Prof.Dr. Ahmet Alkan’ın, 50 yıla yaklaşan meslek hayatında muhatap veya şahit olduğu yanlışlıklara dikkat çektiği yeni kitabı YEM Yayın’dan çıktı.
Tanıtım metni:
Prof.Dr. Ahmet Alkan’ın, serbest çalışan mimar-şehir plancısı, yönetici, yüklenici, öğretim üyesi, belediye başkan danışmanı, milletvekili, belediye başkan adayı, parti kurucusu vb. farklı kimliklerle yaşadığı, 50 yıla yaklaşan meslek hayatında muhatap veya şahit olduğu yanlışlıklara dikkat çektiği yeni kitabı YEM Yayın’dan çıktı.
Hayal kurmayı, mimar kimliğini besleyen en verimli kaynak olarak tanımlayan Prof.Dr. Ahmet Alkan, mimari proje üretmeyi hayatın anlamı olarak görüp hayatının her döneminde çizen ve fırsat buldukça da inşa eden uygulamacı bir meslek adamı; öğretmen… Ancak Ahmet Alkan, bu çalışmasında, yaptığı mimari projelerin veya kent ölçekli planlama çalışmalarının kronolojik sunumundan öte, 50 yıla yaklaşan meslek hayatında muhatap veya şahit olduğu yanlışlıklara dikkat çekerek şunları söylüyor:
“Bunların bilinmesi, tartışılması ve önlenmesi, ülkemizin ve çocuklarımızın geleceği için olmazsa olmazlardan ilki ya da bizim onlara karşı görevimizdir… Kamu yönetimini doğrudan ilgilendiren, ahlak ve etik değerleri çerçevesine girmekle beraber, ancak etkin bir ‘hukuk devleti’ normlarında tartışılıp çözülebilecek yaşanmışlıkların önemli bir bölümünün muhataplarının hayatta olması, çoğunluğu iki kişi arasında geçen olayların belgelendirilmesinin imkânsızlığı, ortaya önemli hukuki sorunları çıkarabilecekti. ‘Kamunun adil olmasının’ ve teşebbüs hürriyetinin bir ülkede olup olmamasının ne denli önemli sonuçlar doğurduğunu ortaya koyan bu olayların anlatılmaması ise, aynı çarpık ve haksız düzenin sürüp gitmesine göz yummak demekti. Öyleyse ne yapmalıydım? Bu sorunun cevabını, aynı zamanda çalışmanın ana ekseninde olması gereken ‘çizdiklerimi’ de dışlamadan şöyle verebildim: Bu çalışma, benim meslek hayatımdan önemli bulduğum ‘ders’ niteliğinde anı ve olayları içermeliydi. Projenin boyutu önemli değildi. Bunu yaparken bir yandan çizdiklerime dair ipuçları vermiş bir yandan da bu sürece olumlu katkı sağlamış ve sürecin parçası olmuş dostlarımı hayırla yâd etmiş olacaktım. Bu bölümlerde gerçek isimlerin kullanılması aynı zamanda bir kadirşinaslıktı.
Benim için önemli gördüğüm projelerin başlangıç, projelendirme, sürdürme veya sonlandırma öykülerini paylaşarak, meslektaşlarıma ve öğrencilerime meslekte bir kulvarın yol haritasını çizmeleri konusunda yardımcı olabileceğimi düşündüm. Eskiler, ‘Denenmişi denemek aptallıktır’ der. Ya da ‘Müslüman aynı yılan deliğinden iki defa sokulmaz…’ Eğrisiyle doğrusuyla yaşanmışlıkları önceleyen bu bölümlerde de gerçek isimlerin verilmesinde sorun yoktu. Belgelendirilmesi, arşiv kayıtlarına dayandırılabilecek olaylarda isimlendirmeden fakat olay-yer-zaman üçgeninde çıkarsamalar yapılabilecek olayları da kayda almakta sakınca görmedim. Hatta bu çalışmanın ortaya çıkmasının öncelikli amaçlarından biri, bu tür olayları kayda geçirmek olmalıydı. İki kişi arasında geçen ve muhakkak anlatmam gerektiğine inandığım az sayıda olayda ise, gerçek isimleri kullanmamaya ve mümkün mertebe olay-yer-zaman analizinden de isimleri tespite imkân vermeyecek, masum (!) ya da zorunlu çarpıtmalara giderek, genç kuşakların karşılaşabilecekleri kimi örnekleri de yazmayı konumumun bana yüklediği bir sorumluluk olarak görüp kabul ettim. Umarım benden sonra gelen değerli meslektaşlarıma ve bütün insanlara, bedelleri oldukça ağır ödenmiş bu deneyimlerin küçük de olsa olumlu katkıları olur. Bu benim için hayatıma anlam katacak en büyük bahtiyarlık vesilesi olacaktır.”