Geçtiğimiz Şubat ayı içerisinde, İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Kulübü tarafından SETT Workshop serisinin birinci ayağı kapsamında, Mimar Ali Dur yürütücülüğünde "Atmopsheres of Discussion" isimli bir atölye düzenlendi.
Yoğun ve hermetik bir üretim süreci ve ürün odaklı bir hafta sonu yerine, süreci ve belki de en temel eylemlerimizden olduğu halde unutmuş olduğumuz “toplanma” ve “tartışma”yı temel alan atölyenin alt başlığı “Bir Tartışmanın Uzamsallığı ve ‘Şey’lerin Gücü” olarak belirlenmiş.
Atölyenin dayandığı fikirler ve sürece ait yöntem, Bruno Latour ve Peter Wiebel’in aynı ismi taşıyan sergisi ile beraber editörlüğünü üstlendiği “Making Things Public: Atmospheres of Democracy (2005)” kitabını referans alıyor. Mevcut demokrasimizdeki temsil durumunun sorunlarından yola çıkan Latour, nedense iki tarafı olan bu eylemin tartışılacak konuların temsilinden çok, yıllar boyu tartışma şeklinin ve prosedürünün (seçimlerin, temsilcilerin, meclislerin) tasarımı ile ilgilendiğini söylüyor. Kötü ve güçlü bir ‘başarısızlık’ örneği olarak, 2003 yılında Colin Powell’in Birleşmiş Milletlere yaptığı Irak Sunumu, tüm prosedür ve oturum düzeninin harikulade formuna rağmen kanıt olarak gösterilen gerçeklerin trajikomik “yorumsuzluğu” ve daha sonraki “gerçeksizliği” üzerinde tartışma yapılamayan gerçeklerin ya da doğruların bizleri nasıl yarı yolda bıraktığını gösteriyor. Latour ise, bizleri hayal kırıklığına uğratan parıltılı gerçek “objeler” (matters-of-fact) yerine “meselelerin” (matters-of-concern) aktif olduğu bir tartışma ve yeni bir demokrasi fikrini öneriyor.
Etimolojik bir bilgi olarak, kültürlerin oluşturduğu dil-anlam-aktivite-mekan bağlarını da ortaya çıkartır şekilde, İngilizcedeki “Thing” kelimesi kökenini kuzey dillerindeki Ting ve Ding kelimelerinden alıyor. Bazı Kuzey Avrupa ülkelerinde güncel olarak “toplanma, oturum, meclis” anlamına gelen Ding, bu manalar dışında “belli meseleleri toplanıp konuşmak için gelinen yer” ve aynı zamanda “konuşulan meselelerin kendisi” anlamına geliyor. Yani mevcut demokrasimizde ayrılmış olan temsil durumu, tek bir kelimede eylem, mekan ve içerik olarak kendi kültürümüzde birleşiyor. Nesnelliğe ve objelerle olan ilişkimize yeni bir bakış getiren bu öneri, objelerin “şey”e dönüştüğü bir anda, onlar etrafında daha etkin ve gerçek bir demokrasi için toplanabileceğimizi söylüyor. Çünkü onlar bizleri, taşıdıkları konular ve temsil ettikleri meseleler üzerinde ayırabildiği için bir araya getiriyor.
Bauhaus okulunda yapıldığı bilinen bir obje oyunu, Charlotte Perriand’ın her hafta başında stüdyosuna getirdiği bir obje üzerinden fikir üretme alışkanlığı, yaratıcı tartışmanın, mimarlık veya diğer entelektüel disiplinler için objeler veya daha doğrusu şeyler üzerinde yürütülebileceğini gösteriyor. Katılımcılara sunulan bir kaç imaj (Bir terör örgütünün yakalanmasından sonra bulunan ekipmanın Jandarma tarafından organizasyonu, suç mahallindeki farklı kovanların teker teker etiketlenmesi ve detaylı kanıt çantaları) objelerin aslında kendi gerçekliklerinden daha çok şey ifade ve temsil ettiğini, daha karmaşık, daha lokal, daha buğulu ve daha derin olduğunu öneriyor. Latour’un kullandığı kritik bir imaj ve örnek olan, 2003 yılında patlayan Columbia mekiğinin parçalarının Florida’daki Kennedy Uzay Merkezi hangarının zemininde oluşturulan gridteki görüntüsü, tam da objelerin daha başka ve büyük manalar taşıyan şeylere dönüştüğü anı betimliyor. Araştırmacılar burada, kopan parçaların ilişkisel olarak bir grid üzerine yerleştirerek patlamanın sebebini bulmaya çalışıyor.
Ali Dur, Latour’un ve etimolojinin önerdiği bu düşünsel zemin üzerinde, katılımcı mimarlık öğrencilerinin kendi meselelerini temsil eden objeleri, ortak bir masanın üzerinde şeylere dönüştürmek ve bu gerçek topolojik tartışma zemininde bir araya geldiklerinde ortaya çıkabilecek olası başka mesele ve ilişkileri araştırmak için toplanmaya teşvik ediyor.
Atölye için tasarlanan iki günlük ajandada, meclis ritüellerine ait düzenli oturumlar, aralar ve geri-oturumlar ile objeler kendi ilişkileri ve katılımcıların kendi kurdukları ilgiler üzerinden yeni kavramlar, meseleler ve tartışma alanları yaratarak yer değiştiriyorlar. En konvansiyonel ve modern zamanların tartışma zemini olan Masanın üzerindekiler ve tasarlanan Grid, İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla Binası’nda düzenlenen sergide daha büyük bir oturum için tekrar ölçekleniyor. Aynı süre içerisinde, özel bir ilgi ile bir tartışmanın ve toplanmanın mimarisini, meselelerin ve ilişkilerin (ve belki de demokrasinin) uzamsal hallerini de araştıran ve onu ‘çizmeye’ çalışan Atmospheres of Discussion atölyesi, başka mimarları da şeylere geri çağırıyor.
Atölyeye, Erenalp Büyüktopçu (İTÜ), İlke Zeyfeoğlu (İTÜ), Aybars Mamalı (MSGSÜ), Cansu Sezer (İTÜ), Pelin Arıbaş (İTÜ), Derya Karaali (İTÜ), Selin Erdemirci (İTÜ) katıldı.
Oturumlar boyunca kavramlar hakkında yazılmış raporlardan ve aynı kavramları paylaşan / tartışan referans materyallerinden bazı seçmeler:
Oturumlar boyunca Ali’ye ait gizli bir gözcü ve sakladığı bir potansiyel bir obje ve meseleler bütünü olan Cam Kent kitabi, New York’ta geçmesi, Auster’in karakter çakışmaları ve iç geçişleri ve karakterin takip ettiği (ve belki sonra kendisi, kendi içindeki ve içindeki ötekisi haline geldiği) kişinin yoldan objeler topluyor olması denkliği ile güçlü bir hikaye ve karakter tahlili isteği doğuruyor. Avrupa’ya ait telefon kartı da, hikayenin başlamasına sebep olan ve dışarıdan gelen(bu örnekte Avrupa) aramayla çakışıyor. Auster ve oturum öncesi sunumlardaki ‘kanıt toplama’ örnekleri, bizleri kriminal bir merak ve bir araya getirme çabasına (A Criminal Assembly) itiyor.
Bulunan objelere ek olarak, etimolojik ve dilbilim tartışmalarına konu olan ‘kırık bir şemsiyenin artık “şemsiye” diye adlandırılmasına ait sorgu, gene çalışmayan bir Pelin’in getirdiği kırık Prada gözlüğü bu gruba yakın tutuyor. Gene ayni kitapta, takip edilen kişinin çizdiği rotaları kaydeden karakter, zamansız bir hikaye / aktivite sahnesi olarak New York’un formunu yeniden de çizmiş oluyor. Tüm tartışma için tasarladığımız grid ise, belki de en iyi yasadığı kent olarak gene New York ile çakışmış oluyor.
Önceleri sadece ‘zamansızlık’ sebebiyle, Avrupa Kıtası’na göre yerleşimde kendine teorik ve his olarak zamansız olan kutuplarda yer bulan Cansu’nun getirdiği cep saati, kişisel değeri sebebiyle bu hikayenin kurgusuna New York’ta katılıyor. Ayrıca, bozulmuş olması haricinde, kişiye ait zamanı ve bu cağın çok konuşulur meselesi olan ‘kişisel zamanı’ da yeniden anlatıyor gibi: özelleşmiş bir saat, bir iç cepten el ile çıkartılıyor ve kişinin istediği zamanda kullanılıyor: Evrensel olana (zaman) kişisel bir tavır! “Zaman-tutan” (the Time Keeper) deyişi ise elinde ve kapaklı bir saati tutmak metaforu ile biz meclis üyeleri için anlaşılabilir bir hale geliyor.
Ekler: NY Times – Manhattan’s Rectangular Street Grid Turns 200
Arkasında etiketlenmiş ürün “kodu” ile dünyanın her yerinde aynı şekil, renk, malzeme özelliklerini anlatıyor. İki katmandan oluşmasının getirdiği durum üretim sürecine ait bir iz de sağlayıp, malzeme ile kodunun fiziksel olarak da ayrıldığı bir an yaratıyor. Bu materyal kullanıldıktan, yani yapışkan kağıdından ayrıldıktan sonra geriye; sadece kodun yazdığı bir “non-object” kağıt bırakıyor. Bu bir Non ve All-Place parçası olurken, materyal ise bizler için gridin öbür ucundaki Çin’e gidiyor.
Erenalp’in ilkleri almaya olan ilgisi sebebiyle masaya yerleştirdiği dergi, “İlk” ve “Türkiye” kelimelerinin de betimlediği üzere, global olanın globalliği üzerinden lokal değer yatırma çabasını gösteriyor (bkz. HSBC Reklamları: Dünyanın ‘Yerel’ Bankası). Yani aslında her yerde (ALL-PLACES) veya hiçbir yerde bir değer oluyor. Belki ilerleyen oturumlarda (in further assemblies) derginin içeriğindeki sınırlandırılmış ‘lokallik’ sebebiyle bazı yerlere aitleşebilir (bu örnekte Türkiye) yada aslında gene aynı değer yaratma yöntemini doğrulayacağı için herhangi bir yere ait olamayabilir.
Ekler: Excerpts from Non Places: Introduction to an anthropology of Supermodernity by Marc
Auge (1995), pp. 75-115
EVENT-PLACE #1’e ek olarak, aynı “sınırlandırılmış imkan” (limited access/ opportunity) konusu Barcelona’daki bilet ile tekrarlanıyor. Burada oturumun bir üretimi ve merakı olarak belli bir sürede tanımlanan ulaşım araçları ile gidilebilecek yerlerin aslında sınırlı ve bu sebeple görünür olduğu üzere bir harita oluşturuluyor. Bu haritaya fikir olarak eşlik eden, hali hazır “imkan – sınır” durumunu ücret-uzaklık ile görünür hale getiren Air New Zeland web sitesi oluyor.
Ekler: Air New Zeland Web Sitesi – How Far I Can Go?