Almanya’nın Başkenti Berlin

Şehirciliğin Öncüleri dosyamız kapsamında sırada Almanya’nın başkenti ve en büyük şehri olan Berlin’i inceliyoruz.

Taş apartman bloklarının etkisini yumuşatan ağaçlarıyla ve şehir merkezinden doğuya ve batıya kanalları aracılığıyla yayılan Spree Nehri ile her zaman yeşil bir şehir olan Berlin, ilk olarak 13. yüzyılda, iki önemli tarihi ticaret yolunun kesiştiği nokta olarak belgelenmiş. Şehir, Spree Nehri’nin bir adasındaki Cölln kasabası ve nehrin adaya bakan kuzey kıyısındaki Eski Berlin (Altberlin) olmak üzere küçük bir arazi parçası üzerinde gelişme göstermiş. Bu kasabalar, Prusya Kralı I. Frederick tarafından 1710’da Berlin’i oluşturmak üzere birleştirilmiş. Spree Nehri’ndeki adanın güney kısmını oluşturan Fischerinsel bölgesi’nden ilk olarak bir belgede bahsedilen tarih olan 1237 yılı, şehrin kuruluş tarihi olarak kabul ediliyor.

Tarih boyunca, Kutsal Roma İmparatorluğu’nun önemli prensliklerinden biri olan Brandenburg’a (1417-1701), Prusya Krallığı’na (1701–1918) ve Alman İmparatorluğu’na (1871–1918) başkentlik yapmış. Avrupa siyasi sahnesinde güçlü figürlere ev sahipliği yapan şehir, bu süreç içerisinde sürekli genişlemiştir ve Barok bir görünüm kazanmış. Charlottenburg Sarayı gibi yeni kaleler inşa edilmiş, geniş caddeler, güzel meydanlar ve görkemli taş binalarla süslenmiş. Merkezi bölge, Wilhelmstrasse ve Friedrichstrasse gibi geniş kuzey-güney caddeleri ve karakteristik doğu-batı yol ekseni ile şekillenmiş. 19. yüzyılın sonlarında banliyöler bu arterler ve yan sokakları etrafında gelişmiş.

19. yüzyılda Sanayi Devrimi ile birlikte Berlin büyük bir değişim geçirmiş. Ekonomisi ve nüfusu çarpıcı biçimde genişlemiştir ve şehir, Almanya’nın ana demiryolu ve ekonomik merkezi haline gelmiş. Ek banliyölerin kısa sürede gelişmesiyle Berlin’in alanı ve nüfusu daha da artmış.

20. yüzyılın başlarında ise mimari, resim ve sinema gibi alanlarda geliştirilen yeni sanatsal tarz biçimleri ile birlikte Alman Ekspresyonist hareketi için verimli bir çalışma alanı haline gelmiş.

İkinci Dünya Savaşı ve işgalin ardından şehir 1961 yılında, prefabrike beton levhalardan oluşan Berlin Duvarı ile ikiye bölünmüş ve Batı Berlin, Berlin Duvarı ve Doğu Almanya toprakları ile çevrelenmiş. Friedrichstrasse’deki Charlie Kontrol Noktası gibi çok sıkı korunan birkaç noktadan geçiş sağlanabilmiş.

Berlin’in siyasi ve fiziksel bölünmesi, şehir planlamasını oldukça etkilemiş. Bir zamanlar kentin merkezi idari, ticari ve kültürel bölgesi Berlin Mitte, Doğu Berlin’in bir parçası haline gelmiş. Dolayısıyla, duvarlarla çevrili Batı Berlin, yeni bir merkezi bölge geliştirmek zorunda kalmış. Doğu Almanya’nın başkenti Doğu Berlin iken Batı Almanya’nın başkenti Bonn ilan edilmiş. 1990’da Almanya’nın yeniden birleşmesinin ardından Berlin bir kez daha tüm Almanya’nın başkenti olmuş.

9 Kasım 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması

Öte yandan şehir, savaş sırasındaki hava saldırıları, yangınlar ve sokak savaşları ile harap olmuş. Hem Doğu’da hem de Batı’da ayakta kalan binaların çoğu savaş sonrası dönemde yıkılmış. Bu yıkımın çoğu, yeni iş veya yerleşim bölgeleri ve ana arterler inşa etmek için belediyeler tarafından gerçekleştirilmiş.

Ek olarak, savaş öncesi inşa edilen binaların süslemelerinin çoğu, modernist görüşlerin baskısı ile yok edilmiş. Hem savaş sonrası dönemde hem de Berlin’in birleşmesinin ardından, Forum Fridericianum, Devlet Operası, Charlottenburg Sarayı, Şehir Sarayı’nın barok cepheleri ve Gendarmenmarkt’taki anıtsal binalar dahil olmak üzere birçok yapı yeniden inşa edilmiş. Birçok yeni bina, tarihi öncüllerinden veya Berlin’in genel klasik tarzından ilham almış.

1989’da Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve Doğu Alman nüfusunun baskısı ile Berlin Duvarı 9 Kasım’da büyük ölçüde yıkılmış. 1990’da Almanya’nın iki parçası Federal Almanya Cumhuriyeti olarak yeniden birleştirilmiş. Berlin Duvarı’nın 1,3 km uzunluğundaki günümüze kalan parçası The East Side Gallery, uluslararası bir özgürlük anıtı niteliği taşıyor ve şehrin tarihi bölünmesini gözler önüne seriyor.

East Side Gallery’nin Bir Parçası

Berlin’in tarihi, şehrin çok merkezli bir düzene ve son derece eklektik bir mimariye sahip olmasına neden olmuş. Şehrin bugünkü görünümü, ağırlıklı olarak 20. yüzyıl boyunca gerçekleşen olaylar neticesinde şekillenmiş. Başkentliğini yaptığı tüm hükümetler, şehrin mimarisine kendine özgü bir tarz katan yeniden yapılanma programları gerçekleştirmiş.
Yaklaşık 1200’lü yıllardan kalma St. Nicholas Kilisesi (Nikolaikirche), İkinci Dünya Savaşı sırasında bir bombalı saldırının ardından büyük zarar görmüş ve Berlin’in en eski binasının yalnızca kırmızı tuğlalı kabuğu ayakta kalmış. Berlin’in kuruluşunun 750. yıldönümü olan 1987’de tamamlanan restorasyonun ardından kilise, geçen üç yüzyıldan kalma evlerin replikalarını içeren St. Nicholas bölgesinin merkezi olarak hizmet ediyor.

Doğu’nun merkezini ifade eden Alexanderplatz ve Batı’nın merkezini ifade eden the City West’in yanısıra 21. yüzyılın yeni Berlin’ini temsil eden Potsdamer Platz olmak üzere şehirde önemli meydanlar yer alıyor.

Alexanderplatz

Alexanderplatz’ın bitişiğindeki 368 metrelik Fernsehturm Televizyon Kulesi, Avrupa Birliği’ndeki en yüksek yapılar arasında. Doğu Almanya’nın kuruluşunun 20. yıldönümünü kutlamak için 1969’da inşa edilen kule, Berlin’in merkezi bölgelerinin çoğunda görülebiliyor. Buradan başlayan ve doğuya uzanan Karl-Marx-Allee Bulvarı, Sosyalist Klasisizm stili ile tasarlanmış konutlarla çevrelenmiş.

Fernsehturm Televizyon Kulesi

Fernsehturm’un bitişiğinde kendine özgü kırmızı tuğlalı mimarisiyle Rotes Rathaus (Belediye Binası) bulunmaktadır. Önünde ise, üzerinde Roma mitolojisinde su ve deniz tanrısı olan Neptün’ün yer aldığı Neptunbrunnen isimli çeşme yer alıyor.

Rotes Rathaus (Belediye Binası)

Neptunbrunnen

UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Spree Nehri’ndeki Müzeler Adası, 1830 ila 1930 yılları arasında inşa edilmiş beş müzeye ev sahipliği yapıyor. Eski (Altes) ve Yeni (Neues) müzeleri, Ulusal Galeri (Nationalgalerie), Bode Müzesi ve Bergama Müzesi olmak üzere müzelerin çoğu, Karl Friedrich Schinkel ve öğrencileri tarafından tasarlanan Neoklasik yapılar.

Ek olarak adada, İmparator II. William’ın Roma’daki Aziz Petrus Bazilikası’na Protestan bir muadili yaratma konusundaki iddialı girişimi sonucu inşa edilen Berlin Katedrali (Berliner Dom) bulunuyor. Büyük bir kripta, daha önceki Prusya kraliyet ailesinin bazı kalıntılarını barındırıyor.

Berlin Katedrali (solda) ve Berlin Sarayı (sağda)

Şehir merkezindeki bir diğer katedral ise Büyük Frederick’in emriyle 1747 ila 1887 yılları arasında inşa edilen Aziz Hedwig Katedrali.

Brandenburg Kapısı, Berlin ve Almanya’nın ikonik bir simgesi. Hareketli Avrupa tarihini, birlik ve barışı sembolize ediyor. Kapıya uzanan geniş Unter den Linden Bulvarı, birçok klasik bina ile çevreleniyor.

Brandenburg Kapısı

Bir diğer önemli cadde olan Friedrichstraße de 20. yüzyıl tarzını günümüz Berlin’inin modern mimarisiyle birleştiriyor.

1945’teki son Sovyet saldırısı sırasında bombalanan eski parlamento binası Reichstag, 1999 yılında kapsamlı bir yenilenme süreci geçirmiş. İngiliz mimar Norman Foster tarafından cam bir kubbe tasarlanmış. Bina, meclis toplantılarına halkın ücretsiz girmesine ve şehrin muhteşem manzarasını izlemesine imkân veriyor. Reichstag’ı çevreleyen alan, ulusal hükümetin merkezi haline gelmiş.

Reichstag

Şehir genelinde modern ile gelenekseli harmanlama çabası kendini gösteriyor. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri olan Kaiser Wilhelm Anıt Kilisesi, İkinci Dünya Savaşı’nda harap hale gelen 19. yüzyıl yapısının çan kulesini, 1961’de inşa edilmiş dramatik bir cam ve beton kilise ile bir araya getiriyor.

Potsdamer Platz’ı çevreleyen bölge, duvar yıkıldıktan sonra sıfırdan inşa edilmiş. Berlin’deki Gemäldegalerie, Hans Scharoun tasarımı Berlin Filarmoni Orkestrası Binası ve Mies van der Rohe tasarımı Neue Nationalgalerie gibi kültürel yapılar topluluğunu barındıran Kulturforum bu bölgede.

Bölgenin kuzeydoğusunda ise bir Holokost anıtı olan Katledilen Avrupa Yahudileri Anıtı yer alıyor.

Hackescher Markt’ın çevresindeki bölge, sayısız giyim mağazası, kulüp, bar ve galeri ile moda kültürüne ev sahipliği yapıyor. Buna, 1996’da yeniden inşa edilen ve birkaç avlu etrafındaki binaların bir araya gelmesiyle oluşan Hackesche Höfe kompleksi de dahil.

Yakındaki 1856-1866 yılları arasında inşa edilen Neue Sinagogu, Berlin Yahudi cemaatinin ana sinagogu ve Mağrip mimarisinden izler taşıyor.

Brandenburg Kapısı ile Ernst-Reuter-Platz isimli meydanı birbirine bağlayan Straße des 17. Juni Caddesi, merkezi doğu-batı ekseni olarak hizmet veriyor. Yolun yaklaşık olarak ortasında, Prusya’nın zaferlerini anmak için inşa edilen Siegessäule (Zafer Sütunu) bulunuyor.

17. yüzyıllın sonlarına doğru inşa edilen, 18. yüzyıl sırasında genişletilen ve barok stilini yansıtan Charlottenburg Sarayı, geniş park alanları ile Berlin’in en büyük tarihi sarayı.

1747 ila 1803 yılları arasında inşa edilen ve 2004 ila 2005 yılları arasında yeniden inşa edilen Bellevue Sarayı ise, 1994 yılından beri Almanya Cumhurbaşkanı’nın ikametgahı.

Spree nehri üzerindeki Oberbaumbrücke, Berlin’in en ikonik köprüsü. Köprü, 1896’da tuğla ile gotik tarzda inşa edilmiş. Merkez kısım 1945’te Kızıl Ordu’nun geçmesini engellemek için yıkılmış. Savaştan sonra onarılan köprü, Doğu ve Batı Berlin arasında bir kontrol noktası ve sınır kapısı olarak hizmet etmiş. 1950’lerin ortalarında araçlara kapatılmış ve 1961’de Berlin Duvarı’nın inşasından sonra yaya trafiği büyük ölçüde kısıtlanmış. Almanya’nın yeniden birleşmesini takiben, orta kısım çelik bir çerçeve ile yeniden inşa edilmiş.

150 metre yüksekliğindeki radyo kulesi Berliner Funkturm, 1924 ila 1926 yılları arasında fuar alanında inşa edilmiş. Yerden 126 metre yükseklikte, pencereli bir asansörle ulaşılabilen gözlem güvertesi bulunuyor.

Gendarmenmarkt, adını 18. yüzyılda burada bulunan ünlü Gens d’armes alayının karargahından alan Berlin’deki neoklasik bir meydan. Benzer şekilde tasarlanmış iki katedral, Französischer Dom (Fransız Kilisesi) ve Deutscher Dom (Alman Kilisesi), meydanı çevreliyor. Berlin Senfoni Orkestrası’na ev sahipliği yapan Konzerthaus (Konser Salonu), iki katedral arasında konumlanıyor.

Kent alanının üçte birinden fazlası yeşil alan, ormanlık alan ve sudan oluşuyor. Berlin’in ikinci en büyük parkı olan Großer Tiergarten, şehrin tam merkezinde yer alıyor. 210 hektarlık bir alanı kaplayan park, City West’teki Bahnhof Hayvanat Bahçesi’nden doğudaki Brandenburg Kapısı’na kadar uzanıyor.

Berlin, tarih boyunca başkent olarak hizmet verirken birçok mimar ve şehir plancısını cezbetmiş. Dünya Savaşı’nın ardından, Erich Mendelsohn, Walter Gropius, Ludwig Mies van der Rohe, Bruno ve Max Taut, Martin Wagner ve Hans Scharoun gibi mimarlar tarafından temsil edilen mimari avangardın uluslararası merkezi haline gelmiş. Barok, Klasisizm, Romantizm, Art Nouveau, Bauhaus, savaş sonrası Modernizm ve Postmodernizm, sosyalist devlet mimarisi gibi dönemleri temsil eden birçok binası ile şehir, 18. ve 20. yüzyıl mimarisi çalışmaları için zengin bir kaynak niteliğinde.

Kaynak

 

Etiketler

Bir yanıt yazın