Bitmeyen fetih kutlamaları

Korhan Gümüş'ün Fetih Müzesi hakkında kaleme aldıkları...

Fetih Müzesi’nde İstanbulluların önemli bir kaynağını keyfi bir şekilde kullanıldığını düşünüyorum.

İstanbul’un Fethi kutlamalarında bu sene artık gemilerin karadan yürütülmesi, mehter müziği eşliğinde surlara hücum etme, sancak dikme gibi görüntüler yer almadı. Bunlar yerine lazer, havai fişek gösterileri vb. düzenlendi. Bazıları soruyorlar: Bu görüntüler olmazsa o zaman biz ne anlayacağız bu Fetih töreninden? Karadan yürütülerek Haliç’e indirildiği rivayet edilen savaş kadırgalarını temsil etmek için belediye kamyonetlerine yüklenmiş taka hurdaları; caddelerde bunları çekiyormuş gibi yapan beyaz mokasen ayakkabılı, telsizli zabıtalar; burçların üstüne bayrağı dikme seremonileri… Bu görüntüler askerlerin, tankların, top arabalarının yürütüldüğü, gökyüzünden kulak tırmalayarak savaş jetlerinin geçtiği resmî bayramlardan İstanbullulara belki de daha sempatik geliyordu. Şimdi devir değişti. Büyükşehir Belediyesi kenti Fetih afişleriyle donatmaya, gösterileri de büyük bütçelerle profesyonel şirketlere ihale etmeye başladı.

Ama benim görüşümü sorarsanız Fetih gösterilerinin kurumsallaşması fikir üretimi düzeyinde bir gelişme sağlayamadı. Yalnızca kaynak israfına yol açtı. Bir savaşın kendisi insanlar için ürpertici de olsa, bir şenlik halini alarak caddelerde kutlanması, gösterilere mizah boyutunun katılmış olması belki de daha sivil bir gelenek oluşturuyordu. Fetih törenlerinin milli bir bayram statüsüne kavuşturulması arzulanırken kentin tarihindeki bu önemli olayın neden sürekli gündelik hayata taşınmaya çalışıldığı, meselenin ne olduğu hiç tartışılmadı.

1953 yılından beri bir ritüel alanına dönüştürülmeye çalışılan Topkapı’daki “Osmanlı Parkı” bu kurumsallaştırma çabaları içinde en önemli yeri tutuyor. Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı zamanında başlatılan, fasılalar ile ancak 2010 yılına doğru tamamlanan bu proje İstanbul’da gerçekleştirilen en kapsamlı kamusal alan düzenlemesi. Fetih Müzesi, gezi alanları, camisi, geleneksel el sanatları çarşısı ile 354 bin metrekarelik devasa bir alanda, ana ulaşım arterlerinin üzerinde ve Theodosius Surları’nın kenarında gerçekleştirilen bu projenin inşaatına kamulaştırmalar hariç 150 milyon TL harcanmış. Broşürlerde Fetih Müzesi’nin “müzeciliğin geldiği son aşamayı gösterdiği” iddia ediliyor ve misyonu şöyle tarif ediliyor: “Halk bugüne kadar kendi tarihinden uzaklaştırıldı. Mazlum milletimizin kimliği sürekli içimizdeki düşmanlar tarafından bastırıldı. Buradaki müze çocuklarımıza kendi tarihiyle övünmeyi öğretecek, ben neymişim dedirtecek… Bu müzeyi biz halkın kendisine güven duymasını sağlamak için yaptık. Biz aşağılık kompleksi içinde yetişen gençlik istemiyoruz. İnsanlık tarihi, İstanbul’un fethine eş değerde pek az olaya şahit olmuştur. İçinde yaşadığımız zaman dilimi içerisinde Türkiye’nin yeni bir fetih ruhuna ihtiyacı var.”

Bu sözler aklıma ilkokuldayken gezdiğim Trafalgar savaşının canlandırıldığı Londra’daki bir müzeyi hatırlattı. Annem ve babamla müzenin önünde uzanan kuyrukta saatlerce bekledikten sonra iki yana doğru yalpalanan bir savaş gemisinin karanlık bir dehlizinde buluvermiştik kendimizi. Cesetler ortalığa saçılmıştı. Patlama sesleri, barut kokuları, inlemeler, çığlıklar duyuluyordu. İçine dahil olduğumuz bu ürpertici savaş manzarası hiç aklımdan çıkmadı. Bu müze ziyaretinden sonra zaferlere, kahramanlık hikâyelerine şüpheyle baktığımı hatırlıyorum. İngiliz gençleri de zannedersem bu müzeden “biz neymişiz” diyerek değil, insani açıdan savaşın kötü bir şey olduğunu düşünerek çıkıyorlardı. Amiral Nelson tarafından kazanılan bu tarihi zafer, hiç de “olması gerektiği gibi” övünülecek bir kahramanlık hikâyesi gibi anlatılmıyordu. Bu durumda savaşı bir insanlık trajedisi olarak anlatmak İngiliz halkını aşağılamak anlamına mı geliyor? Tarih dersi kitaplarında savaşta ölenlerin, yaralananların, göç etmek zorunda kalan, öldürülen insanların, yakınlarını kaybedenlerin durumundan, savaşın insanlar için nasıl bir yıkım olduğundan hiç söz edilmiyor. Fetih Müzesi’nin de fethin gerçekliğini yansıttığı iddia ediliyor. Böyle bir şey mümkün mü? Fetih olayı yalnızca bu temsilin görüntüsünden ibaret olabilir mi? Bu önemli tarihi olay başka açılardan ele alınamaz mı? Böyle bir durumda kolaysa savaşlarda insanların yaşadıkları yıkımları, trajedileri sorgulamaya, anlamaya çalışın. Otoriter rejimlerde yöneticiler, kışkırtılmış insanlar farklı yaklaşımlara karşı saldırganlaşırlar ve onları “düşman” kategorisinde görmek isterler. Oysa anlaşmazlık görüş farklarında değil, düşünce ile şiddet arasındadır.

Fetih Müzesi’ne bir de bu açıdan bakalım: Göğüslerine saplanan oklarla, kesilmiş kol ve kafalarla, top mermilerinin yıktığı duvarlar altında ezilen ve parçalanan insanların görüntüsü ile İstanbullulara anlatılmak istenen nedir? Toplulukların özgüveni, düşünce dünyası bu tür görüntülerle mi gelişir? Bu müzeyi ziyaret eden çocuklara yazık olmuyor mu? Bu neyin pedagojisi? Kentin önemli bir aktarma noktası sanki Soğuk Savaş döneminden miras kalmış bir “beyin yıkama fabrikası” gibi kullanılıyor. Kent halkı ideoloji ile yoğrulmaya çalışılıyor. Fetih Müzesi’nde İstanbulluların önemli bir kaynağını keyfi bir şekilde kullanıldığını düşünüyorum. Kenti fikir yönünden zenginleştireceğine fakirleştirdiğine, bu önemli tarihi olayı sorgulamaya, düşünmeye, araştırmaya kapatarak kente karşı bir işlev gördüğüne inanıyorum.

Etiketler

Bir yanıt yazın