Ankara’ya bu şeyleri kim, nasıl seçip yerleştiriyor?

Gezi Parkı hadisesi sonrası Sayın Kadir Topbaş "bundan böyle bir durağın yerini bile sormadan değiştirmem" demişti. Ben haklı olduğunu düşünüyorum.

Ankara’nın yeni saat kulelerini gördünüz mü? Başka yerlerde tarihin içinden gelen bir tek saat kulesi olur. Gezerken görüyoruz. İngiltere’de parlamento binasının kıyısındaki Big Ben 1850’lerden kalma mesela. Hadi bizim ülke farklı diyorsanız, İzmir Saat Kulesi’ni örnek alalım isterseniz. 1901 yılında II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25’inci yılı vesilesiyle açılışı yapılmış mesela. Tarihi hakikaten yani. Şimdi ben ikisinin resimlerine bakıyorum. Tarihin içinden geliyorlar, bir sahicilikleri filan var. Ama bakın bugünlerde bizim Ankara’da artık her sokakta bir tane saat kulesi görme yolunda ilerliyoruz. Şimdi ben bu saat kulelerine bakıyorum. Rengi renk değil, biçimi biçim değil. Naylon bir havası var. Çakma tarihi saat kulesi formatında imal edilmişler. Hadi diyeceksiniz birileri bu şeyleri imal etmiş. Peki, bu şeyleri Ankara’nın sağına soluna bol bulamaç yerleştirmek ne oluyor? Biz şimdi bir kere seçimde oy kullanınca, bütün bu beter şeylerin tümünü onaylamış da oluyor muyuz? Bizim şimdi “Yok kardeşim, biz hizmet filan istemiyoruz. Sen şimdi bak ne yap biliyor musun? Hiçbir şey yapma” deme hakkımız yok mudur?

Ben bunlardan ilkini Konya Yolu’ndan şehre doğru giderken gördüm. O zamandan beri de bu şeylerden bahsediyorum.

Önce bir noktanın altını çizeyim tarihi saat kuleleri bahsi için. Bu kuleler hep eski tarihlerden kalma gibi duruyor. Şöyle resmine baksanız, bir daha bakasınız geliyor. Ankara’da çakma kuleler ise, hem kötü, hem de bir sürü. Makine çağında seri halde üretilmiş naylon kuleler söz konusu.

Geleyim ikinci noktaya. Ben kente böyle çakma tarihi görünümlü saat kuleleri dikmenin ne anlama geldiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Millet saati öğrensin diye bunların yapıldığını zannetmiyorum. Saatlerin seri üretimi önce 18’inci yüzyılın sonunda başlamış. Benim çocukken dedemin evinde duvarda gördüğüm ilk saat 19’uncu yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu için Rusya’da üretilmişti. Ama saatlerin asıl demokratikleşmesi 1950’lerde elektronik saatlerin yapılması ile birlikte başladı. Ondan sonra herkesin bileğinde bir saat olmaya başladı. 1950’lerden önce sokaklarda bir tarihi saat kulesinin olmasının bir manası vardı. Ama söyler misiniz şimdi bunun bir manası var mı?

Türkiye’nin nüfusu 74 milyon. Cep telefonu abonesi sayısı ise 2013 yılında 68 milyon oldu. Bu ne demek? Cep telefonu olmayan neredeyse artık yok demek. Aynı zamanda saati olmayan da artık yok demek. Şimdi söyler misiniz? Sokaklara bu çakma tarihi görünümlü saat kulelerinden serpiştirince ne tür bir hizmet verilmiş oluyor? Kamu ihalelerinin yayınlandığı EKAP sitesinden gördüm, tek bir firmanın teklif verdiği adrese teslim ihale ile yaptırılan 34 kulenin Ankaralılara maliyeti 5.8 milyon TL. Bir saat kulesi ortalama 170 bin TL’ye geliyor. Hani Sayıştay bu işlere de bakacak bir durumda olsa, Sayıştay denetçileri için güzel bir soruşturma konusu olabilirdi esasen. Bakın onu da not edeyim.

Üçüncü nokta ise kentin katılımlı yönetimi ile doğrudan alakalı. Şimdi bir kentte yaşayanların haberi olmadan, o kentin görünümünü değiştirecek büyük kararlar seçilmiş otoriteler tarafından alınabilir mi? Bence alınmamalı. O saat kulesinden kimler yararlanacaksa, en azından o mahalledekilere bir sorulmalı. Bakalım o çakma abideden evlerinin karşısına isteyecekler mi? Oraya AVM isteyecekler mi? Park kalksın diyecekler mi? Topçu Kışlası isteyecekler mi? Köprü’ye ne diyecekler? Hepsi aynı bana kalırsa. Bu tür işleri millete tekrar tekrar sormakta fayda var. Gezi Parkı hadisesi sonrası Sayın Kadir Topbaş “bundan böyle bir durağın yerini bile sormadan değiştirmem” demişti.

Ben haklı olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’nin yerel kararları yerel katılımla almayı öğrenmesi gerekiyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın