Peki, özlenen “güçlü başkan”ın yetkilerine neler eklenecek?
Anayasa tartışmaları sonunda geldi “başkanlık sistemi”ne dayandı. İktidar neredeyse “olmazsa olmaz” sayıyor; muhalefetse diyor ki; “başkanlıkta dayatılmazsa kısa sürede uzlaşırız”.
Peki, özlenen “güçlü başkan”ın yetkilerine neler eklenecek?
Hemen herkes, “başkanlık” denilince ABD’yi anımsıyor. Konu “biz” olunca da akla hemen “padişahlık” geliveriyor. Nitekim Doğan Kuban -ki tanıdığımız en “akil” kişilerdendir- Topçu Kışlası’nın yeniden inşasına tüm bilim ve kent uzmanlarının karşı çıkmasına rağmen Başbakan’ın “yapılacak!” demesini şöyle değerlendiriyor: “Türkiye’nin Osmanlı’ya dönme gibi bir sorunu yok; zaten dönmüşüz.” (CBT-17 Mayıs)
Tartışma başladığından beri gerçek akiller dünyadaki başkanlık sistemlerinden örnekler vererek şunu belirttiler: “Bizde özlenen süper başkanlık yetkileri o ülkelerde akla bile gelmez.”
Ne var ki hukuktan ekonomiye geniş bir yelpazede sıralanan yetki örnekleri arasında “imar”dan söz eden pek olmadı. Doğrusu Kuban’ın “Başbakanlık inadı”na değinmesinden sonra bu eksiği giderme ihtiyacı duydum… Söz gelimi Obama, ülkesindeki “uzman”ların “olmaz!” dedikleri bir yapıyı NY’nin merkezindeki parka, hangi yetkiyle ve zorla yaptırabilir?
Hele hele “ille de AVM” işlevini hangi ABD başkanı isteyebilir; Anıtlar Kurulu’nun uygun görmediği bir projeye “onlar onaylamazsa biz onaylarız” türünden sözler söyleyebilir?
Başkanlık sadece ABD’de yok; çoğu “gelişmekte” denilen ama bir türlü “gelişemeyen” 40’tan fazla devlette var… İster faşist, ister dinci, ister demokrasi yolunda olsunlar, böylesi örnekleri göremezsiniz.
Sözgelimi Azerbaycan Devlet Başkanı, başkent Bakû’nun siluetinde çok özel yeri bulunan “Şehitler Hıyabanı”nın bulunduğu tepeye kentin her yerinden görülebilecek devasa bir cami yapma emri ver(e)mez. Veremeyeceğinden değil, hem kendisinin, hem de topumun kent siluetine duyduğu saygıdan ötürü…
Benzer şekilde Arjantin, Güney Kore, Guatemala, Türkmenistan, Venezüella ve diğerleri… Hangisinin Devlet Başkanı kendi bilim, kültür ve çevre uzmanı kesimlerinin “kentin yaşam kaynaklarını korumak” için karşı çıktıkları köprüleri, havaalanlarını ya da milyonlarca kişiyi çekecek yeni yerleşim projelerini “bunlar bilmez, ben bilirim” edasıyla savunabilir?
Doğan Kuban’dan özür dileyerek söylüyorum ki; “padişahların bile böyle tutumları ve yetkileri yoktu”. Bazı sultan camileri elbette ki istedikleri yerde yapılmıştı ama mahalle camilerinden imaretlere kadar sayısız kamu binası için “âlim”lerin belirlediği yerler seçilmişti.
Sözün kısası ne ABD’de, ne değer başkanlıklarda, ne de padişahlıkta bugün yaşadığımız türden bir “imar krallığı” yoktur. Yeni anayasada kentlerin ve doğanın rant saldırılarına karşı korunması bakalım nasıl güvenceye alınabilecek?