Ankara’nın Geleceğine Umutla Bakmak Mümkün mü?

Goethe- Institut Ankara'da geçtiğimiz hafta açılan Gelecek Ankara sergisi, kentlerden umudu kestiğimiz şu sıralarda ütopya fikrini irdeleyen alternatif projeleri hayatımıza sokuyor.

ODTÜ Kentsel Tasarım Yüksek Lisans Programı 2015-2016 akademik döneminde Adnan Barlas, Müge Akkar Ercan, Olgu Çalışkan ve Cansu Canaran yürütücülüğündeki stüdyo dersi kapsamında üretilen projeler, Duygu Cihanger ve Olgu Çalışkan küratörlüğünde Gelecek Ankara başlıklı bir sergiye dönüştü. Stüdyonun çalışma konusu, ütopya kavramını mekânsal olarak yeniden yorumlamak üzere Gelecekçi Şehircilik (Futurist Urbanism) olarak belirlenmiş ve sergiye de adını vermiş. Yapılan çalışmalarda yalnıza şehircilik alanıyla sınırlı kalınmayıp avangart, heterotopya, gelecekçilik gibi akım ve kavramlar; distopik edebiyat ve sinema gibi alanlardan da beslenilmiş. Kentler için alternatif düşüncenin imkanını sorgulayan stüdyo kapsamında Ankara’nın gelecekteki kentselliğine ve bölgesel işlevine dair oldukça farklı ve yaratıcı çözümler geliştirilmiş.

Çalışmaların sergiye dönüştürülmesi fikri ise, 60. yılını kutlayan Goethe- Institut Ankara’nın Ankara odaklı bir etkinlik yapmak istemesi üzerine ortaya çıkmış.

Sergide, gelecekteki Ankara’yı farklı şekillerde yorumlayan beş proje bulunuyor. Bunlar sırasıyla; Bunker (Sığınak), The Return (Dönüş), HyperCity (Aşırı), MorphogeneCity (Morfogenez) ve Disturban (Rahatsız). Projelere ek olarak, Ankara’nın geçmişteki planlarının bugüne dair gelecekçi bir bakış olduğu farkındalığıyla “Gelecek Geçmiş Zaman” başlıklı bir de okuma köşesi hazırlanmış.

Projelere ve sergiye dair detaylı bilgi veren sergi küratörlerinden Duygu Cihanger şunları söylüyor:

Projeler her ne kadar alternatif bir kentsel gelecek kurgusu ve birlikteliğin, çeşitlik ve çoğulluğun hâkim olduğu bir toplumsal yapıyı gözetse de oldukça farklı problem tanımlarından yola çıkarak birbirlerinde farklı yöntem ve bakış açılarıyla geleceğin Ankara’sına dair fikirler ürettiler. Proje diyorum ama, sergi manifestosunda da belirttiğimiz gibi hiçbir şey henüz bitmedi, bu fikirler de bitmiş ürünlerin birer temsili değil. Aksine her biri fikir egzersizi, düşünce eğitimi, bitmiş birer ürün, sanat eseri ya da üzerinde konsensüse varılmış ortak akıl nesnesi değil. İlgi duyan herkesi bu mekansal hayalleri paylaşmak ve yeniden üretebilmek adına sergiye bekleriz.

Sergide yer alan projelere kısa bir bakış:

Bunker: Mini buzul çağı sonrası, başta ‘geçici sığınma merkezi’ olarak düşünülmüş olan yeraltı yerleşimi yepyeni bir kolektif kimlik ve yaşam kalitesi ile ‘yeni(den) Ankara’ haline geldi. Kaynaklar sınırlı ve güneşten uzakta… Gün ışığı Bunker’ın içine kısıtlı bir şekilde süzülüveriyor. Yapay fiber-optik sistemler ışığa olan gereksinimini büyük oranda karşılıyor. Susuz ve suda tarım teknikleri sayesinde sayısız tipte meyve ve sebze yetiştirilebiliyor artık.

HyperCity: Ankara bugün, ‘aşırı modernite’ ile kendini yeniden yaratmak zorunda. Kentin gelecek formu, köklerindeki yenilikçi ruha uygun olarak o güne dek denenmemiş yöntem ve teknolojilerle biçimleniyor. Yerin eşiklerini zorladıkça sistem, kendi yapay topografyasını da inşa ediyordu. Anadolu’nun köklerinden aldığı ilhamla akıllı üç boyutlu ızgarada Ankara, bir kez daha çağdaş dünyaya kendi mesajını veriyordu.

MorphogeneCity: Sayısız eylem, kullanım ve etkileşimin tetiklediği kolektif yaratıcılık ve neşeyi bağrına basan bir kentsel devinim kenti… Bireyler nerede yaşam kuracaklarına ve coğrafyaya yayılan ağa nereden bağlanacaklarına dair bütünüyle özgür. Ankara artık ne planlı bir makina ne de gelişigüzel bir ‘yağ lekesi’ bundan böyle! Akıllı bir ağ, karmaşık morfogenez bir sistem, içinde ve birlikte yaşadığımız bağdaşık bir organizma artık.

Disturban: Her şeyin başladığı o ‘yer’de, eski kentin surlarının eteğinde, yeni kentin yoğunluğundan uzak küçük bir mahalde hala bir grup insan, geleceğin hegemonyasına direnircesine geçmişin anılara sarılmış yaşamlarını sürdürüyordu. Ütopyaların çağlar boyunca sunduğu parlak gelecek vaadine artık inanmıyorlardı. Bu, onların geleceğe dair umudu kaybettikleri anlamına gelmiyordu. Yalnızca gelecek güzel günlerin inançla değil; ona direnmekle yeniden geleceğini düşünüyor, düşlüyorlardı.

The Return: Yıl 2067. Ankara. Eski parlak günlerindeki gibi refah ve umut arayan kitleleri kendine çeken kent, var olanın üzerinde kendini yeniden inşa ediyor. Yılların ihmalinden sonra Ulus, insanların yaratıcı yoğunluğuna sahne olan capcanlı bir hareketliliğe sahip. Yaşlı kentsel dokunun aşamalı yok oluşu yeni bir gelişim örüntüsünün ortaya çıkmasına neden oldu. Yeni fabrikasyon teknolojileri, sıradan insanlara yalnızca yerde değil, yerin üstünde de kendi meskenlerini ve yaşam alanlarını inşa etme yetisini kazandırdı.

Sergi, 28 Ocak’a kadar Goethe- Institut Ankara’da görülebilir.

Etiketler

Bir yanıt yazın