14. Venedik Mimarlık Bienali'nin en iddialı pavyonlarından Britanya Pavyonu ile ilgili detayları küratör Wouter Vanstiphout ile konuştuk.
14. Venedik Mimarlık Bienali’nde yer alan birçok pavyonda Koolhaas’ın 100 yıllık sorusu ile kaçınılmaz olarak süreç analizine gidildiğini görmek mümkündü. Fakat Britanya pavyonu, çalışmalarını çok farklı bir arşiv çalışması düzeyine çıkartarak, bilinen endüstri devrimi ve modernite fenomenini “Kaçırdığım bir şey olabilir mi?” diye sorgulatan küratöryel bir sunuma dönüştürmüş ve şimdiden bienalin en iddialı pavyonlardan biri oldu denilebilir.
Sergi ayrıca moderniteye ve bugüne kadar her zaman bir mimarlık ve planlama konusu olarak yaklaşılmış olan bahçe şehir gibi sosyal yapıyı temelden etkilemiş kavramlara teknik yaklaşmamış olmaları ile de dikkat çekiyor. Sergiyi hazırlayan ekip FAT Architecture ve Crimson Architectural Historians’tan oluşuyor. FAT Architecture’dan Sam Jacob, Crimson Architectural Historians’dan Wouter Vanstiphout küratöryel çalışmaların başında…
Serginin küratörü Wouter Vanstiphout “Biz, Rem Koolhaas temayı açıklayıp 100 yıl geriye gidelim dediğinde evet ama yeterli değil dedik. Daha da geriye, belki William Blake’e gitmeliyiz. Eğer William Blake’e gidiyorsak belki Stonehenge’e gitmeliyiz çünkü bu hayallerle, vizyonla, düşünceyle ilgili…” diyor.
Serginin temelinde Stanley Kubric’in Otomatik Portakal filmine ve William Blake’in şiirine giden uzunca bir yol var. Dolayısıyla bu karmaşık zinciri çözmek için serginin küratörlerden Wouter Vanstiphout ile konuşmanın iyi olabileceğini düşündük.
Vanstiphout tema ile “Geleceğin vizyoner sosyal konutlarını sahneye alan Otomatik Portakal filmi ile “Orta Doğu’da yer alan Kudüs değil, William Blake’in şiirlerinde yer alan Küdüs’ten bahsettiklerini” belirtiyor.
Sergi, ‘Kudüs’ vurgusu ise endüstri devrimi ile dayatılan yeni mekan düzenine karşı gelmeyi, her zaman yeni bir dünya inşa etme arzusunu sembolize ediyor!
Vanstiphout, bu iki kelimenin birleşiminden oluşan tema ile İngiliz Modernizminin hem popüler kültürün sinema gibi temel ögelerden hem de Stonhange gibi 100 yıldan da önceki çağlarda oluştuğunu belirtiyor.
Serginin “modernitenin yeni Küdüsler doğurduğu” önermesi ile ilgili ise;
“Artık modernitenin stilini ya da moderniteyi sevip sevmediğmizi konuşmamalıyız! Ya da yeni bahçe şehirleri nasıl inşa edeceğimizi… Artık nasıl yeni Küdüsler yaratacağımızı konuşmalıyız, kendi Küdüslerimiz üzerine üretmeliyiz.
Bugünkü İngiltere’nin kentlerinin sorunlarını ve bunlarla başa çıkabilecek sürdürülebilir çözümler aramalıyız mesela. Yaratıcılığımızı yeni Küdüsler yaratmak için serbest bırakmalıyız!” diyerek moderniteye karşı saplantılı bakışlara eleştirel bir yorum getirdi.
Ebenezer Howard’ın “Nereye Gidecekler?” sorusunun sergi içerisinde yer bulması etkileyiciydi. Biz de Wouter Vanstiphout’a aynı soruyu sorduk. 21.yy’a uzanan bu süreçte modernite neler bırakmıştı, yada modernite devam mı ediyordu? İnsanlar şmdi ne yapacaktı sergi bize yeni küdüsler hakkında ipucu veriyor muydu?
Mimarlığın artık sadece mimarlar tarafından düşünülemeyecek kadar önemli olduğunu belirten Vanstiphout, “Mimarlık ve planlama toplumsal ve ulusal bütüncül bir hareket olmalı. Artık sadece yerel yönetimlerden ya da hükümetlerden birşeyler beklememeliyiz. Modern döneme bakın, o dönemin kentsel hareketlerine ya sosyal gruplar, ya dini topluluklar ya da sivil toplum öncülük ediyor.
Yönetim dışında biz de iradeyi ele almalı ve harekete geçmemiz gerek. Çünkü en beklenmedik fikirler hep uçlardan çıkar… Yine örnek olarak Ebenezer Howard verilebilir…”
“Hiçbir şey imkansız değildir” diyerek sözlerini tamamlayan Wouter Vanstiphout’un küratörlüğünü yaptığı “A Clockwork Jerusalem” Giardini’de yer alıyor.
Bienalin en iyi pavyonlarından biri olmaya aday Britanya Pavyonu’nu gezmeyi ihmal etmeyin.