Bir Kitap Okudum, Mahremiyete Bakışım Değişti

İstanbul'da Mekan Mahremiyetinin İhlali ve Teşhiri: Gerilimli Bir Tarihçe ve 41 Fotoğraf kitabını sizin için okudum.

Uğur Tanyeli, günümüze dek mahremiyetin Türk toplumunda nasıl değişimler gösterdiğini kaleme alırken Engin Gerçek ise doğup büyüdüğü Kuştepe’deki evleri görüntüleyerek mahremiyeti kendi gözünden okuyucuya sunuyor.

Tanyeli’nin engin bilgisi kitabın hemen her cümlesinde kendisini gösteriyor. Daha önceki yazılarından yararlanıyor ve farklı birçok kaynaktan alıntılar yapıyor. Bu alıntılar arasından beni en çok etkileyen kısım Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Hakka Sığındık isimli romanındaki iki komşu kadının konuşmaları oldu.

Kitabı yazarları doğrultusunda iki bölümde ayrı ayrı incelemek daha doğru olacak. İlk başta Tanyeli’nin yazdıklarını kısaca özetlemek istiyorum.

Tanyeli, Giriş bölümünde “mahremiyet nedir?” sorusunu soruyor ve farklı dönemlerden halkın farklı kesimleri için bu sorunun cevabını arıyor. Mahremiyeti kadın merkezli olarak irdeleyen kesimden günümüzde paparazzileri hayatında isteyen ünlülere kadar birçok bakış açısını gözler önüne seriyor.

Kamusal – Özel Yarılması: Öncesi ve Sonrası bölümünde ise “public” ve “private” kelimelerinin yüzyıllar boyunca farklı anlamlar kazanmasına rağmen bugün hala gerçek tanımını nasıl alamadığını anlatıyor.

Kitabın bölümlerinden Mahremiyetin Erken Tarihi‘nde ise konut mahremiyetine dair ilk belgelerden ancak 15 yy.dan sonrakilere ulaşabilindiğini söylüyor Tanyeli. 16. yüzyılda ailelerin “hücerat” denen tek odalı konutlarda yaşadığından yola çıkarak dönem dönem mahremiyet kavramını karşılaştırıyor. Bunun üzerine konutların bir araya gelerek oluşturduğu mahallelerdeki mahremiyet durumlarını gözden geçiriyor ve “gemeinschaft” kavramını inceliyor. Mahremiyet örüntülerinin değişiminin sanılandan çok daha yavaş işleyen bir süreç olduğunun altını çiziyor.

Bir Değişim Eşiği: 18. – 19. Yüzyıl bölümünün başında Tanyeli, 3. Ahmed’in daha önce hiç duyulmamış bir yakınmasından bahsederek mahremiyet kavramının kökünden değişimine neden olduğunu yansıtıyor. Özellikle Lale Devri’nde orta ve üst sınıf kentlilerin yaşamının nasıl dönüştüğünün hikayesini sunuyor. Kentin çeperleri genişlerken odaların planları değişmeye başlıyor ve mahremiyetin tanımı yeniden değişiyor. Bu arada mimari varlıklar entellektüel alanlarda övülmeye başlanıyor.

Kitabın Yeni Domestisitenin Doğuşu: Konut Mahalleyi Yener bölümünde geç 19. ve 20. yüzyıl İstanbul’unda mahallenin iyice aşınıp konut mahremiyetinin içte ve dışta sağlamlaştığını savunuyor. Yine aynı bölümde İstanbul’da o dönemde yeni özlemler, öykünmeler, beklentilerle tarifli bir zihniyet devriminin gerçekleştiğini yazıyor Tanyeli.

Geç 19. ve Erken 20.Yüzyılda Mahremiyet Bunalımı bölümü Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın kitabındaki 2 karakterin diyaloglarıyla başlıyor. Tanyeli dönemin bireylerinin bir yandan başkalarının mahremiyetine tecavüz etmek için çabaladıklarını, öte yandan da kendi mahremiyet alanlarını teşhir etmeye hevesli olduklarını anlatıyor. Ayrıca varlıklıların yoksullarınkine benzemeyen maddi olanaklarına gıpta edildiğini ve hatta bunlardan rahatsız olunduğunun altını çiziyor.

Teşhir için Yeni İmkanlar ve İmkansızlıklar: 1920’lerden 1990’lara bölümünde Tanyeli, medyada kişilerin nasıl görünür olduğu ve mahremiyetini hangi derecede gözler önüne serdiğinin kronolojisini anlatıyor.

Geç 20. ve Erken 21. Yüzyılda Konut Mahremiyeti kitabın son bölümü. Bu bölümde Tanyeli, son yılların konut modasından yola çıkıyor ve İstanbul’daki güncel eğilimi kamusal alanla özel alan arasındaki alışverişin bozulmasına neden olmakla suçluyor. Bu durumu problemli bir mahremiyet talebi olarak yorumluyor. Son olarak yalıtılmışlık isteminin mahalle nostaljisi saplantısıyla birlikte düşünüldüğünde mahremiyetin ihlali korkusunun burada zavallı bir boyuta taşındığını ifade ediyor.

Kitapta Tanyeli tarafından kaleme alınan son yazı Engin Gerçek tarafından çekilen 41 fotoğraf üzerine… Gerçek’in Kuştepe’de yaşayanların evlerinin içlerini orada yaşayanlarla birlikte bir sahne düzeninde fotoğrafladığını anlatıyor ve ciddi bir toplumsal eleştiri yapmamızı sağladığına değiniyor. Son olarak fotoğraflar hakkında şunları yazıyor:

“… Kuştepeliler, kameranın içine çok kibar bir biçimde bakıp, gözlemcilere ‘neresi varoş, neresi merkez, kim kentli, kim marjinal’ diye soruyorlar, ‘kent, kentli, kentlilik, kentlileşme gibi kavramları yeniden ve dışlayıcı değil, kapsayıcı tanımlamanın zamanı hala gelmedi mi?’ diyorlar. Hepsinden çok da, eski tanımlara katlanmayacaklarını dışavuruyorlar. Yani, kente ve kentlilere yeni biçimlerde bakmak gerekiyor. Artık böyle bir imkan da var, çünkü mahremiyet alanlarını kamusala açan bu 41 fotoğraftaki gibi kentliler var. Onlar gözükmek için gözükmüyorlar; görmezden gelinmek istemedikleri için kendilerini ve mekanlarını gösteriyorlar. Göstermekse pasif değil, apaçık aktif bir varoluşa sahip olmak demek.”

Engin Gerçek’in fotoğrafları kadar fotoğraflar için yaptığı açıklama metinleri de ilginç, eğlenceli ve düşündürücü. Fotoğrafladığı mekanları ve sahiplerinin kökeni ve mesleklerini de belirten Gerçek zaman zaman detaylara ve kişilerin tavrına da değiniyor. Fotoğraflarının birinde yorum olarak şunları yazmış:

“… Çocukken neden farklı yaratıldığımızı hep düşünmüşümdür; çünkü özellikle Romanlardan sakınılmıştık. Kürt ve Lazlarla çok bir problem yoktu, ama Romanlarla arkadaş olamazdık. Bu projeyi biraz da tanışamadığım insanlarla ve topluluklarla yakınlaşabilmek için yaptım.”

Bir başka resim öncesi yazısında ise, 

“… Ben büyüyüp haber seyretmeden ve yetişkin sohbet ortamlarına katılmadan önce Kürt-Türk ayrımını bilmezdim, bazı yakın çocukluk arkadaşlarımı Kürt olarak çok sonraları tanıdım.” diyor.

Fotoğraflara yansıyan mekan ve ifadeler aslında hiçbirimizin farklı olmadığını kanıtlar durumda!

Henüz okumadıysanız, gözlerinizin ve beyninizin bu farklı yaklaşımlar karşısında bayram edeceğini garanti ediyorum. Emeği geçen herkesin eline sağlık…

Etiketler

1 Yorum

  • metin-sahin says:

    Konut mahremiyetine dair ilk belgelerden ancak 15 yüzyıldan sonrakilere ulaşabilindiği ifade ediliyor. İlk belge ifadesi biraz iddialı değil mi?. Ve de 16. yüzyıldan başlayıp, 20. yüzyıla uzanan 400 yıllık bir zaman içinde mahremiyetin incelenmesi, dönem dönem karşılaştırılması, Türkiye gibi belleğin kayıt altına alınmasının ihmal edildiği bir ülkede olağanüstü bir çaba. Neredeyse son bir yüzyıla dair inceleme yapabilmekte zorlanan bir ülkede yaşıyoruz.

Bir yanıt yazın