Eski Marksist yeni “mızmız liberal” olarak zaman zaman ben de Engin Ardıç’la aynı duyguları paylaşıyorum. Bürokrasi kuyrukçusu, dar kafalı, istemezükçü, sıkıcı solcular şehirde bir yere çivi çakılacak olsa hemen karşı çıkıyorlar.
Akıl yolunu gösterdiğin zaman da satılmışlıkla suçlanmaktan kurtulamıyorsun. “Perşembe Pazarı’nda esnaf tarihî çevreyi berbat ediyor, o hırdavatçıların oradan çıkması lazım” diye yazdığımda mail kutum solun imbiğinden geçirilmiş nadide küfürlerle dolup taşmıştı. “Emek Sineması tarihî olma özelliğini daha 1970’lerde kaybetmişti” diye yazdığımda ise korkumdan bir süre Mis Sokak’tan geçemedim.
Nereyi dönüştürsen rant, nereyi restore etsen talan. Üstelik öyle bir protesto dili kullanılıyor ki, sanki “İstanbul Komünü”nün barikatlarına dayanmış kralın (tabii burada padişahın) askerlerine karşı direniş çağrıları yapılıyor.
Bu zihniyetle bir dönem İstanbul’a gerçekten çivi bile çakılamadı. İstisnasız bütün dönüşüm projeleri meslek odaları tarafından mahkemelere taşındı, çıkan yürütmeyi durdurma kararları yüzünden şehir dev bir harabeye döndü.
Sonunda hükümet, Napolyon’un Paris’i emanet ettiği Baron Haussmann’ı bile gölgede bırakan yetkilerle donattığı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı kurdu, bütün o yürütmeyi durdurma kararları yeni çıkan yasalarla geçersiz kılındı. Koruma Kurulları işlevsizleştirildi, müteahhitler bayram etti. İşte, ben ve benim gibilerin mızmızlanması tam da bu noktada başladı.
Engin Ardıç, Galataport kapsamında Salıpazarı Limanı’nda yapılacak düzenleme netleştiğinde, biz mızmızlara bir çağrı yaptı: İçinde alışveriş merkezi, otel gibi “rantçı” projeler olan bu inşaata neden karşı çıkmıyorsunuz?
Engin Ardıç’ın bu çağrısını okumamıştım ama mızmızlık kanımıza işlemiş olacak ki, Galataport’u 2006 yılında mahkemeye götüren Şehir Plancıları Odası’na ne yapacaklarını sorduk, aldığımız cevabı da yayımladık. Sahil halka kapatılırsa oda, projeyi yeniden mahkemeye götürecek. Engin Ardıç diyor ki, sahil gümrük bölgesi olduğu için şimdi de halka kapalı.
Oysa mesele bu kadar basit değil. Gümrüklü bölge tabii ki kapalı olacak ama Salı Pazarı Liman Projesi’nde bütün kıyı kanunu ihlal ediliyor. Sahildeki yapılaşma mesafeleri oteller ve alışveriş merkezleri lehine değiştiriliyor.
Engin Ardıç, Topçu Kışlası’ndan Kanal İstanbul’a, Taksim Meydanı’nın yayalaştırılmasından,Maslak’taki inşaat projelerine İstanbul’un başına ne gelecekse hepsini destekliyor. İtiraz edenleri ise“sırf hükümete gıcıklık olsun diye pis kapitalistlerin işlerine çomak sokan züğürtler”olarak karikatürize ediyor.
Ona göre İstanbul’da bırakalım yapsınlar, bırakalım geçsinler. Hatta liberal iktisat teorilerine kaynaklık eden arkaik görüşler hayata geçirilsin. Özgürlükler yalnızca piyasa için geçerli olsun. Serbest düşünce, serbest piyasayla karşı karşıya geliyorsa o kadar da serbest olmasın.
Hükümet de aynı böyle düşünüyor. Yalnızca yoksulları yerlerinden etmiyor, kentsel dönüşüm alanlarında kamu mülkiyetini özel sektöre açmanın yanında, özel mülkiyet haklarını da gasp ediyor. Örneğin Tarlabaşı’nda kültür mirası kapsamında olmayan özel mülkleri, kültür mirasıyla ilgili yasalar kapsamında, değerinin çok altında fiyatlardan istimlâk ediyor. Altı milyon avro fiyat biçilen tarihî olmayan bir iş hanına, bir milyon avroya el koyuyor.
Devlet Taksim’de yurttaşlara sormadan büyük inşaat projelerine girişiyor. Bu bölgede iş yapan tüccarların son derece kârlı işletmelerini bir gecede yok ediyor. İstanbullulara sormadan coğrafyayı değiştirmeye kalkıyor. Bilim adamların uyarılarına kulak asmadan, Marmara ve Karadeniz arasındaki akıntı rejimini tehdit ediyor.
Görüldüğü üzere kapitalistlerin para kazanmasına karşı çıkmadığım gibi altı milyonluk hanı olan zenginlerin haklarını savunuyorum. Tarlabaşı’nda, Sulukule’de, deprem odaklı kentsel dönüşümün yapıldığı bütün bölgelerde özel mülklerin üç kuruş paraya devlet tarafından gasp edilmesine karşı çıkıyorum.
Engin Bey, bizim mızmızlığımız liberalliğimizden. Devletin özel mülkiyeti yağmasını savunan biri olan size merkantilist mi demeliyiz?