Venedik Mimarlık Bienali'ni gezmeye nereden başlamalı?
Merakla beklenen Venedik Mimarlık Bienali ondördüncü kez kapılarını açtı. Basın açılışı 5 Haziran’da yapılan bienalde yer alan sergi ve pavyonları Vitra sponsorluğunda sizler için gezdik.
Bu yıl Türkiye’nin de aralarında olduğu toplam 10 ülkenin ilk kez yer aldığı bienalde 66 ulusal katılmın yanısıra birçok bağımsız sergi de bulunuyor. Bienal’in en iyi sergilerini onurlandıran Altın Aslan ödülleri açıklandı ancak bizim beğenilerimize güvenmek isterseniz sizlere birkaç öneride bulunalım.
Bildiğiniz gibi bienal iki ana sergi mekanından oluşuyor; Arsenale ve Giardini. Yeni katılımlar Arsenale’de, kalıcı pavyonlar ise Giardini’de yer alıyor. Sizlere tavsiyemiz turunuza Arsenale’den başlayıp, günün geri kalanını ise hanımeli kokusu eşliğinde Giardini’deki yemyeşil bienal alanında geçirmeniz.
Arsenale
Giardini
Bienaldeki genel atmosferden başlayarak pavyonların içeriğine kadar inelim. Yine profesyonelce hazırlanmış bir bienal sizleri bekliyor diyebiliriz. Başlangıçta Rem Koolhaas küratörlüğünde hazırlanan Mondiatalia ve Elements of Architecture sergileri, etkileyici işleri ortaya koyan ve bienalin en büyük çalışmaları olmasının yanında Koolhaas’ın, bienalin gelen teması olarak belirlediği “Fundamentals”a atıfta bulunmasıyla dikkat çekiyor.
Monditalia Sergisi binası
300 metreden fazla olan uzunluğu ile bir dizi eski tophane ve tershane yapılarının birleşiminden oluşan Monditalia sergisi binası, Rem Koolhaas’ın basın açılışında bahsettiği “Bienal uzun, İtalya uzun, o nedenle Monditalia’yı da uzattık” ifadesinin karşılığını veriyor. Pavyonlara erişmek isteyen ziyaretçiler için yorucu olsa da serginin içinde bulunanlar için de bir o kadar zevkli. Baştan sonuna kadar dev bir tarihi İtalya haritasının yönlendirdiği, böldüğü ve kapladığı binanı içi, dans gösterileri, enstalasyonlar, mimari sergiler, film gösterimleri gibi İtalyan sanat dünyasını kuran ve son 100 yıl içinde kurmuş olan birçok cepheyi deneyimleyebileceğiniz bir sergiye dönüştürülmüş. En azından yarım gününüzü burada tüketebilecek gibi kendinizi hazırlayın.
Bienalde yer alan bağımsız sergilerden biri ise “Fundamentally Hong Kong”. Arsenale’de yer alan sergi bienal alanından çıkar çıkmaz karşınızda beliriyor. İnsanların nerede, nasıl yaşadığına odaklanan sergi belki de bienalin en önemli işlerinden biri. Mekandan önce insanın odak noktasına yerleştirildiği sergide kent mekanını gösteren maketlere o kentte yaşayan insanların hayatından farklı kesitlerin sunulduğu dört kısa film eşlik ediyor. Belki de bienaldeki insansız mekanların üretimini eleştiren tek çalışma olması nedeniyle sergi, ilgiyi hak ediyor.
Venedik Mimarlık Bianeli’nin Giardini’de yer alan ana sergisi Rem Koolhaas’ın küratörlüğünde gerçekleşen “Elements of Architecture” gezmesi epey vakit alan dolu dolu bir sergi olmuş. Bulunduğu mekanın odalarından her birinde, mimarinin ana elamanlarına yer verilmiş. Eğer ana salondaki film sahnelerinde yer alan mimari elemanların sıralandığı “Intro” videosuna takılıp kalmazsanız; duvar, kapı, merdiven, tavan, döşeme gibi kategorize edilen toplamda 15 bina elamanına odaklanan diğer sergi odalarını da keyifle gezebilirsiniz.
Giardini’de bulunan diğer ilginç çalışmalardan biri ise Hollanda Pavyonu’nda yer alıyor. Özellikle kent plancılarının da ilgisini çekeceğini düşündüğümüz sergi ünlü CIAM Kongresi’nin arşivlerini ortaya çıkarıyor. Modern mimarlık tartışmalarının sembollerinden biri olan CIAM Kongresi ve CIAM’ın kurucuları arasında yer alan Jaap Bakema’ya dair mektuplar, kitaplar, videolar gibi pekçok belgenin yer aldığı sergide, ideal toplum tartışmalarına kadar mimarlığın pekçok boyutunun ele alındığı bir zaman aralığı gözler önüne seriliyor.
İsrail Pavyonu’nda yer alan The Urburb başlıklı sergi ise Türkiye’deki mimarlık ve planlama pratiklerine hakim olan bizler için benzersiz bir örnek sunuyor. Geniş bir alanda konumlanan özel yazıcıların İsrali kumu üzerine sürekli çizim yapıp ardından üretilen çizimi bozması İsrail’deki yapboz planlama anlayışına vurgu yapıyor. İsrail devletinin mekanın planlanmasında takındığı tavrı eleştiren sergi görülmesi gereken çalışmalardan biri.
“Absorbing Modernity: 1914-2014” teması altında toplanan ulusal katılımlar oldukça emek verilmiş işlerle doluydu. Öncelikle, özel mansiyon ödülünü kazanan Fransa Pavyonu kesinlikle görülmeye değer işlerden biri. Jacques Tatti’nin kült filmi Mon Oncle filmi için kurulan Villa Arpel setinin çizimleri ve maketlerinin sergilendiği pavyonda dev ekranlarda gösterilen film sahneleri de sergiyi keyifli hale getiyiror. Modern mimarlığı eğlenceli bir dille yorumlayan Mon Oncle filmine odaklanarak Fransa, aslında daha önce yaptıkları modernizm eleştirisini sergilerine taşımış. Görmek isteyenler için pavyonun Giardini’de yer aldığını da belirtmeden geçmeyelim.
Britanya pavyonu, çalışmalarını çok farklı bir arşiv çalışması düzeyine çıkartarak, bilinen endüstri devrimi ve modernite fenomenini kırmıştı. İsmini Stanley Kubrick’in Otomatik Portakal filminden ve Kudüs’ten alan film aslında her zaman yeniyi yaratmanın peşinden koşma idealini ortaya koyuyor. Temaya haklı olarak getirilen 100 yılın moderniteye sorgulamaya yeterli olmadığına yönelik eleştiri, küratoryel çalışmayı William Blake’in şiirlerine ve Stonhange’e kadar götürüyor.
Bienalin bu seneki teması “Absorbing Modernity: 1914-2014” düşünüldüğünde, bu zaman aralığında modern mimaride önemli rol oynayan ülkelerin başında yer alan Almanya’nın sergisine uğramamak olmaz. Almanya, diğer ülkelere kıyasla büyükçe olan pavyonu için son derece az malzeme kullanmış. Bir evin çeşitli mekanlarını simgeleyen odalarını bir ya da iki mobilyayla sınırlandırmış. Payvonun kapısının önünde duran Mercedes marka otomobil ise ev ve modernizm metaforunu tamamlayan bir öğe olmuş.
Koolhas’ın favorileri arasında yer alan Japonya pavyonu’na girildiğinde Giardinin o çiçek kokulu bahçelerinden bir anda sizi çarpıcı bir gerçekle ve provakatif bir karmaşa ile buluşturuyor. Temiz, okunaklı vs gibi kelimeleri günlük kentsel tasarım literatüründe ne kadar az kullanbiliyorsak onun temsili olabilecek bir küratöryel tasarıma sahiop mekanın minik ve ince detayları, petrol krizi sonrası yaşanan kentsel krizleri masaya yaratıyor. Gerçekçi ve sorgulayıcı olması ile sizi daha sağlam zeminlere çekeceğini düşündüğümüz pavyona yorulmadan gitmenizi şiddetle tavsiye ederiz.
Altın Aslan ödülünün bu seneki sahibi olan Kore Pavyonu, ilgi çekici ve sürükleyici sergisiyle bu ödülü hak ettiğini kanıtlıyor. Bu sergiyi eşsiz kılan en önemli özelliği ise ilk kez Güney Kore ve Kuzey Kore’yi aynı çatı altında birleştirmesi. Serginin eleştirisi ise Kore’nin ikiye bölündükten sonra, iki tarafın da mimariyle ilgili ütopyaları ve bunları ne kadar gerçekleştirebildikleri üzerine. Pavyonda yer alan sergilerde, Güney Kore ve Kuzey Kore’nin benimsedikleri yönetim şekillerine göre şehirlerinin, mimarinin ve dolayısıyla yaşam biçimlerinin nasıl şekillendiği üzerine yapılan çalışmalara yer veriliyor.
Size Arkitera.com’dan bir bienal seçkisi sunduk. Ama ödül alan pavyonları da gezmeden geçemem derseniz merak ettiğiniz bilgileri burada bulabilirsiniz.