Bienali Neden Boykot Etmeliyiz?

Protestocular üstlerinde Emek Sineması’na ve başka konulara dikkat çeken tişörtlerle sessizce yere yatıyorlar. Yere yatar yatmaz dört kişi geliyor, protestocuları kollarından bacaklarından karga tulumba dışarı çıkarıyor.

10 Mayıs 2013, saat 18:30, Taksim Marmara Oteli, Ortaköy ve Beşiktaş Salonları. İKSV’nin düzenlediği 2013 İstanbul Bienali’nin bir etkinliğindeyiz. Posta kutuma şöyle bir duyuru düşmüş, onun için merakla gidiyorum Marmara Oteli’ne:

“Kamusal Sermaye” bu hafta sonu tartışmaya açılıyor

13. İstanbul Bienali Kamusal Programı Kamusal Simya, 10 ve 11 Mayıs tarihlerinde, “Kamusal Sermaye” başlıklı üçüncü etkinliği ile devam ediyor. “Kamusal Sermaye” kapsamında özel sermaye ve güncel sanat üretimi ile yeni ‘kamu’ların (ortak bir soru, amaç ya da eylem etrafında bir araya gelen çeşitli topluluk, sosyal ağ ve izleyicilerin) yaratım/oluşum süreçleri arasındaki ilişki İstanbul’un büyüyen sanat ortamı bağlamında tartışmaya açılacak.

İki günlük etkinlik dizisi Fulya Erdemci ve Dr. Andrea Phillips’in eşküratörlüğünde, Barnabás Bencsik, Alberto López Cuenca, Haldun Dostoğlu, Vasıf Kortun, Maria Lind, Suhail Malik,Kuba Szreder ve Vermeir & Heiremans’ın (Art House Index/Sanat Evi Endeksi) katılımıyla 10 Mayıs’ta The Marmara Taksim, 11 Mayıs’ta Salon İKSV’de gerçekleştirilecek.

Kamusal Sermaye kapsamında düzenlenen performans, sunum ve panelde şu soruların cevapları aranacak: Sanat pazarı güncel sanatın kamuya sunulma biçimlerini nasıl şekillendiriyor? Paranın ‘özerk’ sanatsal üretim üzerindeki etkileri neler? Sanat simsarları, galeriler ve sanat fuarları tarafından teşvik edilen çeşitli hamilik modelleri var, ama bu modeller sanatçılar için sürdürülebilir ya da özgür üretim koşulları önermeyi başarıyor mu? Yoksa bunlar günümüz kapitalizmine paralel şekilde yapılanmış birer işletmeden mi ibaret? Sanatçıların, yapıtları etrafında dönen parayı bireysel veya kolektif çalışmalarında kontrol edebilecekleri alternatif yöntemler nelerdir?

Büyük finans yapılarının temelinde gerçekleşecek simyevi bir dönüşümle ortaya çıkacak ‘kamusal para’ gibi bir mevhumu hayal etmemiz mümkün olabilir mi?

Daha önce, protestocuların Koç’un düzenlediği bir etkinliğin kamusal olamayacağı, hele ki bir sanat ticareti eleştirisinden fersah fersah uzak olduğu yönündeki eleştirilerinden haberdardım. Protestolarını da duymuşum. Ama safız ya işte; önceki etkinliklerde, çeşitli muhalif isimlerin konuşmacı olarak yer almasına kanmışım. Örneğin, Teddy Cruz, Sedat Doğan, İlhan Tekeli, Betül Tanbay ve Erbay Yucak (8-9 Şubat 2013’te gerçekleşen etkinliğin ayrıntıları için bkz.). Zaten, İKSV’nin sitesinde, 10-11 Mayıs 2013’teki etkinlikle ilgili olan tanıtımdaki eleştirel tona inanmışım bir kere. Buyrun tanıtıma:

10-11 Mayıs 2013-Kamusal Sermaye

Kamusal Sermaye programında amacımız özel sermaye ve güncel sanat üretimi ile yeni ‘kamu’ların yaratım/oluşum süreçleri arasındaki ilişkiyi* İstanbul’un büyüyen sanat ortamı bağlamında incelemek. Sanat pazarı güncel sanatın kamuya sunulma biçimlerini nasıl şekillendiriyor? Paranın ‘özerk’ sanatsal üretim üzerindeki etkileri neler? Sanat pazarının yapıları ile bugünün daha genel finansallaşma soru(n)ları arasında nasıl ilişkiler var?

Sanat simsarları, galeriler ve sanat fuarları tarafından teşvik edilen çeşitli hamilik modelleri var, ama bu modeller sanatçıların işine yarayacak hayatta kalma stratejileri ya da özgür üretim koşulları önermeyi başarıyor mu? Yoksa bunlar günümüz kapitalizmini belirleyen spekülatif finansal işlemlere paralel şekilde yapılanmış birer işletmeden mi ibaret? Sanatçıların, bireysel veya kolektif çalışma düzeninde yapıtları etrafında dönen parayı kontrol edebilecekleri alternatif yöntemler nelerdir?
  
Büyük finans yapılarının temelinde gerçekleşecek simyevi bir dönüşümle ortaya çıkacak ‘kamusal para’ gibi bir mevhumu hayal etmemiz mümkün olabilir mi?

*Türkiye bağlamında kamu daha çok devlete ait olanı ya da halkın bütününü anımsatsa da, biz burada kamu kavramını farklı, yeni bir açıdan düşünmeyi öneriyoruz. ‘Yeni kamular yaratmak’ terimiyle, farklı etnisite, inanç ve kültürden gelen çeşitli toplulukların, komünitelerin, sosyal ağların ve izleyicilerin ortak bir soru, amaç, eylem ya da etkinlik etrafında bir araya gelerek geçici birliktelikler oluşturmasından söz ediyoruz. .

Özel olarak 10 Mayıs 2013 etkinliğinin tanıtımı da, beni uyarmıyor; çünkü ‘eleştirellik’ sözkonusu.

10 Mayıs Cuma
Yer: The Marmara Taksim, Ortaköy ve Beşiktaş Salonları
18.30 – 19.30
Sunum-performans: Vermeir & Heiremans, Sanat Evi Endeksi

Sanat Evi Endeksi kurgu ve gerçeğin kodlarını kullanarak, sanat ve emlak piyasalarını yüksek kazanç getiren bir finansal aracın içinde eriten ağ tabanlı bir ‘alet takımı’ sunuyor. Bu proje, -bir ev ya da bir sanat yapıtı gibi- saydam olmayan, hareketsiz ve kolay alınıp satılamayacak bir ürünün, son derece erişilebilir, dolayısıyla büyük sayıda yatırımcı için değerli sayılabilecek saydam ve  sanal bir yatırım aracına dönüşümünü inceliyor.

Sanat Evi Endeksi, sanatın değer üreticisi olarak konumunu eleştirel bir bakışla ortaya koymayı amaçlıyor. Vermeir & Heiremans, sanat, mimarlık, ekonomi ve hukuk arasındaki sembiyoz üzerine yürüttükleri uzun erimli araştırmayı sürdürerek, bu sunum-performanslarında Sanat Evi Endeksi’ni tasarlamak için gereken sanatsal ve ekonomik bağlamı sanat pazarının içinde ve ötesinde spekülatif bir yapı olarak üretiyorlar.

Vermier ve Heiremans, sanat pazarlarını eleştirecek, değil mi? Bu metinlerden, siz de bunu çıkarsamaz mıydınız? Ama hiç de öyle olmuyor. Önümüze koydukları metin, tümüyle bir emlak tanıtımı biçiminde. Lüks evlerden şehir görüntüleriyle dolu bir metin. Bu, tümüyle bir sözlükçeden oluşuyor. Sözlükçede tanımlanan sözcüklerin hiçbiri, sanatla ilgili değil. Örneğin, Sanat Piyasası Güven Endeksi, Bonolar, Kredi, Piyasanın Derinliği, Dow Jones Endüstri Ortalaması, Finansal Araçlar, Fonlar, Yatırım, Tekel, Para, Fiyat, S & P 500 vb. Tanımların altında, “hemen yatırım yapın” diye de bir altyazı var. Ben bunun bir şaka olduğunu sanıyorum başlarda ya da eleştirel bir performans. “Sanatçılar, bunlarla dalgasını geçecek” diye düşünüyorum. Ama ne oluyor? Birer birer protestocular geliyor; üstlerinde, Emek Sineması’na ve başka konulara dikkat çeken tişörtlerle sessizce yere yatıyorlar. Herbiri, yere yattığı gibi, dört kişi geliyor; kollarından bacaklarından karga tulumba dışarı çıkarıyor. Vermier ile Heiremans’a bakıyorum; hiç istiflerini bozmuyorlar. Hatta, biri, ötekine bakıp gülümsüyor. Hâlâ inanamıyorum. Performans sanatı olduğunu sanıyorum durumun. Protestocuyu götürenlerin de performans sanatçısı olduğunu sanıyorum.

Sunumu yapan iki yatırımcı (‘sanatçı’ diyemeyeceğim), emlak piyasası sunumlarını gerçekleştirirken, “bu akşam bir konuk konuşmacımız var” diyor; ve Skype’tan, arkasında bir çokuluslu ofis görüntüsü olan Frank Goodman çıkıyor karşımıza. Ne mi anlatıyor? Fonlar, sanat ve emlak piyasası, yatırım biçimleri, bankalar vb. Sanata finansal bakışın yararlarından dem vuruyor. Ve ortada hiçbir eleştiri yok. Hatta, bir ara, demokrasiden bile bahsediyor. Ve bunlar olurken, protestocular, tek tek, U biçimindeki oturuş düzeninin önüne doğru gelip sessiz protesto gerçekleştiriyorlar ve yaka paça dışarı çıkartılıyorlar. Bir genç kız, protesto yapacakken, bir görevli, arkasından omuzlarını sarıp kaldırarak uzaklaştırıyor. Dayanamıyorum artık. Nereye gelmişiz?! Bunlar, şaka olamaz, performans hiç olamaz. “Herhalde küratörü değiştirmişlerdir” diyorum kendi kendime. Değil mi ki, Bienal küratörü Fulya Erdemci, 10 Şubat 2013’teki etkinliğin sonunda, Lenin’den alıntı ile “Ne yapmalı?” demişti. “Demek ki, yeni bir küratör” var diyorum içimden. Dayanamayıp çıkıyorum artık.

İşte dışarıdayım. (Aslında dışarıda olmak ne derece olanaklı ki?! Heryerden kuşatılmışız. Sanattan, medyadan, eğitimden vb.) Beni, belki de, en çok kızdıran, iki yatırımcının, protestocular yaka paça götürülürken, birbirlerine bakıp gülmeleri oluyor. Bir-iki saat sonra, protestoları videoya çeken Niyazi Selçuk’un, Fulya Erdemci tarafından karakola çağırtıldığını duyuyorum. Bu kadar açıkça ticarileşmiş bir bienale mi yanalım, yoksa video çekimini polisiye bir duruma çevirenlere mi… Sanatta sansüre tarihi bir örnek oluyor Bienal… Uzun süre akıllarda kalacak, bu…

Bir sonraki gün, Radikal’e bakıyorum. ‘Bienal protestosu karakolda bitti’ başlıklı haberi görüyorum. Haberde, bir video da yer alıyor. Burada, bienalin neden protesto edildiği açıklanıyor; ancak, özel olarak bu etkinliğin neden protesto edilmesi gerektiği anlatılmamış. Bunun için, bu yazıyı kaleme almaya karar veriyorum. Etkinliğin resimleri ve videoları yavaş yavaş düşerken (örneğin, Ötekilerin Postası’ndaki resim), durumu anlatmanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Umuyoruz, yazının başlığının (‘Bienal’i Neden Boykot Etmeliyiz’) gerekçesi, anlaşılır olmuştur. 

Etiketler

Bir yanıt yazın