Taksim Gezi, 1930'larda Taksim'den Harbiye ve Dolmabahçe'ye doğru uzanacak geniş bir yeşil alanın başlangıç noktası olarak düşünülüyordu.
Taksim Gezi, İstanbul’un Central Park’ı olarak kurgulanmıştı. 30’ların sonunda İstanbul’u modern bir kente dönüştürsün diye çağrılan Henri Prost’un hazırladığı planlarda merkezi bir park olarak Taksim ve civarına yayılan geniş bir yeşil alan düşünülüyordu. Bu büyük alan Eyüp Can’ın dün Radikal’e manşet olan yazısında anlatıldığı gibi, Taksim’den Harbiye, Maçka ve Dolmabahçe’ye doğru uzanacaktı. Kışla yeşil alanın başlangıcı olması için yıkıldı, arsası düzenlendi ve hatta dönemin Milli Şef’i İnönü’nün adı verildi. Ama hiçbir zaman diğer alanlarla birleşip Prost Planı’ndaki gibi hayal edilen o muhteşem parka, o güzel gezinti yerine dönüşemedi. İçine Dolmabahçe Stadı, Açıkhava Tiyatrosu, Lütfi Kırdar, oteller vs. yapıldı; tırtıklana tırtıklana küçüldü, parçalara bölündü. Geriye Maçka Demokrasi Parkı, Gümüşsuyu’ndan aşağıya inen yeşillikler ve Taksim Gezi kaldı.
İstanbul’da insanlar otoban kenarlarında piknik yapmaya, mendil kadar parklarda çocuklarını gezdirmeye filan uğraşırken kent merkezinde yeni yeşil alanlar yapmak neden kimsenin aklına gelmez anlamak mümkün değil. Bunun için mahalleri istimlak edip park açmak, yeni bir İstanbul Boğazı açmak gibi bir fantezi olurdu. Hadi ondan vazgeçtik ama devasa kamusal yapıları yıkıp elde edilen boş arsalar neden yeni AVM ve rezidanslara tahsis ediliyor? “Ali Sami Yen, Dolmabahçe statları yıkılsın, bir daha yapılmasın, yerleri de park bahçe olsun” dediğimizde neden birileri kızıyor?
Şimdi o ‘merkezi park’ fikrinden geriye kalan Taksim Gezi de yeni bir rezidans ve AVM projesine tahsis edilmiş vaziyette. Kamunun elindeki bir büyük arsa, hem de yeşil alanken yapılaşmaya açılıyor…
Prost ve onun planlarını uygulayan Belediye Başkanı Lütfi Kırdar bir yandan da kültürel mirasa zarar vermekle suçlanır. 40’lardan bu yana herkes aynı kentsel suçu işliyor. Tarihi yapılar, yeşil alanlar kaybolup gidiyor; işin fenası buna karşı çıkanlara da ‘gelişmeye karşı birtakım marjinaller’ muamelesi yapılıyor. CHP’den AKP’ye 70 senelik bir Türkiye gerçeği…
Yeni dalga kent muhalifleri
“Mahalleme, meydanıma, ağacıma, suyuma, toprağıma, evime, tohumuma, ormanıma, köyüme, kentime, parkıma dokunma!” Gezi Parkı’nda iki büyük ağacın arasına asılan pankart eylemin ruhunu böyle özetliyordu. İş makineleri parka girdiğinden bu yana orada bekleyen yüzlerce insan, hepsinin ortak noktası kızgın olmaları. Mimarlar Odası, kadın örgütleri, LBGT örgütleri, aktivist Müslümanlar, Oyuncular Sendikası, gibi pek çok STK artık büyük bir beceriyle kuruluveren portatif kürsüde varlık gösteriyor. Tanınmış simalar kürsüye çıkıp ‘kızgın ve eğlenceli’ konuşmalar yapıyorlar. Etraflarındaki kalabalığın çoğu gençlerden oluşuyor. Kentsel dönüşüme karşı direnmek, kendi hayatına sahip çıkıp sesini duyurabilmek amacıyla bir araya gelmiş insanlar. Tıpkı kürsü gibi icap ettiğinde kuruluveren, polise, zabıtaya, gaza suya direnip sesini yükselten bir başka örgütlenme biçimi bu. Samba ritim grubuyla eylemi bir şenliğe dönüştürmesini bilen neşeli bir kitle. Aynı zamanda da gece gündüz eylem alanından ayrılmayan artık sıkılan gaza karşı kılı kıpırdamayan inatçı bir grup.
Her tür muhalefete kulağını tıkamış, sadece kendi bildiğini okuyan idarecilerin Türkiyesi’nde yeni bir sivil itaatsizlik dalgası kıpırdanıyor. Sanki bu toplumun bir parçası değilmiş muamelesi gören, habire hariçten gazel okuduğu ima edilen, kürsülerde, eylem alanlarında itilip kakılan bu insanlar ‘kızgın’. Bu kızgın kalabalık neşesini de kararlılığını da kaybetmiyor. Mesela iki gündür Gezi Parkı’nda kurdukları kırk çadırda geceleyip 24 saat eylem yapmaya devam ediyor. Ne diyelim, helal olsun onlara.