcüklerini ilave ediyor. Ben de spontane olarak “yani Kitapların Parlamentosu” diyorum. Birlikte gülüyoruz.
Bir bina düşünün daha yapılmadan, projesiyle herkesi heyecanlandırsın, içine girildiğinde gelenlerin yüzünü güldürsün, mutlu etsin hatta ülkeleri adına onları çok ama çok onurlandırsın. Açılış gününde ve daha sonraki günlerde oluk oluk oraya gelsinler ve ortaya çıkandan adeta güler yüzleriyle gurur duysunlar. Bir bina düşünün belki de herkesin kendi hikayesini yazacağı, yolunu bulacağı bir yer olsun. İşte açılış gününde herkesin sevincine ortak olduğum ve sonra yazıyı yazarken bir kez daha sakin bir vaziyette ziyaret ettiğim Helsinki merkez kitaplığı Oodi böyle bir yer. Orada Mimarlığın gücünü hissediyorsunuz.
Oodi klasik bir kitaplıktan da öte bir sürü fonksiyonu bünyesinde barındırıyor. Burada yaşayan, ne yaşta olursa olsun öğrenmek isteyen insanların çağdaş teknolojiyi de kullanarak yaşam boyu öğrenecekleri, kendilerini geliştirip yenileyecekleri, toplanacakları, biribirleriyle iletişim kurup konuşacakları, tartışacakları, eleştirecekleri, düşündüklerini söyleyecekleri, aktif yurttaşlar olarak ülkelerine katkıda bulunacakları, ailelerin birlikte olacakları, insanların relax olma gereksinimlerini karşılayacakları, dinlenecekleri demokratik bir yer. Büyük bir forum. Sineması, saunası, yeme içme yerler, küçük çocukların belli süre bırakılabilecek yerler var. Girişte kafenin karşısında birbuçuk, iki kat dönen beton bir merdivenden inilerek gidilen ortak bir tuvalet yeri var ki görülmeye değer. Kısacası binayı gezen birinin Oodi’yi çok sevip sosyal medyada birinin yazdığı işte bizden toplanan vergiler böyle yerlere harcanmalı demesi gibi övgüler hakeden bir yer.
Dışarı çıkıyorum. Biraz ileri gittikden sonra geri dönüp binaya tekrar bakıyorum. Okullarından hocalarıyla gelen kalabalık bir grup küçük öğrenci karşıdan karşıya geçiyor Oodi’nin arka kapısına doğru yöneliyorlar. Her yer kararmaya başlamış. Neol zamanı. Başkentin köşelerindeki ışıklandırılmış köşeler şimdi daha da belirgin. Oodi aynen yön bulma oyununda olduğu gibi, benim onu bulduğum gibi yönünü buluyor ve başkentliler için bir Noel sürprizine dönüşüyor. Başta mimarların, onu inşa edenlerin kent planlama ofisinin, sosyal projeleri savunan politik partilerinin, politikacıların, parlamentonun, belediye ile binanın programını bile hatırladığım kadarı ile halka danışarak workshoplar ile oluşturan organizasyon komitesinin, yarışmada bu binayı seçen ve halka da fikrini soran jürinin ve adını binlerce isim arasında seçen isim jürisinin ve bu keyifli ismi bulan Mirja Lounameri ve katkıda bulunan diğerlerinin çabaları ile “Lirik Şiir” anlamına gelen Oodi bağımızlıklarını kutladıkları yüz yılın en son günü bu ülkeye adeta özgürlüklerinin hediyesi oluyor.
Eve dönerken tramvayda Fin dilinde dalga anlamına gelen Aalto yine aklıma geliyor. Bir zamanlar dünyayı ayağa kaldıran o uçarı dalgaları, o romantik duvarları, o dönüşleri, o bombeleri yaşasaydı nasıl yapardı, ne hale getirirdi diye aklımdan geçiyor. Belki de bıraktığı miras bu topraklarda hala çok derinde bir yerlerde yaşıyor. Finli mimarların hassas ellerinde ve bambaşka yorumlarıyla bambaşka hale geliyor. Bayrak yarışı sürüyor. Dalgalar hala devam ediyor..
Sanki umulmadık bir fırtına çıkmış deniz kabarmış, taa buralara kadar gelmiş. Herşey alabora olmuş, dalgalar yükseldikçe yükselmiş, önündeki her şeyi süpürmüş bir ileri bir geri gidip gelmiş, bir daha, bir daha bir daha… İşte kıyıya arda arda vuranlardan biri daha da doruklara çıkmış, çıkmış da çıkmış. Ve tam bu binanın olduğu yerin kıyılarına çarpmış ve sonra dönerken herşey birden bire donmuş. Zaman durmuş, nefesler kesilmiş ve sonra ortaya sanki hala devam eden hızı kesilen sularının arasından bu bina, bina olmaktan çıkan Oodi bu yüzüyle ortaya çıkmış…
2006 yılında yazdığım ALA’nın Hikayesi başlıklı makaleden* yaklaşık on iki yıl sonra ALA Architects, sevgili Juho, Antti ve Samuli çok büyük bir iş çıkarıyorlar, yaşamın taa içinden Oodi’yi yaratıyorlar, belki de mimarlığın daha da ötesine giderek, mimarlıkdan da daha fazla…
* http://v3.arkitera.com/k105-ala-nin-hikayesi-yerellikten-global-okyanusa-yolculuk.html
1 Yorum
Oradayken inşaat halinde binayı gezememiştik.
Hüseyin Yanar bize gezecek kadar güzel anlatmış. Seviyorum ben bu adamı.
“Fin dilinde dalga anlamına gelen Aalto yine aklıma geliyor. Bir zamanlar dünyayı ayağa kaldıran o uçarı dalgaları, o romantik duvarları, o dönüşleri, o bombeleri yaşasaydı nasıl yapardı, ne hale getirirdi diye aklımdan geçiyor. Belki de bıraktığı miras bu topraklarda hala çok derinde bir yerlerde yaşıyor.”
Cümleleri ise ne güzel ne hoş bir soru-yorum. İnsanın gidesi hem de bu yazının yazarı ile beraber gezesi geliyor.
Teşekkürler.