Bakü’de Bir Zaha Hadid Eseri

Bakü'de kent ve mimarlık arasındaki sınırlar bulanıklaştı. Nasıl mı?

Zaha Hadid Architects’in Azerbaycan’da tasarladığı Haydar Aliyev Kültür Merkezi açılışı için Bakü’ye gittik. Star mimarın tasarımını görecek olmanın yanısıra önüne geçilemeyen “kardeş” millette bulunan bir uygulamayı gezmek, potansiyel bir eleştirel duruşa sahip olmak açısında da heyecan vericiydi.

Açılışına bizzat Zaha Hadid’in ve ofisin büyük bir kısmının katıldığı etkinlikte ilk gün verilen konserin ardından ikinci gün katılımcı basın grubuna yapı anlatıldı. Bu detaylar aslında önem kazanıyor çünkü binaya hem iş veren ve tasarımcı tarafından verilen önem hem de anlaşılması için ofis tarafından gösterilen ilgi mimarlık kültürü için tartışmaya değer. İkinci gün basın grubuna yaptırılan mimari proje anlatımına, binanın tüm aşamalarında yer alan projenin tasarımcısı ve mimarı Saffet Kaya Bekiroğlu eşlik etti..

Öncelikle kente uluslararası davetli bir yarışma ile böyle bir kent müzesi katma vizyonuna sahip kent yönetimi takdir edilesi. Detaylarını yakında yayınlanacak olan özel söyleşimizde bulabileceğiniz tasarım süreci bir davetli yarışmayla başlıyor. Dolayısıyla kent ve hatta ülke için bu denli önemli bir yapının yarışmayla yapılmış olması yapıyı tabi ki bir sıfır öne geçiriyor. Toplam inşaat alanı 101 bin 144 metrekare olan, 19 bin metrekare salon, 14 bin metrekare kütüphane, 12 bin metrekare müze, 41 bin metrekare kapalı otoparkın bulunduğu proje Türk müteahit DİA Holding tarafından 3.5 yılda tamamlandı.

Formun Zaha Hadid Architects imzasını taşıdığını kolaylıkla söyleyebiliyoruz. Bir matematiği olduğu aşikar. Gördüğünüz heybet hem büyüleyici hem de provakatif. Sizi kentin ölçeğini sorgulamak gibi muhtemel bir tartışma zeminine çekebiliyor. Kent ve mimarlık arasında fark bulanıklaşıyor…

Yapının kente oturuşu demek isterim… Projenin mimarı Saffet Bekiroğlu’nun, “Oldukça bağlamsal” olarak tanımladığı kültür merkezi adeta kenti bu binanın strüktürü, parçası haline getiriyor.

Zaten proje metinlerinde de binanın topografiden nasıl yükseldiğini görmek mümkün. Siz de bu topografiyi deneyimleyebiliyorsunuz. Tabi ne kadar fit olduğunuza ve ne kadar yükseğe çıkabildiğinize bağlı.


Zemin cepheye, büyük açıklıklar ile dışarısı içeriye dönüşüyor. Bu biraz kentin hüzünlü geçmişinin ters yüz edilişi paradigması ile de örtüşüyor.

Bu durumda zemine hafifçe dokunan giriş cephesi daha da manidar hale geliyor.

Formun dayandığı metaforlar elbette var: Aliyev’in doğduğu yerdeki dağ, Hazar’ın yükselişi gibi ama çok daha önemlisi bu “urban landscape” zeminini yakalama çabası… Bulanıklaşan bu zemin için Bekiroğlu “Amaç sınırları eritmek, bir form yaratmak değil” diyor.

İç mekanda sürükleyecilik ve dışarı ile kurulan ilişki öne çıkıyor. Zemin-taşıyıcı kurgusu kimi zaman o kadar ustaca uygulanmış ki mekanı çözmek bazen zor olabiliyor.

Bazı noktalarda bina kendini açık ediyor. Tüm katmanları, ışığı, geçişleri, akışları bir arada görebiliyorsunuz, ki yapının en seçkin durduğu alanlar için vista alanları denebilir…


Kütüphane, oditoryum ve sergi alanları arasındaki akışkanlık yine cephe ve zemin arasındaki kurgu ile örtüşüyor.


Kalıcı sergi alanı

Oditoryum kuşkusuz projenin en dikkat çekici mekanlarından biri. Akustik danışmanlığı Ankara’da bulunan Mezzo Studyo tarafından, ahşap kaplamaları, kapıları, çelik taşıyıcı sistemleri ve akustik kaplamalarının üretimi Sanset İkoor tarafından yapılan oditoryumda, dış kabuktan farklı, renk ve malzeme açısından bambaşka bir ortama giriyorsunuz.

Ölçeğin çok daha insancıl olduğu mekanda özellike burnunuza gelen ahşap kokusu mekanla kurduğunuz ilişkiyi binanın genelinden farklılaştırıyor. Yapılan gösteri bu içselleştirme ile çok daha özel bir hal alıyor.

Basın grubu tarafından en çok merak edilen konulardan birisi de uygulama aşaması. Kullanılan materyaller, malzemelerin üretim aşamaları, ithal ediliş süreçleri…


Dış cephede kabuğun bir insan derisi gibi ışığa tepki verişi etkileyeciyi.

Bu noktada parametrik tasarım ile kullanılan malzemenin ve işçiliğin biraradalığı önem kazanıyor. Dış kabukta yaklaşık 15 bin kadar birbirinden farklı ölçülerde eğrisel kompozit panel kullanılıyor. Üretimi Avrupa’da gerçekleştirilen paneller alanda tek tek birleştiriliyor.

Bakü’de artık eğrisiyle doğrusuyla belki tartışmalarıyla yarışmayla yapılan çağdaş mimarlığın simgelerinden biri olacak bir müze var. Orada kent ve mimarlık arasındaki sınırlar bulanıklaştı burada ise kafamızda bazı şeyler daha da netleşti diyelim…

Etiketler

18 yorum

  • deniz-emek says:

    Eylül ayında gezme fırsatı bulduğum bu monumental yapının Zaha Hadid’in en güzel eserlerinden biri olarak gördüğümü belirtmek isterim. Yapıya uzaktan baktığınızda veya çekilen fotograflardan görüğünüzde siz de bıraktığı etkiyi yapıya yaklaştıkça uygulanan detayların işçilik kalitesini görünce yavaş yavaş kaybediyor gibi oluyorsunuz. Özellikle dış cephe kaplamalarındaki özensizlik, yapı içindeki zemin epoksi uygulamalarındaki yamalı bohçalar, gizli aydınlatma detaylarının aslında yeterince gizlenememiş detayda olması
    böylesi önemli ve aslında yeterince uzun bir sürede inşaası tamamlanmış bir yapıda daha özenli ve dikkatli olunamaz mıydı sorusunu akla getirtiyor.
    Yine de günümüz mimarisinde litaratüte geçecek nitelikte bir yapı olduğunu düşünüyorum ama lütfen biraz daha iyi işçilik…

  • omer-yilmaz says:

    Bildiğim kadarıyla ana yüklenici ve malzemeciler genelde Türk. Üzüldüm bu notları görünce. Proje yöneticisi kimdi? Azerbaycan’da bildiğim kadarıyla MACE oldukça etkin?

  • bulent-avcilar says:

    Gerçekten Üzücü…

  • celik-erengezgin says:

    Harika bir heykel, ama inanılmaz bir mimari dayatma.. Göz zevkine şapka çıkartıyorum. Ama fonksiyonel işkenceye ve artık temcit pilavı haline getirdiğim, enerji ve ekoloji adına sağır ve dilsizliğe isyan ediyorum… Çarpıcı bir itiraf olarak, 15.000 farklı ölçekte dış kaplamanın özensiz bir işçilikle zorla bir araya gelebilmesi, dayatmanın sadece bir tanecik işaretidir..

    Zaha kardeşten, farklı bir davranış beklemek de abes zaten.. Hadit kendi kumunda bir çocuk mutluluğu ile oynarken, ona alkış tutanlara da bayılıyorum.. Zora koşulmaktan, eziyet edilmekten, yolları keyif için uzatmaktan, teknik beceriksizlikten, malzeme zorlamalarından, gereksiz büyüklüklerden, ısıtması ayrı, soğutması, havalandırması ayrı dert, anlamsız ve işlevsiz hacimlerden, yani mirasyedi zevkinden sıkıldım artık bu hanımefendinin.. Dünya, babasının tarlası.. Ne sürdürülebilir kaynak sorunu var ne de temiz gelecek beklentisi.

    Bir de, amaç; form yaratmak değil diyor Bekiroğlu.. Dalga mı geçiyorsun arkadaş ?.. Başka ne amacı oldu ki Zaha ablanın ?.. Dağlara denizlere benzeterek günah mı çıkartmaktasınız ?.. Tavanla döşeme birleştiğinde neyini kurtarıyorsunuz mimarlığın ve de insanlığın ?.. Şımarıklığın bu kadar pahalısı, mimarlık ayıbıdır.. Tabii, mimarlıktan ne anlıyorsak !..

    Evet, çağdaş mimarlığın simgelerindendir maalesef.. Çağdaşlık ve izafi bir güzellik anlayışı adına düşülen yanlışların simgesi olarak kalacaktır çocuklarımıza..

    Sakın ola güzellik düşmanı sanmayınız bendenizi.. İnsanın namuslu olma gereği gibidir.. Estetik, asgari şartıdır bu mesleğin, ama azami değil… Ruhu okşarken dengeleri bozan, zora koşan bir uğraş değildir mimarlık..

    Benimki de kıskançlık işte..

  • omer-yilmaz says:

    Dil konusunda çok hassas olduğunuzu bildiğim için hatırlatmak isterim, kardeşinizin adı Hadid 🙂

    Bir de içinde eleştiri barındıran soru size: Tüm bu eleştirileri yapıyı gezdikten sonra mı yazıyorsunuz? Kim olursa olsun Hadid de olsa yargısız infazı hak ediyor mu? Bu durumda yapıyı görmeden bunca eleştiri getirdiğiniz için siz de eleştiriyi hak ediyor olmuyor musunuz? Ola ki gezdi iseniz ikinci paragrafı boş verin gitsin.

  • celik-erengezgin says:

    Bir ara saydım. İsmimin ve soyadımın on sekiz çeşit yorumu var.. Çetin ve Cengiz ile başlayıp, Ercengiz, Erengezen, Erenzengin, ile devam eden.. En çok Erenzengin’i seviyorum.. Yeni varyasyonlara da açığım.. Nasılsa hepsi, ben niyetine.. Gençken habire düzeltiyordum. Artık vazgeçtim.. Ama şimdi Hadid kardeşimiz bizden biri değil. Yabancıya ayıp etmeyelim. Aman yanlış anlamasın.. O yüzden, samimi ikaza teşekkürler..

    O yapıyı gezmedim. Ama o arkadaşı yıllardır bayağı inceledim.. Bir yalnızlık senfonisidir tüm eserleri.. Kakafonik değil ama.. Basbayağı senfoni.. Böylece çaktırmadan müzisyenliğimizi de kattım araya..

    Amma velakin, resimlere dikkat buyurun.. Tasarımın içinde mikrop ölçeğinde kalan insanların üzerine üzerine gelen hormonlu yapılar, devasa platformlar, insanı ezen, adeta “haddini bil” diyen iç ve dış mekanlar.. Dünya piyasasına çıktığından beri beni hiç şaşırtmadı ki bir de gezmeye kalkayım.. Allah Pendik’i korudu. Malum, kendisini bir de Leydi Gaga ile karşılaştırmıştım vaktiyle..
    http://rktr.co/1ciyDph

    Başarılı fotoğraflarınıza bir de bu gözle bakınız.. Mimari eleştiri, suç mahallinde delil arayarak yapılmaz. Yoksa kimsenin konuşmaya hakkı olmazdı kültür tarihinde.. Görebilen göz ve düşünebilen beyin yeterlidir.. Aksi takdirde her mimarın, ancak yapısı bitince, “ne yaptım ben” diyebileceği bir süreç olurdu tasarım..

    Malum Japonlar bile “yok artık !, biraz mütevazi ol” dediler olimpiyat stadyumunda.. Birileri dur demeli, birileri hatırlatmalı.. Kim neyi hak ediyor ona toplum karar verir.. Ben bayılırım eleştirilmeye mesela.. İnsanı eviren, övgü değil, yergidir.. Elbette anlayana, yergiden inci çıkarana !.. Sadece hayran hayran bakılan, eleştirisi tabu haline getirilen binalardan hayır gelmez dünyaya.. Yalnız binalar için mi bu söylem ? Yerine insanı koy, sonuç aynı..

  • celik-erengezgin says:

    http://rktr.co/1ciyDph linkini vererek, merak edene yardımcı olayım dedim alttaki mesajda. Ama,silinmiş nedense.. erengezgin.net sitemizden de Leydi Gaga karşılaştırmasına ulaşabilir dileyen..

  • omer-yilmaz says:

    ZHA’nın çok garip bir pazarlama gücü olduğunu düşünüyor, bunu görüyorum. Sahiden bazı durumlarda “ne yapsam olur” hali de var. Belki örneklemek daha iyi olur: Tarihi Yarımada için hiç olmayacak bir yere Çetin Erenzengin’in proje yapması ile ZHA’nın proje yapması arasında çok fark olur. Sanırım şu an Haliç’te Sabancılar için devam ettiğini duyduğumuz çalışmada bunu yaşayarak da göreceğiz.

    Lakin bu kestirip atmak için yeterli gerçekçe olamıyor benim için. Kartal örneğine gelelim: Kartal zaten yaşanamaz bir yer. Alper Ünlü’nün Kartal Belediyesi CHP’ye geçtikten hemen sonra söylediği sözleri aklımdan çıkmıyor. Hatırlanacak olursa o zamanlar Kılıçdaroğlu, Tekin ve Ünlü üçlüsü vardı.

    Ünlü demişti ki: bizim imar planlarımız bize yetmiyor mu? altında ticaretimiz, üzerinde konutlarımız olan planın nesi bize yetmiyor…

    Bana yetmiyor: Üzeri konut altı dükkan imar planı zaten şu an içinde yaşadığımız garabet. Kartal için ZHA’nın önerisi hayata geçirilebilseydi hem İstanbul için hem de Kartal için çok daha iyi bir çevre söz konusu olacaktı, İstanbul ikinci bir merkez kazanacaktı. Tüm bu beklentilerimi sizin ZHA’ya olan eleştirilerinizi toptan reddederek yazmıyorum, tam tersine kabul ediyorum çoğunu. Lakin eleştiri terazide ister. ZHA ile eleştirisini teraziye koyduğumda keşke uygulansaydı diyorum.

  • bulent-avcilar says:

    Silinmemiş…

  • omer-yilmaz says:

    Kimsenin bir şey sildiği yok Çelik Bey. Sayfanızı yeniden yüklemeniz gerekiyor sanırım.

  • celik-erengezgin says:

    Maksat, kötünün iyisi değildir.. Yani en kötünün az kötüsüne razı olmak değil.. Sevgili eşim’i Pendikten gelin aldım 47 yıl önce.. Yani iyi bilirim oraları.. Sevapları ve günahları ile..

    Keşke Kartal projesi toplumsal arenaya yatırılıp, tartışılabilseydi.. Böylece “altı kaval üstü şişhane” tekliflerinin de abesliği ortaya çıkardı bir yandan, Hadid’in doğayı ve insanı yok sayan bencil yaklaşımının da…

    Haa bu arada,tarihi yarımada için benden talep edilen, şimdilik 33 sayfalık raporumu muhtemel yeni başkan ile paylaştım.. Henüz onla benim aramda ama, seçimden sonra dileyenle paylaşırız..

    Nereden atladı bu adam Bursa’dan İstanbul’a derseniz, dedemin 160 yıl önce okuduğu Fatih Taş Mektepte, 60 yıl önce ben de okumuştum.. Oradan geliyor bu ukalalık..

    En sevdiğim “erenzengin” soyadıma da eyvallah.. Hiç itirazım yok..

  • omer-yilmaz says:

    Kötünün iyisi ya da ben yapmasam başkası yapacak söylemleri bence tartışmayı her iki yönde de hafifleştiriyor.

    Neden kötünün iyisi diye söyleyeyim ki! İçinde bulunduğumuz koşullar var, bu koşullar içinde işler nasıl yapılır diye bakmak zorundayız, zorundasınız, zorundalar. Yoksa ben de hadi planlayalım işte doğru dürüst diyorum. Bunları söylemekle olmuyor, her koltuğun bizim bilmediğimiz dertleri oluyor.

    İstanbul için bir Londralı da bir Bursalı da söz söyleyebilir. Siz İstanbullu olmasanız söz söyleyemeyecek değildiniz sanırım.

  • celik-erengezgin says:

    Şaka yaptık yahu. Elbette herkesin söz hakkı var İstanbul için. .. “ZHA ile eleştirisini teraziye koyduğumda” dediğiniz için, terazide ağır basan iyi olan değildir dedim. Koltuk, yani anlayışlar, yerel olanaklar ve kısıtlamalar meselesinden çok, ilke ve inanç meselesidir bunlar.. Tıpkı kurtuluş savaşımızda olduğu gibi..

  • vehbi-durust says:

    Betonun sınırları ve tasarımın estetik uçarılığı üzerine bir örnek teşkil edilmiş. Bu örnekten hareketle beğenmeyen daha uygun öneriler sunabilirken beğenenler ise taklide düşmeden farklı öneriler getirebilir. Şehrin bu tür yapılarla dolması istenmese de en azından bir örnek de olsa bulunması, gözle görülen bir deneyimi yaşatabilir bizlere, şehre hakim, baskın bir eser olmaması gereğini hatırlatarak tabii ki. Saygılarımla.

  • celik-erengezgin says:

    Vehbi kardeşim, bu yapı betonarme değildir.. Beton olsaydı kendi hamallığını bile yapamazdı zaten. Bambaşka tehlikeler içerirdi.. Uzay kafes, çelik bir yapıdır.. Yani, Allah saklasın bir yangında ayakta kalabilme süresi azami bir saattir.. Önlem alınmadı ise, yangında akma sınırı 10 dakika ve çatı aşağıda.. O yüzden batıda, böyle kamusal alanların çatılarında çelik, yasaklanma noktasındadır artık.. Yani mimari şımarıklığın bedeli, hayati sınırları zorlamaktadır.. “Bir tane bulunsun” samimi niyetinizi istismar edebilecek bir risk taşınmaktadır yani..

  • omer-yilmaz says:

    Yüklenici Türk, malzemeci Türk, ZHA’da proje şefi olarak çalışan mimar -KKTC’li de olsa- Türk, eleştirenler de Türk… Türk olmayanı bulunuz…

    Çelik Bey, yapının çelik olduğunu hatırlatınca kim yapmış diye baktım: URTİM. Oradan aklıma geldi böyle bir mesaj yazmak.

    Yani neresinden tutsak tutamıyoruz. Başka başka sorular oluşuyor. Mesela Çelik Bey’e bir türlü beğendiremediğimiz bu tasarıma benzer tek yapımız yok. Madem yapma becerisi var! Acaba mimarlarda mı sorun? Yoksa İşveren mi? E hafif “ben yaptım oldu” tarzı gerekli ise, ona da sahibiz değil mi 🙂

  • celik-erengezgin says:

    Muhabbet gittikçe koyulaşıyor.. Zaha Hadid’i eleştirenleri lütfen bir araştırınız.. Dünyada baş tacı idi de sadece biz mi eleştiriyoruz acaba ?.. Bu kadar Türk varsa işin içinde, sesimizi kısmalı mı idik sizce?..

    Ömer kardeşim, bir ucundan bulaşmadığım ve tadına bakmadığım bir konuda haddimi aşmamaya çalışırım. Uzay kafesin 45 yıl önce, ilk imalatçılarındanım. Çelik adına neyin doğru neyin yanlış olduğunu öğreneli ve ahşaba döneli de, en az 40 yıl oldu.. Babam 1924’de Ağabeyim 1957’de inşaat mühendisi idi.. Kapalı bir toplanma alanı ve çelik çatı; betonun ardından en riskli strüktürdür.. İkiz kuleler misali, aşırı ısı ve ardından derhal çökme tehlikesi altındasınız demektir.

    Benzer yapımız olaydı benzer eleştirileri alırdı.. İlle de ülkemizde emsal arayışı ve bulamayış, eleştiriyi haksız kılmaz.. Ulaşamadığımız ciğere pis diyormuşuz algısı çok haksız kaçar. .. Bu kadar basit olmamalı yorum..

    Sorun hem mimarlardadır hem de işverende. Hem, heykelimsi tavırda ama doğru olanı ortaya koyamadı mimarlarımız, hem de yanlış ticari kaygıların kendi sonlarını getireceğini anlayamadı işverenler..

    Benim oğlum başarılı bir heykeltıraştır.. Ben bayılıyorum yaptıklarına.. Ama heykel olarak.. İçine girip yaşamak üzere değil.. Buluşturmak çok mu zor iki disiplini ?.. Elbette var.. Wright ilk örneklerdendir mesela.. Ne var ki bu yolda kötü örnek, iyi örnekleri unutturacak kadar çok.. Canım istedi mimarisi, en kolay olandır çünkü.. Mimara; kaçamak fırsatları ve sanal bir meşruiyet sunar.. “Özgürüm abi” der.. Halbuki özgürlüğü, içindeki yaşamın tarifi ile sınırlıdır.. Şöhret oldukça tahammül edilir. Tahammül edildikçe Zaha Hadid olunur.. İşte durum özeti..

  • vehbi-durust says:

    Çelik Bey, ahşap yanmıyor değil ancak önleyiciler bildiğim kadarıyla, çelik malzeme içinde benzeri bir koruyucu söz konusu olabilir. Acil söndürme tesisatı zaten vasat olarak olabilir. Ancak, belirttiklerinize katılıyorum. Heykel ve mimari bu derece, heykel lehine bir araya gelmeli mi? Yapabilir olmakla yapıvermek acaba başka sorumlulukları ıskalamak anlamına gelmez mi? Mesela eserde pekçok alan israfı belirgin olarak görülüyor. Fonksiyonu sadece görüntü oluşturmak olan yapı öğeleri mevcut. Saygılarımla.

Bir yanıt yazın