Çevre ve Şehircilik Bakanı İdris Güllüce, "Çevre, Müslümanların öz be öz anasının ak sütü kadar helal, kendi mallarıdır. Kimse Müslümanlara, Türkiye'deki insanlara ne çevreciliği öğretmeye kalksın, ne de çevrecilik edebiyatı yapsın" dedi.
Bakan Güllüce, Topkapı Eresin Hotel’de, Mimar ve Mühendisler Grubu’nun toplantısına katıldı.
Çevre ile ilgili düşüncesini açıklayan Bakan Güllüce, her şeyin fanatikliğinin kötü olduğunu söyledi.Bakan Güllüce, “Dinin fanatikliği dahi hoş değildir. Çünkü o zaman başka bir yere gitmiş olursunuz. O fanatiklerin neler yaptığını da görüyoruz. ‘Bismillah’ diyerek bir başka adamı kesmesini ben anlamakta zorlanıyorum. ‘Allahu Ekber’ diyerek bir adam nasıl cinayet işler, anlamakta zorlanıyorum. Dünya Müslümanlarının hali de yüreğimizi yakıyor. Fanatiklik böyle bir şey” diye konuştu.
Bakan Güllüce, bir çevre fanatikliğinin oluştuğunu, bazı ülkelerin, özellikle Türkiye gibi gelişmekte, gelişmemiş ya da kendilerine rakip gördükleri ülkelerde, çevre bilincini, şuurunu, çevre nabzını, oranın gelişmesiyle ilgili bir kırbaç olarak kullandığını söyledi.
“O ülkeler kendilerini geliştirmeyle ilgili hangi projeyi atarsa atsın, eğer öbürleri o ülkenin ilerlemesini, o noktaya sahip olmamasını istiyorsa, hemen bu enstrümanı kullanıyor ve o projeyi engellemeye çalışıyor” diyen Güllüce, şöyle devam etti:
“Rahmetli Menderes, nükleer santralle ilgili talimat vermiş. Ondan sonra gelen bütün hükümetler de ‘evet’ demişler. Fakat ‘yapalım’ diye inceden bir ses çıkar çıkmaz, ‘nasıl yaparsınız’ diye bir ses çıkınca, ‘yok canım vazgeçtik’ deyip herkes durmuş. Yani hepsi bir kere ‘yapalım’ demişler.
Bu hükümet, ‘nasıl yaparsınız’ bağırtısına rağmen ‘yapacağız’ dedi. Tabi çeşitli sorular sormak lazım. Fransızlar bizden daha mı az çevreci. Kanadalılar, Almanlar, İsviçreliler daha mı az çevreci. Oralarda niye oluyor. Bu bizde niye olmasın. Bir ülke, nükleer santrale ulaşırsa daha sonra da nükleer enerjiyi de bilen, kontrol eden bir ülke olursa, bu ülke hele de Müslüman ülkeyse başka sıkıntılar oluşturur diye mi korkup da karşı çıkıyorsun gibi soruları çoğaltabiliriz.”
Çevreyle ilgili iki grubun bulunduğunu, birisinin, başkaları söylediği için, diğerinin ise çevre fanatiği olduğu için muhalefet ettiğini dile getiren Güllüce, çevrenin, hükümetlerin önünde birer engel olma mekanizması olarak kullanıldığını söyledi.
Bakan Güllüce, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Çevre, Müslümanların öz be öz anasının ak sütü kadar helal, kendi mallarıdır. Kimse Müslümanlara, Türkiye’deki insanlara, ne çevreciliği öğretmeye kalksın, ne de çevrecilik edebiyatı yapsın. 3 bin rakımlı dağ köyünde yaşayan Hatice ablanın bile dünyanın en çevreci, hayvan ve insan haklarına saygılı hali vardır. Köylerde, analarımız, ninelerimiz, ‘Oğlum taş atma köpeğe, niye atıyorsun, hayvan hakkı, kul hakkından önce gelir’ der mi? Der. Dünyanın anasını ağlatacaksın, nükleer atıklarını getirip, korsan korsan atacaksın, Afrika’yı çöplük haline getireceksin, şunu edeceksin bunu edeceksin… Bize çevreciliği öğretme. Sen 70’lerde bunu öğrenmişsin. Biz Kalu Beladan beri çevreciyiz. Çevreyle ilgili kimsenin bizden daha iddialı olması mümkün değil.”
Bir komutanın bir şehri fethedeceği zaman bir köpeğin yavrusunu emzirdiğini gördüğünü, hayvanın yavrusunu emzirme konforunun bozulmaması için o komutanın birliğini başka bir yerden o şehre soktuğunu anlatan Bakan Güllüce, “O Komutan Hazreti Peygamber. Hayvan hakkına bundan daha müşahhas ne gösterebiliriz. Sırtında sürekli kürk olanlar bize kalkıp da hayvan hakkı anlatmasın” şekline konuştu.