Atatürk’ü Anmaya Anlam Katmak: Eskişehir Örneği

Emre Kongar'ın 13 Kasım 2012 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan yazısı.

Atatürk’ü, ölüm yıldönümünde, en anlamlı biçimde nasıl anarsınız?

Devlet törenleriyle, sivil toplum etkinlikleriyle…

Anıtkabir’e giderek, saygı duruşunda bulunarak, dua ederek…

Konferanslar, sempozyumlar düzenleyerek, konserler, sergiler ve başka kültür, sanat etkinlikleri yaparak…

74 yıldır, bütün bu anma biçimleri, toplumsal geleneklerimize uygun olarak, günün siyasal ortamından da etkilenip çeşitlenerek gerçekleştirildi.

Ben de bu yıl, artık pek yapamadığım bir işi kabul ederek, eski dostum, Eskişehir Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Azmi Kerman’ın davetini kıramayıp bir konferans vermek için Eskişehir’e gittim 10 Kasım’da.

Bu daveti kabul etmemin nedeni, Atatürk’ü tarih ve toplum içinde doğru bir yere oturtma çabası olduğu kadar, herkesin ağzında artık efsaneleşen, insanların İstanbul’dan düzenlenen turlara katılarak gidip gördüğü, gezdiği ve hayran kaldığı Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’ini son haliyle yakından izleyebilmekti.

Nitekim Eskişehirliler tarafından tıklım tıklım doldurulmuş olan Tepebaşı Belediyesi Zübeyde Hanım Kültür Merkezi’nde çok verimli geçen konferanstan önce, iki gün boyunca, yoğun bir tempoyla kenti gezme olanağım oldu.

Gerçekten şaşırdım…

Makro düzeyde, Porsuk Çayı’nın ıslahı, kentin raylı sistemle donatılması, yeşil alanların, parkların yapılması ve düzenlenmesi, yeni imar yönetmeliği, kentin çehresini tümüyle değiştirmiş…

Ortaya, çağdaş ve uygar, insanların günlük yaşamlarını doğa ve kültürle birlikte sürdürmesine olanak sağlayan muhteşem bir eser çıkmış…

Geniş bulvarlar, yürüyüş ve bisiklet yolları, engelliler için yapılan düzenlemeler, restore edilen evler, yeni deprem yönetmeliğine göre inşa edilen hem güzel hem işlevsel konutlardan oluşan mahalleler bambaşka bir kent yapısı oluşturmuş…

Kent, bir başka yazı konusu olan uzay evi, bilim deney merkezi, müzeler, galeriler ve heykellerle donatılmış…

Kültür etkinlikleri, biri çocuk tiyatrosu olmak üzere yedi kent tiyatrosu, haftada iki konser veren 60 kişilik kent senfoni orkestrası, opera binası ve en önemlisi bütün bu etkinlikleri günlük yaşamla bütünleştiren bir raylı sistem.

Böyle bir şaşırtıcı tabloyu görünce “İşte, Atatürk’ü anmanın en güzel biçimi, onun uygarlık ve çağdaşlık yolundaki akıl ve bilim uygulamalarını kentsel yaşama geçiren Yılmaz Büyükerşen’in Eskişehir’ini görmek, gezmek ve Eskişehir’in yeni yapısının simgelediği Atatürk Türkiyesi ile iftihar etmektir” diye düşündüm.

Bu düşüncemi konferans sırasında izleyicilerle de paylaştım:

Yılmaz Büyükerşen ve Eskişehir halkı birbirleriyle, her ikisi de Atatürk’le iftihar ediyordu, ona layık olmanın çabası içindelerdi!

Eskişehir konusundaki şaşırtıcı ayrıntıları ilerde yine değerli okurlarımla paylaşacağım; bugün sadece opera ve senfoni olayını çok özet olarak yazıp, Büyükerşen’in kafasının nasıl çalıştığını anlatmak istiyorum:

(Ben onun kafasının çalışma biçimi için “entegre” ve “interkonnekte” deyimlerini kullanıyorum: Her ayrıntıyı gören, önemseyen, ama makro yapıyı hiçbir zaman gözden kaçırmayan, plancı ve projeci, yaratıcı bir kafa!)

Senfoni orkestrasını kuruyor, opera binasını yapıyor, bunlarla yetinmiyor, raylı sistemi de operayı içerecek biçimde planlıyor ve uyguluyor; şimdi 17 kilometrelik raylı sisteme bir 17 kilometre daha eklemenin çalışması içinde!

Hem insan ve kadro, hem inşaat ve bina, hem de çağdaş kent yaşamına uygun bir ulaşım!

Daha yazılacak, anlatılacak çok şey yaşadım ve gördüm…

İlerde fırsat buldukça devam edeceğim…

Şimdilik, “Atatürk’ün günümüzdeki önemini ve değerini somut olarak görmek istiyorsanız, Eskişehir’i görmeye, gezmeye gidin, İstanbul’dan karayoluyla giderseniz, Tunatan Tesisleri’nde duracaksınız, orada bir de, ‘kestane şekeri’ne rakip olarak yörenin ürettiği ‘çikolatalı kabak şekeri’ yiyin, bana teşekkür edeceksiniz” demekle yetiniyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın