Taraf Gazetesi yazarlarından Tayfun Serttaş'ın Akaretler hakkındaki yazısı.
Akaretlerin ne olacağı sorusu, son yirmi yılın kentsel tartışmalarında önemli bir yere sahipti. Dolmabahçe Sarayı’nın uzantısı olarak 1875’te Mimar Sarkis Balyan tarafından inşasına başlanan sıra evlerin yapımı Sultan Abdülaziz tarafından desteklenmişti. Akaretlerin yapım gerekçesine ilişkin farklı tezler bulunmakla beraber, en akla yatkın olanı, saray çalışanlarının kullanımına uygun lojmanlar yaratma fikridir. İlerleyen yıllarda bulunduğu semte de adını verecek olan bu lojmanlar, “Akaret Sıra Evleri” olarak adlandırılan konut tipinin İstanbul’daki en önemli örneği olur. Bugünkü adıyla Şair Nedim ve Süleyman Seba caddelerinin birleştikleri eğimli arazide kurulan Akaret Sıra Evleri, 138 konut birimini kapsar. Mülkiyeti Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olan kompleks, Cumhuriyet’in ardından çeşitli amaçlarla kullanılmakla birlikte, büyük bölümü genel müdürlük çalışanlarına mesken olarak tahsis edilir ve lojman özelliğini uzun yıllar korur.
Şişli’deki eve geçmeden önce bir dönem Atatürk’ün de ikamet ettiği Akaretler, bizim kuşak kendini bildi bileli sözde restorasyonu devam eden metruk alanların başında geliyordu. Bitişik sisteme sahip olması nedeniyle Cumhuriyet tarihi boyunca bina numaraları dahi değişmeyen bu kadim yapılar, yakın döneme kadar İstanbul’a ait değilmişçesine kentten ve hatta saraydan dahi kopuk algılanmaktaydı.
1980’lerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Dalan’ın girişimleri ile Akaretlerin restorasyonu ve 49 yıllığına kiralanması için devletten onay alınır. Bunun üzerine 15 Ekim 1987 tarihinde Net Holding tarafından “yap-işlet-devret” modeli ile 49 yıllığına kiralanır ancak uzun yıllar çivi dahi çakılmaz. Net Holding tarafından kurulan “Akarnet Konaklama Tesisleri Yatırım ve İşletme A.Ş.” 2003 senesinde Garanti Bankası’na devredilir. 2005’te ise Akarnet’in hisseleri Hayat Turizm Ticaret A.Ş. tarafından satın alınır ve ismi “Akaretler Turizm Yatırımları A.Ş.” olarak değiştirilir. 55.000 m2 kapalı ve 5.000 m2 açık olmak üzere toplam 60.000 m2 kullanım alanına sahip olan Akaretler, 2008’in mart ayında neredeyse 20 seneye dağılan çileli restorasyon projesi tamamlanmış olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından büyük bir açılışla kente kazandırılır.
İstanbul’un tüm tarihsel unsurlarına “dekor” olarak bakan ve “stage” muamelesi yapan bir anlayışın son dönemdeki en büyük kazanımıdır bu. Yoksa İstanbullular değildir kazanan, hatta iki adım ötedeki Beşiktaş ahalisine dahi söyleyecek pek bir sözü yoktur bu lokasyonun. Bugün Taksim Projesi’ne hararetle karşı çıkanlar (üstelik bu karşı çıkışı en çok kamusallığa bağlayanlar) neden ağızlarını açıp o gün Akaretler için iki kelam edemediler(?) bilemeyiz. Ancak 2008’den itibaren kent hayatına kazandırılan “Neo Akaretler”, tamı tamına bugün Taksim Meydanı’nda uygulanmak istenen shopping mall kompleksine mikro bir model oluşturmaktan daha fazlası değildi.
Onlarca sene kentten kopuk algılanan Akaretlerin tümüyle bir açık hava shopping mall’a dönüşmesinin en çarpıcı katma değeri ise sanat olur. Özel sektör, sermaye ve devletin bu bildik konsensüsünden fışkırır, bolca sanat. O güne kadar koleksiyoner olarak tanınan sanat yatırımcıları dahi Akaretlerle birlikte yeni bir kulvara geçerek sıra evlerin müstesna noktalarına ardı ardına ticari galeriler açarlar. İstanbullular için hâlihazırda illüzyon etkisi yaratan bu mimari fon önünde bir gece ansızın Amanda Lepore’un memelerini tutarak kaldırımdan karşı karşıya geçmesi bile artık kimseyi şaşırtmaz. Olay anlaşılmıştır. Kültürel bir sirk alanı olarak kurgulanan Neo Akaretler, kentin kredi kartlı tüm marjinal unsurlarını “kaldırmaya ve hatta kalkındırmaya” odaklanmış bir “haz noktası” yanılsamasıdır artık. Böylelikle bir kez daha kent Akaretlere, Akaretler kente uzak düşer. Ne büyük talihsizlik!
Suudi zevki ve Amerikan rüyasının buluştuğu bu yeni “vaha” (ya da İngilizce “oasis” daha doğru tanımlar, çünkü halüsinasyon göndermesi vardır) Tophane ile taban tabana zıt özellikler taşıması nedeniyle özel olarak incelenmeye değer. Akaretler deneyiminin yalnızca sanatçı profili ve sanat pratiği bağlamında değil, galerici profilini de tümüyle dönüştüren bir ikilik yarattığını eklemek gerekir. Bir yanda mahallelinin camını taşlaması pahasına sergi yapmayı göze alan, risk alan genç girişimciler, diğer yanda ise gündelik tabirle parayı basanların tepeden indiği bir düzen hâkim olur İstanbul sanat ortamına. Emeği ile süreci göğüslemeye çalışanlar ve güvenlik görevlilerinin kapısını açtığı porsche’sinden inerken topuğu kaldırım taşına takıldığı için yakınanların “aynı ortamda” anıldığı bir paradoks başlar. Bu açıdan Akaretler bir yana, Tophane bir başka yana düşer. Akaretler kazanmak, Tophane direnmektir “birtakım” sanatçının gözünde. Bazı sanatçılar için yeni bir “fırsatlar çağı” başlamıştır bile… Kimse bunu yadırgamaz.
Tophaneye girerken düğmelerini ilikleyenler, Akaretlere girerken dekoltelerini rahatlıkla açıyorlar bugün. Akaretler bize İstanbul’un hiçbir noktasında sahip olamayacağımız bir özgürlüğü, daracık bir kaldırımın üzerinde para ile satın alma imkânı sunuyor. Akaretler sadece bir sanat mekânı değil, cüsseli güvenlik görevlileriyle, kendi sokaklarına özel pahalı kaldırım taşlarıyla, pahalı butikleriyle ve bu görüntüye katma değer sağlayan güncel sanatıyla gerçekten “sıradışı” bir yer. Bir nevi çölün ortasında açan bir gonca gül. İnsanın gidip gidip koklayası geliyor hani, öyle bir fetiş. Öyle bir Suudi sterilliği.
Özellikle gece görüntüsü, eski bir trençkotu andıran kentin sağ üst köşesine dikilmiş bir arma gibi duran bu kompleksin akıbeti hâlâ belli olmasa da, bugünlerde bize sanat öneriyor, sanat önermeye devam ediyor, sanat izlemeye davet ediyor “tüm İstanbulluları” Akaretler. Bu işin başka birçok yüzü olduğuna ikna ediyor adeta, izleyenleri.
Buyurunuz, gidiniz, izleyiniz.