Arkeologlar Derneği: “Arkeolojik Kazılar Özelleştirilemez”

Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş'un arkeolojik kazılarla ilgili "özelleştirme" sinyaline Arkeologlar Derneği'nden açıklama geldi.

Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, 15 Ocak’ta Milliyet gazetesine verdiği röportajda arkeolojik kazılarla ilgili “Hiçbir şekilde burada en ufak bir kaçağa göz yummayacağımız bir model kurmak zorundayız. İlgiyi artırmak bakımından belki bazı yerler burayı alın, yapın, ortaya çıkarın, işletin şeklinde bir model, kontrolünün yüzde 100 sağlandığı bir ortamda özel sektörün kullanımına açılabilir. Bizim diyelim 30 senede yaptığımızı özel sektör üç, dört yılda yapabilir. Allah korusun bir parçanın bile bir şekilde imha olmayacağı, telef olmayacağı bir yapıyı kurarsak bize bu alanda büyük mesafe kazandıracak. Göbeklitepe’de çalışmalar devam ediyor. Nisan’da açılacak.” açıklaması yapmıştı.

Arkeologlar Derneği İstanbul Şubesi, Kurtulmuş’a yazılı basın açıklamasıyla yanıt verdi, açıklamanın tamamı şu şekilde:

Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un “Hiçbir şekilde burada en ufak bir kaçağa göz yummayacağımız bir model kurmak zorundayız. İlgiyi artırmak bakımından belki bazı yerleri burayı alın, yapın, ortaya çıkarın, işletin şeklinde bir model, kontrolünün yüzde 100 sağlandığı bir ortamda özel sektörün kullanımına açılabilir. Bizim diyelim 30 senede yaptığımızı özel sektör üç, dört yılda yapabilir. Allah korusun bir parçanın bile bir şekilde imha olmayacağı, telef olmayacağı bir yapıyı kurarsak bize bu alanda büyük mesafe kazandıracak.(Milliyet Gazetesi, 15.01.2018)” ifadesi üzerine arkeolojik kazıların özelleştirilmesinin yolunu açacak herhangi bir düzenlemeye karşı kaygılarımızı ve net tavrımızı şimdiden ortaya koymak için açıklama yapma gereği duyulmuştur.

Öncelikle arkeolojik kazıların özelleştirilmesine şu an müsade etmeyen kanun ve yönetmeliklerde yapılacak her değişikliğin Anayasa’ya aykırı olacağını belirtmek isteriz. Anayasa’nın 63. maddesi ve 128. maddesi bu konuda açıktır. “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır”(Madde 63). “Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür”(Madde 128). 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 35. maddesi: “Bu kanun hükümlerine tabi, taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını meydana çıkarmak üzere, araştırma, sondaj ve kazı yapma hakkı, sadece Kültür ve Turizm Bakanlığına aittir.” 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesi: “İşletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler dışında asıl iş bölünerek alt işverenlere verilemez.” Anılan anayasa maddeleri ve kanunlar arkeolojik kazı ve yüzey araştırmalarını açıkça devletin asli işi olarak tanımlamaktadır. Bu tanım gereği, asli işin, özel bir kurumun, şahsın, oluşumun yürütmesi mümkün değildir (Ayrıca Bkz. Arkeoloji ve Taşeronlaşma). Bununla birlikte kültür varlığının evrenselleği göz önüne alındığında Türkiye’nin tek yükümlülüğü kendi kanunları değildir aynı zamanda bu konuda taraf olduğu uluslararası sözleşmelere ve anlaşmalara uyma yükümü bulunmaktadır.

Arkeoloji sadece kazı yapmaktan ibaret değildir. İdeal haliyle kazı, arkeolojinin insanlığın geçmişiyle ilgili sorulara yanıt vermeye, kaybolmuş bilgileri tespit etmeye çalışırken kullandığı araştırma yöntemlerinden biridir. Ülkemizde arkeolojik kazıların nasıl ve kimler tarafından yapılabileceği kanun ve yönetmeliklerle belirlenmiştir. Buna göre arkeolojik kazılar, arkeoloji müzesi müdürlükleri ve üniversitelerin arkeoloji ve sanat tarihi bölümlerince yapılabilir. Bir kazı ekibinin kazıya başlayabilimeleri için Bakanlar Kurulu kararı alınır. Bu izin her yıl Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından uygun görülürse yenilenir. Kültür ve Tabiat Varlıklarıyla İlgili Yapılacak Yüzey Araştırması, Sondaj ve Kazı Çalışmalarının Yürütülmesi Hakkında Yönerge’ye göre; “Kazı başkanı adayının en az “doçent” unvanına ve asgari beş (5) yıllık fiilî kazı tecrübesine sahip bulunması, çalıştığı bilim dalında yayınlarının olması, bunları başvurusuyla birlikte Bakanlığa teslim etmesi, kazı yapmada hukuki açıdan sakıncalı durumunun bulunmaması gerekir.” Kazı ekipleri ve kazı sürecindeki faaliyetler Bakanlığın görevlendirdiği temsilciler tarafından izlenir, denetlenir ve Bakanlığa rapor edilir.

Yasal yönetsel bu çerçeve içerisinde, Kültür ve Turizm Bakanlığı rakamlarına göre 2017 yılında bilim kurumlarından 118 yerli, 32 uluslararası kazı ekibi çalışma yapmıştır. Ayrıca kamu yatırım alanlarında (Hes ve baraj, boru hattı vb.) 24 kazı yürütülmüştür. Kamu yatırım alanları kazılarının bir bölümü müzeler ve bilimsel danışmanlarca gerçekleştirilmiş olup, bir bölümü ise müzelerin denetiminde ancak fiilen özel şirketlerin bünyesindeki arkeologlarca sürdürülmüştür. 2017 yılında müze müdürlükleri 99 kazı yönetmiştir. Ayrıca, 180 adet kurtarma ve 9 adet de sualtı kazısına izin verilmiştir. Bununla birlikte restorasyon, alt yapı projeleri, temel kazısı gibi nedenlerle çok sayıda parsel ölçeğinde kazı müze müdürlüklerince gerçekleştirilmektedir.

Son yıllarda bu arkeolojik kazılar ve arkeologlar üzerindeki baskılar gittikçe artmaktadır. Farklı düşünen, düşüncesini ifade edenlerin her alanda maruz bırakıldığı adaletsizlik kazı ve yüzey araştırması heyetlerinin oluşturulmasında da Bakanlık “izinleri” aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Ülkemizdeki köklü uluslarası kazılar hem millileşme kaygısı hem de diplomatik sorunlar nedeniyle durdurulmaktadır (Bkz. Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Kazılarının Durdurulması). Arkeolojik kazı alanlarının önemli bir kısmı ise turizm kaygısı ile yönetilmeye çalışılmaktadır. Müze ve örenyeri gişelerinin özelleştirilmektedir. “Kaz işlet” modeliyle şirketlerden beklenen, bilimsel ekiplerinden de beklenmektedir. Örneğin, turistlere sergilenmesi için daha fazla alan açılması, bilimsel kazıların hızlı ve kesintisiz yürütülmesi istenmektedir. Turizmi ön plana tutmak uğruna yapılan korkunç restorasyonlar neticesinde Rhodiapolis (Opramoas Anıtı) veya Andriake Granariumu gibi kalıntı halinde korunması gereken yapılardaki rekonstrüksiyonların çoğalmasına neden olmaktadır.

Bir yerleşmenin, arkeolojik kalıntılarının tümü ancak baraj, yol inşaat vb. tehdit altında ise kurtarma amaçlı ve gene elden geldiğince en az bilgi kaybına yol açacak şekilde kazılır ve belgelenir. Bunun dışında dünyanın hiçbir yerinde bir yerleşmenin tümü açığa çıkarılamaz ve açılmaması da gerekir. Çünkü; bilimin yöntemleri, sorgulamaları zaman içinde değişir, ileriki kuşakların inceleyebilmesi için rezerv alanlar bırakılmalıdır. Hiçbir turist bir antik yerleşmenin tümünü gezmez, gezemez. Şayet özel bir ilgisi yoksa belirli bir sürede, bir kaç saat, bu amaçla düzenlenen alanların gezebileceği kadarını ziyaret eder. Geri kalan alanlar, ait olduğu kültür ya da kültürlere yönelik bilimsel çalışmalara ayrılır. Ayrıca, bütün yıl sürekli arkeolojik hafriyat yapmak tahribattır. Arkeolojik kazı, bir araştırma labarotuvarı gibidir. Ortaya çıkanların değerlendirilmesi, yorumu gerekir, bu da zaman alır. İki aylık bir kazı için 10 aylık bir değerlendirme süreci bile bazen yeterli olmayabilir. Değerlendirme yapılmadan çok uzun süren arazi çalışmalarının mutlaka durdurulması gerekir. İşletme geliri karşısında arkeolojik kazı yapması teklif edilen özel şirketlerin araştırmak, öğrenmek için kazı değil, gelir artırmak için hafriyat yapacağı, açığa çıkan alanların da gelir arttıracak işlevlerle kullanmak isteyecekleri açıktır.

Bir ülkenin kültürel ve doğal varlıkları tüm insanlığın ortak zenginliğinin korunması gereken değerleridir. Dolayısıyla bu değerleri ilgilendiren tüm çalışmalar kamusal hizmet niteliğindedir. Bu alanlardaki eylemlerde bilim ve toplum çıkarı dışında bir çıkar söz konusu olamaz. Bu nedenle ne “işletmesi”, ne de kazısı özel sermayenin tasarrufuna bırakılmamalıdır.

Üniversite kazıları sadece arkeolog ünvanını kazanmış, uzmanlık edinmiş bilim insanlarının katıldığı bir eylem değildir. Aynı zamanda üniversitelerin arkeoloji öğrencilerinin de ekiplerde yer aldığı; birlikte uyumlu çalışmayı öğrendikleri, arazi tekniklerini yerinde tecrübe etme şansı buldukları bir eğitim alanıdır, okuldur. Bu nedenle kazı alanlarının işletme karşılığı özel sektöre devri, arkeoloji öğrencilerinin eğitimi için de ciddi bir kayıp olacaktır.

Kazı alanlarının özel şirketlere devri hali hazırda bu çalışmaları yürüten kurumsallaşmış, dünya arkeolojisinde yer edinmiş ve tecrübe sahibi üniversite ve bakanlığa bağlı kurumların yok sayılması anlamına da gelmektedir.

Kültür varlıklarına sahip olmanın övünmek dışında getirdiği sorumluluklar da vardır, arkeoloji bağlamında bu sorunluluk ölü bilginin etkinleştirilip insanlığın yararına kullanılır duruma getirilmesi, korunması ve gelecek kuşaklara doğru olarak aktarımıdır. Bu sorumluluğun görmezden gelinerek; “30 senelik” bilimsel hassasiyet içeren çalışmalar yerine “üç dört yılda” iktisadi çıkar odaklı çalışmalar yapılması, bir bilgi arşivinin içinden ilgiyi çekecek güzel bir belgeyi çekmek, geri kalan belgelerinse yok edilip etrafa saçılması gibi vahim sonuçları da beraberinde getirecektir. Bazı çevrelerin kanunlar çerçevesinde altyapı, ulaşım vb. yatırım projelerinde çalışan arkeologları “yavaşlatıcı” aktör olarak nitelendirdikleri de bilinmektedir. Kazıların özel sektöre devrinden sonra hiçbir denetim sistemi kamu yararı, bilimsel birikim ve bilim etiğinde meydana gelecek tahribatı engelleyemez! Böyle bir düzenleme, en basit tarifle Türkiye’de arkeoloji alanında bilimsel arazi çalışmalarının yerine sadece ilgi çekici kalıntıların ortaya çıkarılmasını hedefleyen hafriyatların önünün açılması anlamına gelir ve bu durum hiçbir koşulda kabul edilemez!

Etiketler

Bir yanıt yazın