Bir gün Dikilitaş’ı geri isterlerse…

Heykellerle ilgili gündem yaratma konusundaki ustalığını iyi bildiğimiz Başbakan Erdoğan’ın hedefinde bu kez Senegal’in Goree Adası’nda, köle ticaretini sembolize eden bir heykel vardı.

Kölelerin Batı’ya taşındığı “Dönüşü Olmayan Yol” müzesini ziyaret eden Erdoğan, Fransa tarafından hediye edilen ve giyotine giden bir köleyi anlatan heykelin Fransa’ya iade edilmesi gerektiğini söyledi. Ancak Erdoğan’ın gözden kaçırdığı bir şey vardı; heykel Fransa için, köleci geçmişiyle bir yüzleşme anlamı taşıyordu. Yani Fransa bu heykelle, Senegal halkına yaşattığı acılardan dolayı bir anlamda özür dilemişti.

Türkiye’nin “heykeller ve emperyalizm” konusundaki milli hassasiyeti, dünya müzeleri tarafından da bir süredir endişeyle izleniyor. Kültür Bakanlığı’nın, British Museum ve Louvre’da sergilenen Anadolu’ya ait antik eserlerin iadesi için yürüttüğü ısrarlı çalışmalar önemli bir aşamaya geldi. Türkiye, Londra’daki British Museum’da sergilenen bazı heykellerin iadesi talebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açmaya hazırlanıyor. Üstelik mahkeme heyetine izletmek için Türkiye’nin eski eserleri nasıl kaybettiğini ortaya koyan bir belgesel de hazırlanıyor.

Türkiye’nin bu girişimleri dünya müzeleri tarafından haklı olarak endişeyle izleniyor. 2012’nin son günlerinde İngiltere’de haftalık olarak yayımlanan The Observer gazetesinde bu konuyla ilgili bir yorum yer almıştı. Gazetenin görüşlerine başvurduğu İngiliz insan hakları hukukçusu Gwendolen Morgan, Türkiye’nin savunmasını büyük bir olasılıkla Fransa ve İngiltere tarafından Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Her gerçek ve tüzel kişi, maliki olduğu şeyleri barışçıl bir biçimde kullanma hakkına sahiptir” diyen 1. protokolünün 1. maddesini ihlal edilmesi üzerine kuracağını söylemişti. Çok sayıda eseri British Museum’da sergilenen Yunanistan başta olmak üzere pek çok ülke Türkiye’nin girişimlerini merakla izliyor. AİHM’den çıkacak eserlerin iadesi yönünde bir karar dünya müzecilik sistemini altüst edebilir.

Bu konunun iki boyutu var; tarih boyunca savaşların doğal sonuçlarından biri ülkelerdeki kültür mirasının yağlamaması oldu. Yenenler, zaferlerinin bir sembolü olarak işgal ettikleri topraklardaki kültür mirasını yerinden söküp götürdü. Antik çağlardan bu yana dünyadaki pek çok eser binlerce kilometre yol kat ederek, sömürgeci başkentleri süsledi. Bir de mafya ve kaçakçılar eliyle ören yerlerinden ve müze depolarından çalınarak satılan eserler var. Bu kaçakçılar İnterpol tarafından zaten dünyanın her yerinde aranıyor yakalandıklarında ellerindeki eserleri iade edecekleri gibi yargı önüne de çıkarılacaklar. Ancak tarih boyu savaşlarla yer değiştirmiş eserleri geri almak için yürütülen ısrarlı çalışmaları anlamlı bulmuyorum.

Geçen yıl eylül ayında Herakles heykeli ABD’den geri alındığında benzer bir tartışmayı Rahmi Koç başlatmıştı. Koç, Türkiye’den kaçırılmış tarihî eserler için “Onlar zaman zaman Türkiye’ye dönüyor, döneceği yerlerde Türk malı olarak teşhir edilmesi çok daha mühim. Çünkü Türkiye’ye geldiği zaman birkaç ay bir alaka oluyor, ondan sonra yavaş yavaş bu alaka ortadan kalkıyor ve bu güzel eserler tozlanmaya mahkûm oluyor. Hâlbuki buralarda bırakılsa -tabii bizim malımız olarak bırakılsa- Türkiye’nin imajını dünya çapında çok daha yükseltir diye düşünüyorum” demişti. Bu sözler geçen yıl sanat tarihçileri arasında tartışılmıştı.

Osmanlı’nın son dönemlerinde anlaşma, hile, savaş, her ne sebeple olursa olsun bu topraklardan götürülen ve dünyanın saygın müzelerinde sergilenen eserler orada kalmalı. Bu eserler 19. yüzyıl sonu 20. yüzyılın başına ait özel koşullar sonucu bu topraklardan götürüldü. Nasıl Yunanistan’dan Selanik’i geri isteyemezsek İngiltere’de Almanya’da, Fransa’da sergilenen antik eserleri de geri isteyemeyiz.

Antik Yunan ve Roma topraklarının sahibi olan Türkiye’de de savaş ganimeti olarak getirilen pek çok eser var. Günün birinde Mısır Doğu İmparatoru Theodosius’un 390 yılında İstanbul’a getirdiği Sultanahmet’teki Dikilitaş’ı geri isterse ne cevap vereceksiniz?

Etiketler

Bir yanıt yazın