Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Oktay Ekinci yazısında, akıllı binaların yer seçim kriterlerini eleştiriyor.
“Fulya” bir “dere”nin adı… İstanbul’da vaktiyle aktığı semte de adını veren derenin tam üzerinde ise bugün “Fulya Deresi Sokak” var!
Mecidiyeköy’den Beşiktaş’a dik yamaçlardan inen derenin “betonlaşmış” yatağında şimdi sayısız apartman, hastane, gökdelen rezidans, AVM, dev oteller, işyerleri ile 17 Temmuz’da yanan “Polat Tower” (kule) de bulunuyor.
Semtin rasgele inşa edilmiş eski binaları yüksek yapılara dönüşürken, cadde ve sokaklarının eski genişlikleri değişmediğinden, İstanbul’un en dar ama trafiği en yoğun “yokuş”ları Fulya’da…
İşte bu plansız yolların arasında 2002’de yapılan 42 katlı Polat Kulesi’nde yangın başladığında en kısa sürede yetişen “itfaiyenin başarılı müdahalesi” görmezden gelinerek denildi ki; “Kule ‘akıllı bina’ olduğundan, yangına karşı korunma sistemleri hemen devreye girdi.”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da ilk söz olarak “akıllı bina”yı övünce, ertesi gün kimi gazetelerimizin manşetleri şöyleydi: “Bina kendi kendini söndürdü”!..
Böylesi “akıllı bir bina” için “yer seçimi”nin neden “aptalca” olduğu, “dere yatağında gökdelen”lere nasıl ve hangi şehircilik ilkesiyle izin verildiği ise kimsenin umurunda değildi… hâlâ da değil!..
Polat Kulesi’ni akıllı kılan yangın güvenlik önlemlerini aslında gerçekten kutlamak gerekir. Sahibi Adnan Polat’ın açıkladığına göre “6 milyon dolar”lık ek maliyetle gerçekleştirilen altyapıyla cepheyi saran alev ve dumanın içeri girmesi önlenmiş; merdivenlere ters basınçlı hava verilmiş; bini aşkın insanın aşama aşama tahliyesi sağlanmış; evcil hayvanlar bile kurtarılmıştı…
Alevlerin binayı kısa sürede sarmasının nedeni ise “polipen” denen kaplama malzemesinin “yanıcı” özelliğiydi. İşte bu amansız yangınla yaratıcılarıyla, itfaiye teşkilatı mükemmel bir organizasyonla başa çıktı. Merdivenler gökdelenin boyuna erişemeyince de helikopterle denizden su getirilip üzerine boşaltıldı. Adnan Polat’a, binadaki daire sahipleri ve sakinlerine samimiyetle geçmiş olsun diyoruz…
Ama Fulya’daki yapıların yer seçimlerinde izlenen “aptal”ca imar anlayışını acaba ne zaman sorgulayacağız?
Hangi “akıllı” ülkede “mahalle arasında gökdelen”e izin veriliyor; hangi “aklı başında” ülkede “dere yatağı üzerinde kentleşme” var?
Yanıtları düşüneduralım; Stockholm’de yaşayan mimar Abdullah Tuncel’den gelen e-mektubu özetleyerek paylaşıyorum:
“Stockholm’ün merkezine yapılması düşünülen bir gökdelenin projeleri basına yansıyınca kıyamet koptu! Çünkü burada bir gelenek var, 7 katı geçen yapılar tartışmaya açılır.
Önce Stockholm ilinin yetkilileri tepki gösterdiler; sonra da siyasi partiler karşı çıktılar. Bunun üzerine belediye başlangıçta cılız kalsa da tepki göstermek zorunda kaldı. Şimdi sivil toplum örgütlerinin de muhalefetleri bekleniyor.
Resmi ağızların tepkileri kısaca şu gerekçelere dayanıyor:
1) Bu gökdelen, Stockholm’ün geleneksel siluetini bozacak.
2) Tarihi çevrenin ‘genel peyzaj’ına ciddi zarar verecek.
3) Stockholm’ün merkezini “karaktersiz”leştirecek.
4) Kentin merkezine trafik, hava kirliliği, altyapı vb. açıdan çok gereksiz bir yük getirecek.”
İsveçliler “rant kuleleri”ne karşı kentlerini böyle koruyor.
Ne diyelim? Darısı başımıza…