Danimarkalı mimarlık ofislerinin dünyada en iyi tanınanı şüphesiz ki Bjarke Ingels Group, yani BIG.
Genç mimarlar için belki de süper kahraman statüsünde olan Bjarke, Kopenhag’da sadece 7 sene önce kurduğu ofis sayesinde şu anda tüm dünyanın takip ettiği bir mimar haline gelmiş durumda. Bjarke’nin bu şipşak ünlenişi ve bir anda herkesin gözünün önünde olması onu Danimarka’nın en popüler ihracatı da haline getirmiş oldu. Danimarkalıların ise bu duruma bakışı dışarıda göründüğünden farklı.
Mütevaziliğin kişilerin tüm davranışlarında belirleyici olduğu Danimarka’da, kültür ‘Janteloven’* -Law of Jante- aracılığıyla şekillenir. Bu ‘kuralların’ en önemli olanı, hiç bir bireyin diğerlerinin önüne geçmemesini öğütler. Geçmesi durumunda ise bu kişi, toplum tarafından bireyselliğinin ve başarısının sorgulanmasıyla karşılaşacaktır. Bu sorgulama, bir aşağılama şeklinde değil, daha çok “başkasının hakkını yememe” ve herkesin eşit olduğu bir toplumun getirdiği doğal bir şüphedir. Bu gerçekler düşünüldüğünde, yaşamın her alanında niceliktense niteliği tercih eden bir toplum olan Danimarka’nın Bjarke’ye karşı tutumu daha iyi anlaşılabilir. Bu yüzden de Danimarkalı mimarların bu hızlı yükselişten ve Bjarke’nin kişisel hırsından pek de hoşnut oldukları söylenemez.
Kariyerinin başlarında Maritime Youth Museum, Harbour Bath gibi ufak ve insan ölçeğinde yapılar yapan Bjarke, Kopenhag’a uyum sağlayan yapılar inşa ediyordu. Fakat işler, 5 katlı yapılara alışmış olan bu şehre gökdelen projeleri yapmaya başladıklarında değişti. Kopenhag’daki en yüksek binanın 30 katlı olduğu, bu yükseklikte sadece birkaç binanın var olduğu, ve bu ‘gökdelen’lerin çoğunun 1960’larda inşa edildiği düşünülürse, aslında BIG’in context’iyle pek de ilişkili yapılar projelendirmediğini söyleyebiliriz.
Tabii BIG’in ünlendiği bu dönemin öncesinde PLOT’un etkisi bütük. Mountain House, Harbour Bath gibi Bjarke’in Danimarka’da ve dünyaca ünlenmesinde etkili olan birçok proje aslında Bjarke ve Belçikalı mimar Julien de Smedt’in beraber kurduğu PLOT’un ürünleri. PLOT’un 2005 yılında kapanmasıyla kendi ofislerini açan Bjarke ve Julien, tarz olarak ayrışmaya başladı. Julien’in kurduğu JDS hala insan ölçekli yapılar yapmaya devam ederken Bjarke, belki de Julien’den ‘kurtulmanın’ etkisiyle tamamen farklı bir ölçeğe geçti.
Ofisin kurulduğu ilk yıllar ile, son dönemdeki strüktürü arasında büyük bir fark olmasının sonucu da ofisin bu hızlı büyüyüşü: ufak ölçekli yapılardan bir anda gökdelen, fabrika ölçeğine sıçrayan ofisin çevresiyle olan ilişkisindeki kopma belki de bu noktada başladı. Bu kopmanın kendisi, aslında negatif bir durum değil. Fakat asıl sorun BIG’in bu mantaliteyle Danimarka ve İzlanda gibi ufak ölçeklere alışkın İskandinav ülkelerinde -yani kendi habitatında- binalar projelendirmeye devam etmesi.
Bu seneki Venedik Bienalinde gösterilen ‘Air + Port’ projesi, bu sorunun en iyi göstergesi. BIG’in tasarladığı devasa bir artı şeklindeki yapı, Grönland’de inşa edilmiş açık arayla en büyük yapı olacak. Ölçeksizliğinin yanında, ülkenin geleneksel mimarisine dair hiçbir özellik içermeyen yapı, sembolik bir formun kağıt üzerindeki bir plana yerleştirilmesinden ibaret.
Ofisin Kopenhag’da inşa ettiği en önemli yapı olan 8 House’u iyi anlayabilmek için önce ‘context’ini anlamak önemli. Ørestad, şu ana kadar şehrin tarihindeki en büyük kentsel dönüşüm projesi. Amager bölgesindeki yeşil ve boş olan bir alan, artan nüfusun yerleşim ihtiyacını karşılayabilmek için şehrin genişlemesine imkan verecek biçimde planlandı. Bölgenin büyük bir kısmı konut projeleri için ayrılmış olsa da bu yeni plan sayesinde eğitim ve ofis yapıları için de yer açılmış oldu. Şehrin sık elenmiş dokusundan farklı olan Ørestad, Türkiye’de sık görmeye başladığımız “site” kavramından pek farklı değil. Yapılar 6-7 katlı ve genelde büyük bloklar halinde. Bir nevi İstanbul’un Residence kuleleri gibi, fakat Danimarka ölçeğinde.
BIG’in kendi ülkesi Danimarka’da gerçekleştirdiği en büyük proje olan 8 House, ofisin diğer projelerinden oldukça ayrışan bir yapı. Kopenhag’ın yeni gelişen Ørestad bölgesinde olması da yapıyı farklı kılan bir başka özellik. Yapının şekli klasik kuzey avrupa apartman tipolojisinden gelişmeye başlamış; ortak bir iç avlu etrafında çepersel yapı bloğu. Bu tipoloji Türkiye için pek bilinmeyen bir kavram. Birkaç apartmanın genellikle ortak bir bahçe etrafında toplandığı bu yapı türü ülkemizde -maalesef- var olmayan bir form.
Klasik blok -Bjarke’nin deyimiyle- ortak alanlara ışık ve hava sağlayabilmesi için ‘ortasından bükülmüş’ ve ‘uçlarından aşağıya çekilmiş”‘. Ticari üniteler ve anaokulu dış müşterilerin için erişebilmesi ve zemindeki boş alandan faydalanabilmek için sokak seviyesinde yer alıyor. Üst katlarda ise yerleşim birimleri bloğun tamamından geçen bir rampanın etrafında dizili. En tepede ise penthouse’lar yer alıyor. Yapıda yer alan 476 konut birimi 3e ayrılıyor: balkonlu apartman daireleri, bahçeli ve ‘sokağa’ açılan 2 katlı ‘şehir evleri’ ve bloğun lüks kısmında yer alan ‘penthouse’lar. Yapının tamamı 8 şeklindeki bir patika ile bağlanıyor: patika bazen rampa şeklinde yukarı çıkıyor, bazı yerlerde köprü halinde ve bazen ise düz bir mekan. Farklı tipteki evler farklı tipteki insanları çekecek şekilde düşünülmüş.
Mountain House ve VM House ile gelişmeye başlayan Ørestad bölgesi, şimdi 8 House’ın başı çektiği bir inşaat alanı halinde. Bu hızlı gelişim doğal olarak birçok yabancı mimarın da ilgisini çeker hale gelmiş durumda. Yapıyı Ørestad context’i içinde düşündüğümüzde aslında bölgenin en iyi örneklerinden biri olduğunu belirtmek gerek. Belki Ørestad bölgesi için normalden farklı bir proje. Ama akla iki soru geliyor: yeterli mi? Ve daha da önemlisi, gerekli mi?
Bir başka sorun, şu anda BIG’i kıyaslayabileceğimiz bir ofisin bulunmaması. Bir zamanlar belki de Bjarke için ilham kaynağı olan OMA ve MVRDV, şu anda gittikçe BIG’leşmekte. Fakat, BIG’i kıyaslayabileceğimiz herkesin yakından tanıdığı başka bir firma var: Apple.
BIG’in tasarım prensipleri ve iş modeli aslında düşünüldüğünde Apple’ın felsefesiyle oldukça benzeşiyor. Apple’ın şu anki başarısının ardındaki tasarım ilkesi “herkes için tasarım” olarak özetlenebilir. Apple’ın tasarım kalitesi en yüksek olmamakla birlikte, orta kalitenin en üstü diye tabir edebileceğimiz bir seviyede. Aslında BIG’in yapılarında gördüğümüz de bunun çok iyi bir yansıması. Ortalamaya indirgenmiş bir kullanıcı grubu için tasarlanmış, oldukça yüksek kalitede gözüken, fakat aslında normal kalitedeki bir ürünün ‘iyi paketlenmiş’ bir hali. Apple’ın hardware-software arasında kurduğu ilişki de incelemeye değer. İkisine de eşit önem verip, bir araya geldiğinde ortalama kaliteyi artıran bir yaklaşım var. BIG’in yapıları için, binanın fiziksel formu ve kullanıcı dostu programı arasında aynı türden bir ilişkinin kurulduğunu söylemek mümkün. İki öğenin birlikteliğinden yola çıkan bir tasarım, başarılarının ardındaki ortak yönlerden belki de en güçlüsü. Apple’dan ayrışan bir özelliği ise detay ölçeğine inildiğinde aynı performansı gösterememesi. Apple’ın ürünlerini normal kalitenin en üst seviyesine taşıyan ayrıntı detayda önemken, BIG’in yapılarında detaylara baktığımızda yapıların vasatlığı daha belirgin hale geliyor.
Apple’ın Cupertino’daki yeni merkez binasına baktığımızda da karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Norman Foster’ın tasarladığı bina daire şeklinde devasa bir kampüs. Yapı, Norman Foster’ın tarzıyla çok da eşleşmiyor. Bina, aslında tam da BIG’in tasarlayacağı cinsten: süper empoze edilmiş, sembolik bir ‘mega strüktür’.
80 kişilik Kopenhag ofisinin yanında, 2010 senesinde New York’da bir ofis açan Bjarke artık vaktinin çoğunu New York’ta geçiriyor. BIG’in ülkeye bu kadar hızlı adapte olabilmesi, ve New York ofisini sadece birkaç sene içerisinde 60 kişilik bir kapasiteye çıkarabilmesi aslında BIG’in olması gereken context’i iyi açıklıyor. Amerikan toplumunun ‘büyük plan’, ‘büyük resim’, ‘büyük hareket’ kavramları ise zaten ofisin adında yer alıyor.
Bütün bunların yanında, BIG’in dünya çapındaki başarısı açıkça ortada. Bu başarıyı görebilmek için çok da kadar derinlere girmeye gerek yok: onlarca ülkeden farklı yarışmalarda aldıkları birincilikler, ofisin iç mekanizması, ve hatta Bjarke’nin kişisel gelişimi bu başarıyı anlamak için yeterli. Fakat artık bu baş döndürücü başarının ardını görüp, bazı gerçeklerin -ve sorunların- de farkına varmanın vakti geldi. Aslında sorun ne Danimarka, ne de Bjarke. Sorun, Danimarka’nın artık Bjarke için bir context teşkil etmemesi.
Kasım 2012, Kopenhag
açıklayıcı yazılar:
http://en.wikipedia.org/wiki/Law_of_Jante
http://gizmodo.com/5952131/?post=53611575
kitap: yes is more
kitap: clog october issue: big
kitap: new architecture in copenhagen: copenhagen x