2016 yılı boyunca yayınlanmış yazılar arasından en çok ilgi gören 5 yazıyı seçtik.
Arkiteracom’da en çok ilgi gören alanlardan biri Görüş. Bir koşul aramaksızın, herkesin dilediği konu hakkında yazdığı nitelikli yazıları paylaşmasına olanak tanıdığımız Görüş bölümünde, 2016 yılı boyunca yayınlanmış yazılar arasından en çok ilgi gören 5 yazıyı seçtik. Bu seçimde, konu ve yazar çeşitliliğini ortaya koymaya dikkat ettik. Dolayısıyla aynı yazarların benzer konularda öne çıkan yazılarının tamamını bu listeye almadık.
Bu yıl yayınladığımız görüş yazıları içinde öne çıkan konular arasında, 15. Venedik Mimarlık Bienali’nde Türkiye Pavyonu sergisi ve mimarlık meslek alanı ve eğitimi vardı. İşte öne çıkan 5 yazı:
İki Mimar rumuzlu yazarın mimarlık öğrencilerine hitap ettiği ironik yazıları oldukça dikkat çekti. En çok ilgi gören bu yazısında mimarlık fakültesi öğrencilerine seslenen İki Mimar, diplomayı hızlıca alabilmeleri için bir rehber hazırladı. Bu rehberde hocalarla ilişkilerden, derslerden “yırtmanın” metotlarına kadar çeşitli tüyolar mevcut. Fakat tüm bunların sonuna şöyle ekliyor İki Mimar:
Mimar olacak sensin. İyi bir mimar olmanın zevkine varacak olan da sensin. Kendini bilecek ya da kendini kandıracak olan da sensin. Hayatında inişli çıkışlı, yarışma kazanmış veya hakkı yenmiş mimar halleri olacak. Hak ettiğini alamayacaksın. Bu piyasada kötü olanlarla aynı kefede sayılacaksın, belki onlar daha iyi durumda olacak.
Fakat bil ki yukarıdaki tüyoları kullanıp kullanmamak elinde.
Yazarın diğer yazılarını buradan inceleyebilirsiniz.
Ahmet Turan Köksal’ın kaleme aldığı bu yazı, mimarlık mesleğinin “hayaller-gerçekler”ini ortaya koyuyor diyebiliriz. Meslek alanının dışarıdan göründüğü gibi toz pembe olmadığını anlatan mimar, mesleği sevdiren kimi kalıplaşmış tanımlamaları kendi deneyimlerinden yola çıkarak çürütüyor.
(…) bir iletiye rast geldim: “Mimarlık mesleğini tercih etmek için 20 geçerli sebep”
Okudum, gerçekten doğru tespitler de var belli ki meslekten birileri yazmış. Çok tozpembe bir tablo çizilmiş. Yani meslek seçiminde kararsız kalmış bir mimarlık adayı için aşırı doz alımında yan etkileri dahi olabilir.
(…)
Şimdi bazı uyarılarda bulunacağım. Mimarım ben de. Mimarlığı çok severim. Çok zorlanıyorum yalnız. Hayat hiç de bana tozpembe gelmiyor.
Yazarın diğer yazılarını buradan inceleyebilirsiniz.
Bu yıl bienalde Tükriye Pavyonu’nda sergilenen Darzana projesi oldukça tartışma yaratmıştı. Aynı tartışmaları uzun uzadıya anlatmak yersiz olsa da kısaca şöyle özetlenebilir: Açık çağrıyla elde edilen Türkiye Pavyonu sergisi için, Ertuğ Uçar, Mehmet Kütükçüoğlu ve Feride Çiçekoğlu küratörlüğünde hazırlanan, Haliç Tersaneleri ile Venedik Tersaneleri arasında bağ kurmayı amaçlayan proje seçilmişti. Proje, genel olarak Venedik Mimarlık Bienali’nin temasıyla uyumsuz bulundu ve ekipte Haliçport projesinin mimarlarının yer alması sebebiyle etik olmadığı savunuldu. Seçici kurulda yer alan Uğur Tanyeli tüm bu tartışmalar üzerine sessizliğini bozarak “Venedik Mimarlık Bienali’ne Türkiye Katılımı ve Koparılan Fırtına” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Şüphesiz ikinci bir fırtına da bu yazının ardından koptu. Yazısında tüm bu tartışmaların yersiz olduğunu savunan Tanyeli, Venedik Mimarlık Bienali için hazırlanan işin, tersanedeki mimari girişim ile aynı kefede değerlendirilemeyeceğini ifade etti.
Venedik Mimarlık Bienali için hazırlanan işin ne mesajı, ne göndermeleri, ne de imaları şu anda tersane alanında yapılması planlanan mimari girişimlerle ilişkili değilken, neden ısrarla Venedik’e sanki tersaneyi yeniden işlevlendirmeyi meşrulaştıran bir proje yollanıyormuş gibi takdim ediliyor?
(…)
Öngörülen konsept, şimdilerde sürekli “yerli ve milli” terimleri kullanılarak kültürel içe kapanma mesajları verilen bu ülke için özellikle anlamlı.(…) Hiç abartısız, bu işin son yıllarda Türkiye’den mimarlık adına bir dış ülkeye yollanmış en ciddiye alınabilir kavramsal çalışma olduğunu iddia edeceğim.
Türkiye Pavyonu hakkında yazılan diğer yazıları buradan inceleyebilirsiniz.
Venedik Mimarlık Bienali Türkiye Pavyonu üzerine bir başka dikkat çeken yazı da Ömer Yılmaz tarafından kaleme alınmıştı. Uğur Tanyeli’nin bienal yazısına eleştiri olarak kaleme aldığı bu yazıda Yılmaz, bienal işi ile Haliç Tersanesi projesinin neden birbirinden ayrı tutularak değerlendirilemeyeceğini anlatıyor.
Fırtına koparmak için “önemsiz bir şeyi büyütüp içinden zor çıkılır bir olay hâline getirmek” diyebiliriz. Gerçekten fırtına mı koparıldı acaba? Haliç Tersanelerinin binlerce odalı bir gayrimenkul yatırımı olarak geliştirilecek olması gerçekten küçük bir şey mi? Ya da gerçekten Bienal işi ile Haliç Tersaneleri birbirinden ayrı düşünülebilir mi?
Genç bir mimar olan Onurcan Çakır’ın, İstanbul’dan kaçarak Urla’nın bir köyünde, kendi tasarladığı evinde yeni bir yaşam kurması ve orada sürdürdüğü mimarlık pratiği üzerine kaleme aldığı bu yazı, belki de pek çok kişinin ortaklaştığı “kaçıp gitme” duygusunu taşıdığı için çok sevildi. Onurcan yazısında, Urla’da yaşamaya başladığı andan itibaren ilçeye dair gözlemlerini, içinde yer aldığı projeleri, kendi evinin tasarım ve inşa sürecini anlatıyor.
Buraya geldiğimden beri simite gevrek, çekirdeğe çiğdem diyenlerin çoğunlukta olmasına alıştım da, “ona simit denmez, gevrek denir”cilere pek alışamadım hala. Neyse, fanatik İzmir milliyetçilerini kızdırmaya gerek yok, gerekirse gevrek de derim şu güzel ortamı bozmamak için. Zaten bu kadar zengin bir sebze – meyve ve ot kataloğuna sahip bir Ege şehrinde bence bunun sözünü etmeye bile değmez (İstanbul’un simidi daha lezzetli).