YAŞADIĞIM kentin görsel tarihi benim her zaman ilgimi çekmiştir.
Çünkü okuduklarımızı onlarla tamamlarız. Böylece o kent hakkındaki bilgimiz fotoğraflar ve yazıyla bütünleşir.
İstanbul hakkındaki her yazı ve görsel belge, bu kentin görkemini gözümde daha da artırıyor.
Pera Müzesi’ndeki Konstantiniye’den İstanbul’a / XIX. Yüzyıl Ortalarından XX. Yüzyıla Boğaziçi’nin Anadolu Yakası Fotoğrafları sergisi, burada yaşayan herkesin mutlaka görmesi gereken bir sergi.
Çünkü, bugün dolaştığımız yerleri, o yılların fotoğrafından gördüğünüzde, buranın değişiminin tarihini öğrenmiş olacaksınız.
Bugün de Boğaziçi’nin Rumeli Yakası ile Anadolu Yakası’nı karşılaştırdığımızda farklılıklar görürüz. Bunu bir de yüz yıl öncesinden örneklerle göreceksiniz…
Her zaman sergi kataloglarının öneminden, bilgiyi kalıcı kıldığından söz ederim.
Bu katalog da bu özelliği fazlasıyla taşıyor.
Suna, İnan & İpek Kıraç imzalı Önsöz’de serginin ve kataloğun özelliği tanıtılıyor:
“Bu yeni kitaba da yine Pera Müzesi’nde düzenlenen ve aynı adı taşıyan bir sergi eşlik ediyor. Sergide yer alan ve o dönemin Caranza, Robertson, Pascal Sebah, Kargopoulo, Sebah & Joaillier, Abdullah Biraderler, Gülmez Biraderler gibi fotoğraf sanatçılarının ve bazı amatör fotoğraf meraklılarının dönemin zorlu ve zahmetli teknikleriyle çektikleri fotoğraflar, bize İstanbul’un o yüzyıllardaki fiziksel ve sosyo-kültürel yapısı hakkında fikir verirken, şehrin bugün çoğu şekil değiştirmiş ya da kaybolmuş eşsiz güzelliklerini gözler önüne seriyor.”
* * *
SERGİNİN küratörü, kitabın yazarı mimar Dr. M. Sinan Genim, Konstantiniye’den İstanbul’a başlıklı yazısında; İstanbul’un önemini, eşsizliğini betimliyor:
“İstanbul’da yaşamak çok geniş bir dünyada yaşamaktır. Geçmişte cazibesini yitirdiği dönemler olsa da yaklaşık iki bin yıldır İstanbul tüm dünyanın ilgisini çeken, özlem duyulan bir şehirdir. Zaman zaman, kısa süreliğine sıradan bir yerleşme görünümünde algılanan bu eşsiz şehir Petrus Gyllius’un belirttiği gibi XVI. yüzyılda yeniden hayat bulur ve insanlık tarihi içinde hak ettiği yeri tekrar elde eder. (…)
Boğaziçi ve koyları her dönem ilginç ve eşsiz olmuştur. Her ne kadar Karadeniz’den Boğaz’a girişte başlangıç noktası olarak Anadolufeneri kabul edilse de, gerek Anadolufeneri’nin gerekse onu takip eden Poyrazköy yerleşmesinin bunca yıl sonra şehirle organik bağlarının olduğunu söylemek zordur. Boğaziçi’nde iklim de yer de farklılıklar gösterir. Hemen tüm yerleşmeler sert kuzey rüzgârlarına kapalı vadi içlerinde veya suya uzanan burunların gerisine saklanmış kıyılarda oluşmuştur. (…)
Anadolu yakası ile ilgili araştırmalarımız sırasında uzun süredir devam eden bazı yanlış anlamaları da düzeltme imkânını bulduk. Örneğin iki yüzyılı aşkın süredir Macar Tabya olarak bilinen bir alanın gerçek adının MÂ-i Cârî (akarsu) Tabyası olduğunu tesbit ettik. Uzun bir dönem küçük bir yerleşme olan, özellikle yaz aylarında sayfiye olarak kullanılan ve günümüzde adı dahi hatırlanmayan bir mahallenin, Sütlüce’nin fotoğraflarına ulaştık. ‘Mehtabiye Kasrı’ veya ‘Gurup Köşkü’ gibi bugün unutulmuş bazı yapı tiplerini keşfetmek de mümkün oldu.”
Fotoğrafçıların yaşamöyküleri kitabın sonuna konulmuş.
* * *
BOĞAZİÇİ’nin Anadolu yakasını yüzyıllık tarih içinde gezerek tanıyın.