Cengiz Bektaş yazdı...
Çocuklarla sokağımızda bir duvarı boyadık.
Kaldırımlarımıza çakıl döşedik…
Bizim sokaktan geçer oldu herkes…
Şu duvar resimlerini de anlatmalıyım size.
Bir gün çalışma odamın penceresinden bakıyordum.
Karşımda (sokağın karşı yakasında) bir duvar var.
Briketten, pis, delik deşik… Yazılar, lekeler… Bilirsiniz işte…
Sonra gözüm, kendi odamdaki küçük bir yağlı boyaya takıldı.
Şu el kadar tabloda gözlerini, içini dinlendirebilmek için kucak dolusu para verebilen biri, şu metrelerce duvarı düzelttirmemeli miydi?
Sahibinden izin aldım sıvattırdım duvarı, boyattım…
Gelen geçen çocuklardan kimileri, çamurlu ayakkabılarını basıp iz çıkardılar beyaz duvarda.
Arkadaşlarım üzüldüler.
Gördün mü? Yaranılmaz işte…
Değer miydi?
Hiç böyle düşünmüyordum oysa…
Bütün sokak o izleri bırakanlar için kötü kötü söylendiler… Benim için önemli olan buydu…
Demek ki duvarın kirlenmesine artık herkes kızıyordu.
Gene Alev gene Bihrat… Kolları sıvadılar…
Resim Heykel Müzeleri derneğinde kurs gören çocuklar da geldi, başlarında Gülseren Kayalı ile.
Boyalarımız hazırdı, fırçalarımız da… Bizim sokağın çocukları elebaşlarıydı sanki…
(Gerekli yerlerden izin de almıştık) 19 Mayıs 1986 idi günlerden. Bizim sokak bir şenlikti…
Öğleyin yaptırdığımız pideleri oturup da yiyemediler çocuklar…
Bir ellerinde dürüm, öbür ellerinde fırça, duvarın önünden ayrılmadılar. Bizim sokaktaki o çirkin duvar bir cümbüş oldu…
Analar, babalar, esnaf, çevrede onları izlerken çocuklar koskoca 12 metrelik duvarı bana göre yeryüzünün en güzel köşesi yapıverdiler…
Sonra yaşlı başlı hanımlar geldiler:
“Bize de bir duvar!”
diye…
Bizim sokağın çocukları, kimselere duvara el sürdürmüyorlardı artık…
Bu işler böyle sürüp giderken bir gün “Perihan Abla”cılar geldiler…
Sordular bize, burada çekim yapılabilir mi diye. “Elbette” dedik, “Her yardıma hazırız” dedik… Hele arada “çevre duyarlığı”na parmak basarlarsa…
Öyle yaptılar. Bizim sokağı da bütün Türkiye izler oldu…
Derken Üsküdar Belediye Meclisine bir öneri gitmiş bir sivri akıllıdan…
Sokağın adı “Perihan Abla” olsun diye… Ben Londra’daydım. Dönünce anlattılar… Bütün sokak imza vermiş “karşıyız” diye…
Bunu duymak benim için mutluluktu:
Sokağın sahipleri vardı…
Bütün bu inançsızlıklara karşı, sokağın sahipleriyle gerçekten övündüm o gün…
Bu sokakta azıcık bakım onarımla değişiveren evler, öbür sokaklara örnek oldu. Boyanan, onarım geçiren evler çoğalmaya başladı. Yıkılıp yerine apartıman yapılmak için onayı bile alınmış koca bir yapıyı sahibi yıkmaktan vazgeçti. Onardık, alt katı küçücük şirin bi çarşı oldu.
Kuzguncuk’un boncuğu Zehra-Nuri Güzel çarşısı idi artık.
(Bir gün bir iç mimar (!) geldi. Satın aldı burayı… Kendine göre kapattı… Bana sorma gereği bile duymadan ellerimizle dizdiğimiz çakıl taşlarını bile söktürdü.
Okuyup bir iş edinmişti ama işinin “etik” ini edinememişti. Sorsan, kendini belki de ‘aydın’ falan diye tanımlar…)