1453’ten sonra İstanbul’un büyümesini anlamak, kent içindeki tarım alanlarıyla birlikte gerçekleşen değişikliği göz önünde bulundurmakla mümkün olur. Aleksandar SHOPOV - Ayhan HAN'dan mis gibi bir yazı.
Fransız Devrimi yıllarında, imparatorluktaki bitki çeşitliliği, iklimi gibi konuları araştırmak için İstanbul’u ziyaret eden Fransız hekim Olivier, Kadırga Limanı bostanlarını görünce oldukça şaşırır. Kendisini şaşırtan ne bostanların güzelliği ne de bostanlarda üretilen sebzelerin çeşitliliği ve lezzetidir. Ona yabancı gelen ve onun anlam veremediği olgu; kara taşımacılığı oldukça sınırlıyken, devletin Kadırga bölgesini denizden tahıl ve emtia taşımacılığının merkezi haline getirmemiş olmasıdır.[1] Olivier’in gözlemleri 18.yy sonu İstanbul’u hakkında çok önemli bilgiler vermekle birlikte İstanbul kent-içi tarımsal arazileri üzerinde kapsamlı bir anlatı olduğunu düşünmüyoruz. 1796 İstanbul’u Olivier’in ideal kent anlayışının dışındadır. Ayrıca 20.yy Osmanlı tarihçiliğinin Olivier’in kent anlayışı ile ortak bir tutuma sahip olduğunu söyleyebiliriz. İstanbul sur-içi tarımsal arazileri üzerine kapsamlı ve detaylı bir çalışma yapılmamıştır. Elde olan çok değerli birkaç eser ise daha çok İstanbul’un iaşe sorunları ve tüketim alışkanlıkları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu çalışmalar İstanbul’u tüketen bir canavar olarak ele almıştır.[2]
Bu tarihsel anlatı sadece Osmanlı şehirlerinin değil aynı zamanda yakın döneme kadar antik-Roma kentlerinin de anlatısıdır.[3] İstanbul kentinin büyümesi hakkında ise 15.yy’dan sonraki dönemler üzerinde yapılan çalışmalar yine kentin kendisini bir tüketim canavarı olarak görmüştür ve kent tarihini yapı inşa sürecine eşitlemiştir. İstanbul sur içindeki önemsenmeyen, göz ardı edilen tarımsal araziler hiçbir zaman kent tarihinin yapı inşa süreçleri ile uylaşmadı ve hiçbir zaman tarihselleştirilmedi. Bu tip bilimsel faaliyet sur içindeki bostanların araştırma konusu olmaktan çıkmasına neden olmuştur.
Bu kısa makalemizde sur içi Yedikule bostanları örneğinden yola çıkarak İstanbul kent içi tarımsal arazilerinin genişlemesi ve buna eşlik eden yapı inşa süreçlerini anlatmayı deneyeceğiz. Kent içi tarım arazilerindeki vakıf mülklerinin izini sürmek suretiyle tarım arazilerinin kent içindeki dağılımını ve genişlemesinden bahsedeceğiz. Bu ise nihayetinde sur içi tarım arazilerinin veya tarım arazileri etrafındaki parsellerinin rantı yüksek arzu edilir yerler olduğunu gösterecek. Ve bu tarımsal üretim alanları hakkındaki bilgi eksikliğinden dolayı İstanbul kent içi ekonomisi ve şehirleşmenin tarihsel sürecini anlatmak mümkün olamamaktadır.[4]
Sur içindeki tarımsal arazilerin bu dağılımı ve genişlemesi örneğine en iyi Ayasofya Vakfı muhasebe defterlerindeki veriler yoluyla ulaşabiliyoruz. 1491 tarihli Vakıf Muhasebesi’nde Ayasofya Vakfı’nın sur içinde sahip olduğu tarım arazilerine dair herhangi bir atıf yokken 1765 tarihli III. Mustafa Vakfiyesi’nde Ayasofya Vakfı’nın sur içindeki Langa Bostanı’nda büyük bir tarım arazisine sahip olduğu belirtilmiştir.[5] Bahçıvan odaları, samanlık, ahır, su dolabı ve su kuyusunu inşa etmek için nitelikli sermayenin gerektiği bu tarım arazilerinin İstanbul sur içine ne ölçüde yayıldığını, ne büyüklükte bir alanı kapladığını belirlemek bir hayli zordur. Bununla birlikte 1735 tarihli bir kefil defteri İstanbul intra murosu’nda 344 bostanda 1381 bostancının çalıştığını belirtir ve bu rakamlar İstanbul kent içi tarımsal faaliyetlerin yoğunluğu hakkında bir fikir vermektedir.[6]
Yedikule sur içindeki tarımsal araziler hem bu Kefil Defteri’nde hem de Bizans kaynaklarında verimli ziraat alanları olarak kayıt edilmesine rağmen ilk İstanbul tahrirlerinde bu mekânların kaydına rastlanmamaktadır. İstanbul kent içindeki binaların tahririnin derc edildiği 1455 tarihli Tahrir Defteri, Yedikule sur içi arazisinin yakınındaki İpsomethya’da (Samatya) bostancı haneleri ve bu bölgede bir bey bahçesinden bahseder.[7] Fetihten 30 yıl öncesi İstanbul’unu betimleyen Christoforo Boundelmonte’in 1422 tarihli haritası Samatya’daki Studyos Manastırı ve sur duvarları arasında batıya doğru uzanan araziyi ağaçlarla gösterir.[8]
1546 tarihli Vakıflar Tahrir Defterinde de Yedikule sur içi arazisinden bahsedilmemektedir. Bu bölgeye dair, defterin nadir referanslarından birisi Hızır Kethüda bin Abdullah’ın 1497 tarihli vakfiyesinde Silivri Kapı’da surlar içindeki bölgenin bir kısmı boş arazi olarak tarif edilmiştir.[9] 16.yy’ın ilk yarısında sadrazam ve yüksek bürokratların vakıfları daha çok Galata bölgesindeki tarım arazilerinde faaliyet göstermekteydi.
Yedikule sur içi bölgesinde belirgin bir yapılaşma ve insan faaliyetine 54 sene sonrasına ait bir tahrirde (1600) rastlıyoruz. Defter kaydında vakf-ı devlet han bin Hacı Bâli’nin 1563 tarihinde Belgrad Mahallesi’nde sahip olduğu bir hadikanın (bahçe) aylık gelirinden 15 akçe Emir-i Ahur Zaviyesi’nde yaşayan dervişlere verileceği belirtilmiştir.[10] Yine aynı defterde Belgrad Kapı yakınlarında Samatya bölgesinde Bahçe-i Büzürg isimli bir bahçenin kaydı vardır. Bu bahçenin yıllık hâsılatı (2830 akçe), Aksaray yakınlarındaki 17 adet dükkânın senelik gelirine eşittir (2928 akçe).[11]
Şehir içindeki tarımsal alanların ne kadar değerli olduğunu ise Langa Bostanların’da Süleymaniye Vakfı’na ait 18 adet bostana müdahale edilmemesi hakkındaki 1585 tarihli bir hükümden çıkartabiliyoruz.[12]
Şehir merkezindeki pazarlara yakınlık Langa Bostanları’nın değerini arttırmıştır ancak bu yakınlık bu bostanlarda yapılaşma tehlikesini de ortaya çıkarmıştır. Yüzyılın sonlarına doğru nüfus artışıyla birlikte tarımsal üretim alanları Yedikule surlarına doğru genişlemiş ve bu araziler zirai üretim siteleri haline dönüşmüştür. Belgrad Mahallesi’nde 1563’te yeni ilk defa yeni kaydına rastlanan ve 22 yıl sonra Langa Bostanları’ndaki düzenleme İstanbul sur içindeki tarımsal arazilerin gelişimi hakkında bazı tespitler yapmamızı mümkün kılmaktadır. Bu dönemde kent içi tarımsal arazileri Yedikule surlarına doğru genişlemiş ve buna paralel olarak, Silivri Kapı’nın önünde 1551’de ve Yedikule Kapısı civarında 1575 tarihinde kent yapılaşmasının birer örnekleri olarak Hadım İbrahimpaşa Camii ve Hacı Evhad Camii’leri yine aynı dönemde inşa edilmişlerdir.
1634/1635 tarihli Bayrampaşa Vakfiyesi’nden bu tespitimizi doğrulayabiliyoruz. Bu vakfiyeye göre sur içindeki tarımsal alan sur duvarına kadar ulaşmıştır. Vakfiye, bir meyve bahçesini ve onu çevrelemiş yapılarla şöyle anlatıyor: “…Mamhiye-i İstanbul’da el-Hac Piri Mahallesi’nde mescid cidarı ve bazen Ebubekir Paşa vakfeylediği odalar ve bazen Mehmed Efendi ibn-i İbrahim’in mülkü ve bir taraftan mahmiye-i mahkiyye hısn-ı cidarı ve bir tarafı tarik-i hass ve bir tarafı tarik-i amm ile mahdud … “[13] Burada sözü geçen bahçe hısn-ı cidar (sur duvarı) ve bugünki Hacı Piri mescidi duvarının arasındadır. Aynı meyve bahçesi 1709 tarihli Hazinedarbaşı Süleyman Ağa’nın Vakfiyesi’nde de rastlanılır:“mâhmiyye-i mezburede Yedikule kurbunde Haci Piri mahallesinde kâin bir tarafından Bayram Paşa Vakfı bostanı ve bir tarafından Belgrad Kilisesi ve bir tarafından Şeytanoğlu menzili ve bir tarafından tarik-i amm ile mahdud bir kebir bostan kuyusu ve dolab ve bahçıvan odası ve kenef ve samanlık ve ahuru müştemil mültefit el-´eşcar bostan tabir olunur mülk bahçeyi…”[14] Demek ki bu iki meyve bahçeleri bugünki Belgrad Kapu, Panagia Rum Kilisesi (Belgrad Kilisesi) ve Hacı Piri Camii arasında kalan üçgen içindedir ve surlara yapışıktır.[15] Hali hazırda Fatih Belediyesi’nin yıkılan bostanlar ve kapatmaya niyetlendiği su kuyuları ve havuzlar bu vakfiyede zikr edilen yapılardır. 17.yy ortalarında İstanbul tarım arazilerinin kent içinde genişlemesini ve üretimdeki artışı, 500 nefer ağaç aşıcısı olduğundan bahseden Evliya Çelebi de doğrulamaktadır.[16] Bu rakamlar ne kadar yüksek olsa da Evliya Çelebi’nin anlatımı şehir içinde çok aktif bir tarımsal faaliyete ve ürün çeşitliliğine işaret etmektedir. Örneğin bahçelerde üretilen meyvelerden armut, nar, kayısı, incirin yanı sıra şeftalinin çeşitliliği kayda değerdir: dilberan şeftalisi, papa, sultânî, cânî, baba, derrâki, çelebi, cüce şeftalileri.[17] Evliya Çelebi birçok mahalledeki meyve çeşitliliği hakkında bilgiler verirken Yedikule’de yetişen ürünler hakkında bilgi vermemektedir.
Yedikule Bostanları, bostancıların kim oldukları ve İstanbul’a nerelerden geldiklerine dair en detaylı ve kapsamlı bilgilere 1735 tarihli bir Kefil Defteri’nde ulaşıyoruz. Defter İstanbul sur içindeki bostanların bir tahriri olup, bostancılar, kiracılar ve memleketleri hakkında bilgiler vermektedir. Defterde İstanbul sur için deki 344 adet bostandan Yedikule Kapısı’ndan Silivri Kapı’ya kadar uzanan surdibi bölgesi ve çevresinde 9 tane bostan ve sur içinde çalışan toplam 1381 bostancının 52 neferinin bu bölgede çalıştığını kayıt edilmiştir.[18] Söz konusu bölgede çalışan bostancıların büyük çoğunluğu Hıristiyan olup Makedonya bölgesinden- Sarıgöl, Ostrovo, Vodina, Selanik, Manastır, Ohri, Pirlepe, Eğridere, Nikita- gelmişlerdir ve ayrıca isimlerinden Slavca konuştuklarını tahmin etmekteyiz.[19]
Bu bostanlar Hacı Evhad ve Hacı Piri mahallelerinde ve ayrıca Horoslu Çeşme mahalinde olup ve bazılarını 1786 tarihli J. B. Le Chevalier’in haritasından doğrulayabiliyoruz.[20] Bu haritada Yedikule’de sur içinde gösterilen İsmailpaşa bahçesi bu defterde İsmailpaşa saray bostanı adıyla geçmektedir. Kefil defterinde, yukarda bahsedilen vakfiyelerde isimlerine rastladığımız Bayrampaşa bostanı (2 adet) ve Hazinedarbaşı Süleyman Bostanı’nı tespit ediyoruz. İsmailpaşa, Bayrampaşa, Hazinedarbaşı Süleyman Ağa 17. yy’ın devlet adamları arasındadır: Bayram Paşa IV. Murat’ın sadrazamı, İsmail Paşa 1688’de sadrazam, Hazinedarbaşı Süleyman Ağa ise II.Mustafa’nın saray hazinedarıdır. 16.yy’ın ikinci yarısından itibaren bölgede hızlanan tarımsal faaliyetler 17.yy’da yoğunluğu artmıştır ve yukarıdaki devlet yöneticileri elimizdeki kaynaklardan edindiğimiz izlenimlere göre bu bölgeye yoğun bir yatırım yapmışlardır. Ve muhtemelen 1734 yılına gelinceye değin bölgede boş arazi kalmamıştı. Bu deftere göre Yedikule bölgesinde (Hacı Evhad, Hacı Piri ve Horoslu Çeşme) 29 tane bostanda 140 nefer bostancının çalıştığı tespit edildi. Bu bostanlardan kaç tanesinin vakıflara temlik edildiğini tespit edemesek de bu süreçte daha çok yönetici sınıfın vakıflarının bölgeyi paylaştığını söyleyebiliriz. Evliya Çelebi’nin döneminde ise Yedikule bölgesinde yoğun bir tarımsal faaliyet olmamasından dolayı, Seyahatnâme daha çok Langa, Narlıkapı, Çukurbostan ve Yenibahçe bağlarından bahsediyor. Zaten Evliya’nın çağdaşı olan Bayram Paşa’nın vakfı bu dönemde henüz bölgeye adımını atmıştı. O sıralarda gelişme halinde olan bu bölgenin meyvesi Evliya’nın dikkatini çekmemiş olsa gerek.
17.yy sonunda kent içinde yeni tarımsal alanların açılmasını ve kentsel yapılaşmanın izini sürmek için bölgenin topografyasını anlamamız gerekmektedir. 16.yy’ın meşhur tarımsal alanları olarak bilinen Langa Bostanları’nın topografyası sonraki yüzyılda yeni yeni ortaya çıkan bostanların topografyasından farklıdır. Bayrampaşa Deresi’nin denize döküldüğü ağızda yer alan Langa Bostanları denize yakınken ve yükseltisi daha azken, Belgrad ve Silivri kapısı civarında tespit ettiğimiz ve 17.yy’da vakflara temlik edilen yeni bostanlar dere yatağından uzakta ve yüksek irtifatta konumlandığı gözlemlenmiştir. Yeni bir topografyada açılan yeni bostanlara sarf edilen emek ve sermayeyi tamamen tespit etmek mümkün değildir. Ancak bir önceki dönemde açılan tarım alanlarına nazaran daha yoğun emek ve sermayenin sarf edildiğini söyleyebiliriz. Yoğun tarımsal üretimin icra edildiği bu işletmeler su kaynaklarına uzak olmasından dolayı dere yatağında olan bostanlara nazaran suya erişimi muhtemelen daha zordu.
Yedikule Silivri Kapı hattındaki tarım arazisi kanal sulamacılığından yoksundur ve Yedikule Bostanları sur dışındaki derenin oluşturduğu vadinin doğu eteklerinde yer alıp, bölgedeki yeraltı suları sur civarındaki tarım alanlarını su kuyuları vasıtasıyla besliyordu. Yedikule’den Silivri Kapı’sına doğru iç ve daha yüksek bölgelere doğru ilerledikçe ve dere yatağından uzaklaştıkça açılan kuyuların derinliği muhtemelen artmaktadır.
Ayrıca sur içinde denize yakın olan topraklarda taban suyuna ulaşmak için kazılacak kuyuların derinliğine nispeten, Kocamustafapaşa yamacına tırmandıkça taban suyuna ulaşmak daha da zorlaşmaktadır olabilir. Zaten bahsini ettiğimiz Bayrampaşa ve Hazinedar Süleyman’ın bostanları bunun tipik bir örneğidir. 17.yy’ın ilk yarısında kurulan Bayrampaşa meyve bahçesi ve yarım asır sonra kurulan Hazinedar Süleyman’ın meyve bahçesi suya erişimin çok daha kolay olduğu araziler üzerinde yer almıştır. Süleyman Hazinedar’ın meyve bahçesi Belgrad Kilise’ye daha yakındır ve Bayrampaşa’daki bostanlardan daha yüksek irtifadadır. Yedikule sur içindeki deniz kenarı ve sur dışında dere yatağında olan araziler zaman içinde vakıflar tarafından parsellendikçe, bu bölge çevresinde bostan arazisine sahip olmak isteyen herhangi bir talipli için daha yüksek irtifadaki alanlar-örneğin Kocamustafapaşa yamaçları- kalmıştı. 16.yy İstanbul’unun en önemli tarımsal alanı ve büyük bir parçası Süleymaniye Vakfına ait olan Langa Bostanları ise Bayrampaşa Vadisi’nin denizle buluştuğu noktada bulunmaktadır.
Yedikule-Silivri Kapı hattında uzanan bölgede tarımsal ürünlere yapılan yatırımın yükselmesi, pazarda tarım ürünlerine olan talebin yükselmesi nedenine bağlı olabilir. Buna ek olarak, üretime yapılan masrafların düşmesine neden olabilecek iş gücü fazlasını bir diğer değişken olarak alabiliriz. Örneğin daha önce bahsettiğimiz 1735 tarihli defter 51 nefer kefilsiz bostancıyı belirtmiştir ve bu işgücü fazlası şehir dışına gönderilmiştir. Bunun yanı sıra bu yeni topografik düzende tarımsal alanların açılmasını kolaylaştıran yeni bir teknolojik değişimin olup olmadığı araştırılmayı beklemektedir.
İstanbul’un kent-içi tarımsal üretiminin kent içindeki dağılımını anlamak için İstanbul topografyası üzerinde düşünmek gerekiyor. Yeraltı sularını daha iyi anlayabilmek için bugün mevcut olan Yedikule civarındaki kuyuların daha ayrıntılı bir incelemesi zorunludur. Maalesef Fatih Belediyesi’nin rekreasyon projesi bölgenin topografyasını değiştirmektedir ve bölgedeki bostanlar, kuyular gibi yapılar tehdit altındadır. Tarihsel metinlerde anlatılıp, günümüz şartlarında karşılığını zor bulduğumuz bu türden yapıların yok edilmesi aynı zamanda bilimsel çalışmaların niteliğini de etkileyecektir-mümkün olmayacak diye okuyunuz.
1453’ten sonra İstanbul’un büyümesini anlamak, kent içindeki tarım alanlarıyla birlikte gerçekleşen değişikliği göz önünde bulundurmakla mümkün olur. Vakfiyelerden gözlemlediğimiz kadarıyla kentleşme ve kentin büyümesi, kent içinde belirli bölgelerde zirai faaliyetlerin yoğunlaşması ile ilerlemiştir. 17.yy’da Yedikule-Silivri Kapı bölgesinin yoğun tarımsal faaliyetlerin gerçekleştiği bir alan olarak ortaya çıkması, devlet yöneticilerinin bölgeye olan yatırımlarının bir sonucu idi. Bu tarımsal arazinin en belirleyici özelliği daha yüksek bir irtifada olmasıdır ve Bayrampaşa Deresi gibi su kaynağına uzakta konumlanmıştır. Muhtemelen bu yeni kent içi tarım alanında yeraltı sularından faydalanmak için daha yoğun emek gerekmekteydi. Konu üzerinde daha kapsamlı topografya araştırmaları şart olmakla birlikte belediyenin bu bölgeye müdahalesi nedeniyle bu fırsatı kaçırmak üzereyiz. Varlığını 17’yy’la kadar takip edebildiğimiz bu alanda mevcut su kuyuları, su havuzları ve diğer yapılar bizlere Osmanlı tarım teknolojisi hakkında daha kapsamlı ve gözlemlenebilir bilgiler sunmaktadır. Bu çalışmamızda Bizans döneminde bölgedeki tarımsal faaliyetleri göz ardı etme niyetinde olmadık. Daha ziyade Osmanlı dönemi metinleri ve haritaları üzerinden 15-18. yüzyıl Yedikule bölgesi hakkında tespitler yapmanın imkânını aradık.
[1] Olivier, Rolin, Türkiye Seyahatnamesi (1790 Yıllarında Türkiye ve İstanbul) (Çev. Oğuz Gökmen), Ayyıldız Matbaası. Ankara 1977. ss.49-50.
[2] Eldem, Edhem, Daniel Goffman, and Bruce Masters., The Ottoman City Between East and West: Aleppo, İzmir, and Istanbul. Cambridge University Press,1999.
[3] Whittaker, C. R. (1990) ‘The consumer city revisited: The Vicus and the City”, Journal of Roman Archaeology 3. s. 110–18.
[4] Ayrıca şehrin çevresinde uzanan arazilerin tarımsal üretime açılması ve şehrin kendisinin tarihsel süreç içinde bu tarım arazilerine doğru yayılması İstanbul kent tarihinin önemli bir unsurudur.
[5] “Langa Yeni Kapusu kurbünde müceddedn küşâd olunan kapu haricinde vâki’ cedâr-ı hısn cânibinde olan terbi’en on bir bin dört yüz altmış sekiz zirâ’ arsasının Ayasofya-ı Kebir Câmii Şerifi Vakfı’na senevî üçyüz akçe mukâta’alı ve mâ’adâ terbi’en altmış sekiz bin yedi yüz yiğirmi dört zirâ’ arsası müceddeden sedd ü bend ile deryadan doldurma emlâk-ı hûmayündan olub… terbi’en seksen bin yüz doksan iki zirâ’ bostan…” EV.VKF 24/11 vr.no 1/5-6 (29.Z.1178/ 19 Haziran 1765)
[6] Bu defterde Hassa Bahçelerine değinilmemiştir. Hassa Bahçeleri ile birlikte söz konusu 344 adet bostan, İstanbul kent içindeki tarım alanlarının büyüklüğünü ve tarımsal üretimin niteliğini anlatmaya yeterlidir. D.BŞM 1841 s.62 (15.Za.1147/ 8 Nisan 1735)
[7] İnalcik, Halil. The Survey of Istanbul 1455: the text, English translation, analysis of the text, documents, İşbankası Kültür Yayınları, 2012..s. 359.
[8] Müler-Wiener, Wolfgang , İstanbul Limanı (İstanbul; Tarih Vakfı Yurt Yayınları) ,1998. s.4.
[9] Barkan, Ömer Lûtfi. Istanbul Vakıfları Tahrîr Defteri: 953 (1546) Târîhli. Istanbul: Baha Matbaasi, 1970.s. 78.
[10] Canatar, Mehmet. İstanbul Vakıflari Tahrîr Defteri: 1009 (1600) Târîhli. Istanbul: Istanbul Fetih Cemiyeti, 2004. s. 617.
[11] a.g.e. s.601
[12] A.DVNS.MHM.d 32 s.10 (8.R.993/ 9 Nisan 1585)
[13] Ayrıca Kadırga içerisinde meyve ağaçlarının olduğu bir bostan da Bayrampaşa Vakfın’a temlik edilmiştir.
TT.d 759 s. 42 (104/ 1634-1635)
[14] TS.MA.d. 6946 s.14 (29.Z.1120/ 11 Mart 1709)
[15] Özet olarak bu alıntıda bahsedilen bahçe Hacı Piri Mahallesi’nde olup, mescid duvarı, Ebubekirpaşa’nın vakfettiği odalar, Mehmet Efendi’nin mülkü, sur duvarı, ve yollarla sınırlanmıştır. Bu vakıf bahçesinde olan yapılar ise: bir havuz, iki dolab kuyusu, mutfak ve ahır vardır. Ayrıca bu meyve bahçesi Yedikule surlarından Hacı Piri Mescidine kadar uzanmaktadır. Hazinedar Süleyman Ağa vakfiyesinde olan bahçenin sınırları Hacı Piri Mahallesi’ndeki vakıf mülkünün sınırları ve konumunun Belgrad Kilise ve Bayram Paşa Bahçesi ile sınırlı olduğunu biliyorduk. Belgrad Kilise Belgrad Kapısı’ndan 200 metre uzaklıkta surlar içinde bir kilisedir. Bugün mevcut olan Hacı Piri mescidi kiliseye çok yakın olup, tarihi surlara paralel olarak uzanmaktadır. Ayrıca hem kilise hem de mescit Kocamustafapaşa Tepesinin eteklerindedir ve ikisi de aynı irtifadadır. Aynı zamanda tarihi surlarla uzaklığı aynıdır. Belgrad Kilisesi ve Hacı Piri Cami arasında kalan bölgenin Hazinedarbaşı Süleyman Ağa Vakfı ve Bayrampaşa Vakfı tarafından mülk edinildiği anlaşılmaktadır.
[16] Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zilli (2006). Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi,Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, Cilt I,ed by Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları).p.263.
[17] a.g.e. s.300.
[18] Bostan-ı Ramazan Çavuş karib-i Yedikule, Bostan-ı Çolak Mehmet Ağa karib-i Yedikule, Bostan-ı Hüseyin Ağa Liman .. karib-i Yedikule Kolluğu, Bostan-ı vakf-i Bayrampaşa (2 adet), Bostan-ı Hazinedarbaşı ittisalinde, Bostan-ı İsmailpaşa saray bostanı dimekle ma’ruf, Bostan-ı sandık emini Mehmet Efendi karib-i İsmailpaşa, Bostan-ı Hamamcı Hacı Abdi, karibi Saray-ı İsmail. D.BŞM 1841 s.18-41 (15.Za.1147/ 8 Nisan 1735)
[19] Domenica Sestini’nin Sclavonians diye tarif ettiği insanlar, muhtemelen bu günümüz Makadıonya şehirlerinden İstanbul’a çalışmak için gelen insanlardır. Ayrıca: Faroqhi, Suraiya. “Supplying Seventeenth – and Eighteenth Century Istanbul with Fresh Produce”,Nourrir les Cités de Méditerranée: Antiquité- Temps Modernes, (eds.) Brigitte Marin and Catherine Virlouvet, Paris: NJ: Princeton University Press, 2003, s.285.
[20] Kubilay, Ayşe Yetişkin, İstanbul Haritaları 1422-1922, Denizler Kitabevi, 2009, s.118.
Kaynaklar
Barkan, Ömer Lûtfi. Istanbul Vakıfları Tahrîr Defteri: 953 (1546) Târîhli. Istanbul: Baha Matbaasi, 1970.
Canatar, Mehmet. Istanbul Vakiflari Tahrîr Defteri: 1009 (1600) Târîhli. Istanbul: Istanbul Fetih Cemiyeti, 2004.
Eldem, Edhem, Daniel Goffman, and Bruce Masters.The Ottoman City Between East and West: Aleppo, İzmir, and Istanbul. Cambridge University Press,1999.
Evliya Çelebi b. Derviş Mehemmed Zilli (2006). Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi,Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdat 304 Numaralı Yazmanın Transkripsiyonu-Dizini, Cilt.I,ed by Robert Dankoff, Seyit Ali Kahraman ve Yücel Dağlı (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları).
İnalcik, Halil. The Survey of Istanbul 1455: the text, English translation, analysis of the text, documents, İşbankası Kültür Yayınları, 2012.
Faroqhi, Suraiya. “Supplying Seventeenth – and Eighteenth Century Istanbul with Fresh Produce”, Nourrir les Cités de Méditerranée: Antiquité- Temps Modernes, (eds.) Brigitte Marin and Catherine Virlouvet, Paris: NJ: Princeton University Press, 2003, s.273-301.
Kubilay, Ayşe Yetişkin, İstanbul Haritaları 1422-1922, Denizler Kitabevi, 2009.
Müler-Wiener, Wolfgang, İstanbul Limanı (İstanbul; Tarih Vakfı Yurt Yayınları), 1998.
Olivier, Rolin, Türkiye Seyahatnamesi (1790 Yıllarında Türkiye ve İstanbul) (Çev. Oğuz Gökmen), Ayyıldız Matb. Ankara 1977.
Whittaker, C. R. (1990) ‘The consumer city revisited: The Vicus and the City”, Journal of Roman Archaeology 3. s. 110–18.
Osmanlı Arşivi
A.DVNS.MHM.d 32; D.BŞM 1841; EV.VKF 24/11; TS.MA.d. 6946; TT.d 759
* Aleksandar Shopov, Harvard Üniversitesi; Ayhan Han, MA Bilgi Üniversitesi
** Bu yazı Toplumsal Tarih Dergisi’nin Ağustos sayısında yayınlandı.