TMMOB Mimarlar Odası 44. Dönem Seçimsiz Genel Kurulu sonucunda Türkiye'deki kent ve mimarlık sorunlarına dair değerlendirmelerini basın açıklamasıyla duyurdu.
Açıklamanın tam metni şöyle:
11-12 Nisan 2015 tarihlerinde Antalya’da gerçekleştirdiğimiz TMMOB Mimarlar Odası 44. Dönem Seçimsiz Genel Kurulunda Türkiye’nin dört bir yanından gelen delegelerle ülke ve bölge sorunlarını mimarlık perspektifinden değerlendirmiş bulunmaktayız. İçinde bulunduğumuz önemli dönemeçte yaptığımız bu değerlendirmeleri kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Günümüzde, kapitalist kalkınma modelinin gelip dayandığı noktada hem bölge hem de dünyada tüm halklara sunulan, insanca bir yaşam değil kelimenin tam anlamıyla barbarlaşmadır. Tüm doğal kaynaklar, kent, kültür ve toplumsal değerler sorumsuzca harcanmaktadır. Sonuç olarak milyonlarca insanın yerinden edildiği, yüzbinlerin öldüğü, kentlerin tümüyle yıkıldığı, HES’ler ve “çılgın projelerle” doğal kaynakların tüketildiği, nükleer felaket tehdidinin kapımıza dayandığı kaybolmuş bir gelecek bizleri beklemektedir.
Türkiye’de uygulanmakta olan devlet destekli vahşi kapitalizm aracılığıyla üretilen yolsuzluk, yıkım ve felaketler, otoriter bir devlet mekanizmasıyla örtülmeye çalışılmaktadır. Bu bakımdan iç güvenlik yasası devletin kendini halkına karşı koruma çabasından başka bir şey değildir. Artan işçi cinayetleri ise yıkım sürecin doğal sonucudur. İnsanlar arasında, ırk, cinsiyet, mezhep ayrımı yapılarak toplumsal huzur bozulmaktadır. Dahası bu eğilim, felaketleri örtmek bir yana onları çevresine de yaymaya başlamıştır. İçinde bulunduğumuz coğrafyadaki yakın komşularımızla sahip olduğumuz köklü tarihsel bağlar koparılmakta, bölgedeki çatışmalara emperyalist çıkarlar doğrultusunda dâhil olunmaktadır. Bölgede yaşanmakta olan savaşlar nedeniyle yoksul göçmenlerin kentlerimizdeki barınma ve yaşam koşullarının kötülüğüne günlük hayatımızda bire bir tanıklık etmekteyiz. Bu durum biz mimarlara yeni kentsel yoksulluk haline ilişkin etik bir görevler yüklemektedir.
Bugün Türkiye’de imar alanında, özellikle Kanun Hükmünde Kararnameler ve Torba Yasalar yoluyla yapısal nitelikte pek çok değişiklik yapılmıştır. İktidar; hukuksal ve kamusal denetimi devre dışı bırakarak merkezi ve yerel politikaları yeniden düzenlemektedir. Aynı şekilde, yıllardan beri süregelen yetersiz kamu denetimiyle şehirlerimiz özellikle deprem ve diğer afetlere karşı savunmasız durumda bırakılmıştır. Bununla birlikte bugün, afet riski bahane edilerek çıkarılan 6306 Sayılı Yasa ve uygulamalarıyla, salt kâr amacı güden projeler nedeniyle merkezi yerleşim alanlarıyla birlikte temel vatandaşlık hakları da gasp edilmektedir.
Türkiye’de mimarlık ve kent, tüm bu zorlu sürecin tam da ortasında yer almaktadır. İnsanları yerinden etmek, öldürmek, tüm doğal ve kültürel kaynakları yok etmek pahasına inşaat faaliyetleri büyümektedir ama buradan çıkan şey mimarlık olarak tanımlanamaz. Özensiz, tekil ve devasa projelerle hiçbir yer mamur olamaz, uygarlık bu yolla sağlanamaz. Bu oyunda mimarlığa düşen rol ve biçilen ufuk, emlak piyasasının reklamcılığı ve pazarlamacılığı yoluyla bir illüzyonun sürdürülmesidir. On bin yıllık yerleşik hayat ve yapı yapma kültürünün izlerini günümüze dek taşıyan bu topraklarda, mimarlık ve mimarlık camiası kendine biçilmeye çalışılan bu dar ufka elbette sığmayacaktır. Artık ‘alternatifin inşası’ geleceğe dair belirsiz ve kuşkulu bir ifade değil, bugüne dair açık ve gerçek bir durumdur.
Gezi Direnişi ve Kobane bu yoğun otoriter illüzyonun dağıldığı ve umut ışığının görünür olduğu anlardır. Gezi’de örneğini gördüğümüz direniş mimarlığının da, Rojava’da kurgulanmaya çalışılan yeni yaşam deneyimlerinin de gösterdiği gibi alternatif çözüm arayışlarının tahayyülü büyük önem taşımaktadır. Kent ve mimarlık alanının bileşenleri olarak bizler, içinde bulunduğumuz kritik aşamada ülke adına da insanca yaşanacak bir dünya kurulmasının mümkün olabileceğini söylemenin tarihsel sorumluluğunu taşımaktayız. En güçlü duruş, hayal gücünün kapılarını sonuna kadar açarak, dayanışmacı bir toplumsal yaşamı inşa etmektir. Evet, mimarlık tarihi, muktedir mimarlığın tarihi olagelmiştir. Bugün de öyledir; ancak 21. yüzyıl mimarlığını günümüzün muktediri kapitalizm değil, kolektif hayal gücü ve dinamikleri tanımlayacaktır.
Bu dinamiğin taşıyıcılarından biri olan Mimarlar Odası; üzerine düşen bu toplumsal görevi yerine getirme çabası içindeyken, iktidar, anayasaya ve hukuka aykırı düzenlemeler yaparak meslek örgütlerinin kanun ve mevzuatını değiştirmeye çalışmaktadır. Verdiğimiz bu mücadelede TMMOB ve diğer meslek örgütlerini baskı altına almayı hedefleyen uygulamaları reddediyoruz. Olağanüstü koşullardan geçtiğimiz bu dönemde yaklaşan genel seçimlerin bir rejim tartışmasına dönüştüğüne dikkat çekiyor ve bu koşullarda seçim güvenliğinin sağlanması ihtiyacını vurguluyoruz. Atatürk Orman Çiftliği alanına hukuksuz biçimde dikilen “Kaçak Saray” da simgeleşen diktatörlük ve yağma rejiminin inşasına karşı demokrasiyi savunmayı toplumsal bir görev olarak görüyoruz.
Mimarlar Odası Genel Kurulu, bu değerlendirmelerin ışığında, başta meslektaşlarımız olmak üzere bütün duyarlı kesimleri savaşa ve antidemokratik süreçlere karşı tavır almaya, meslek örgütlerimizin, üniversitelerimizin, yerel yönetimlerin, kamusal özerk kimliklerinin güvence altına alındığı, doğal ve kültürel tüm değerlerimizin korunduğu bir geleceğin inşası için birlikte çalışmaya çağırmaktadır.