Brütalizmin Dansı’nın bu bölümünde iç mimari ile brütalizmin ilişkisini, brütalizm öncesi dönemden itibaren ele alarak örnekler üzerinden inceleyeceğiz.
Cephe tasarımlarıyla öne çıkan ve adını duyuran brütalizm akımı aslında tüm tasarım dallarına nüfuz etmiş. Bu bölümde ele alacağımız konu ise iç mimarlık ile brütalizmin ilişkisi. Yer verdiğimiz iç mekan tasarımı örnekleri, oldukça radikal söylemlerde bulunuyor ve brütalizmin gelişiminde dönüm noktaları oluşturuyor.
Komünizm öncesi dönemde Şangay’da yapımı tamamlanan dört katlı bina, İngiliz mimarlar tarafından tasarlanmış. Beton, cam ve çelik kullanılarak yapılan bina brütalist etkilerin yanında ürkütücü Gotham-Deco stilini de yansıtıyor. Yapının sıra dışı tasarımının da yansıttığı şekilde, en son mezbaha olarak kullanılan bina bir çok farklı işleve yönelik hizmet vermiş.
Slaughterhouse, ürkütücü atmosferi, karmaşık planlaması ve yoğun beton kullanımıyla; brütalizm öncesi döneme ait olmasına rağmen brütalizme giden yolda ikonik bir basamak işlevi görüyor.
Dökme betondan yapılan bina, Amerika’daki dini yapılar kapsamında modern mimari için önemli bir basamak. Kilise çanı yapıdaki ana element olarak kurgulanmış. Ana kat planı ise inanıştaki temel başlıkları simgeliyor.
Hem tarihi önemi hemde modern yapısı göz önüne alındığında oldukça yenilikçi ve cesur bir tasarım yapıldığını görebiliyoruz. Yapı, brütalizme hem felsefi açıdan hem de yapısal açıdan uyumlanıyor. Brütalizmin duygu yoğunluğu yüksek bir yapıda kullanılmasıyla birlikte önyargıları ve negatif eleştirileri kırmak yönünde radikal bir adım atılmış.
20. ve 21. yy Amerikan sanatının en saygın koleksiyonlarından birini barındıran Whitney Müzesi, Bauhaus ekolünde eğitim görmüş Marcel Breuer tarafından Manhattan’ın kent imgelerinden biri olacak şekilde tasarlanmış. Hayatta olan sanatçıların işlerini barındırmasının yanı sıra yüzyılın ilk yarısındaki önemli sanat eserlerinden oluşan kapsamlı kalıcı bir koleksiyonu da bünyesinde barındırıyor.
Breuer’in belirgin modern stilinde tasarlanan müze; geleneksel kireçtaşı, kumtaşı ve tuğladan yapılmış komşu cepheler ile öne çıkıyor. Yapısındaki merdivenin formu basitçe, granit taştan ters çevrilmiş ziggurat şeklinde tanımlanabilir. Bu yapı sayesinde galeri mekanları, cephedeki ters pencereler ile günışığından faydalanabiliyor. 1966’da tamamlanmasının ardından yapı; kasvetli, ağır ve brutal olarak tanımlanmış. Bu durum yıllar içerisinde değişmiş ve cesur, güçlü, yenilikçi gibi pozitif tanımlar yapılmış.
Sembolik bir savunma güdüsü uyandıran dev bir kale görünümüne sahip kilise binası brütalizmin güçlü özelliklerini barındırıyor ve brütalizmin doğrudan kullanımına örnek teşkil ediyor.
Karanlık yarı dairesel iç mekan, yerel beton ve ahşaptan yapılmış. Oluşturdukları kontrast yoğun bir kutsal mekan etkisi yaratıyor. Daha da ilginci ahşap dokulu beton, beton yüzeye entegre edilen sıralar gibi sayısız strüktür ve malzeme detayı içeriyor.
Kimilerince Beda Amuli’nin en ikonik tasarımı kabul edilen Kariakoo Market, tipik bir brütalist yapı. Afrika’daki Pazar yeri için tasarım konsepti olarak gölgelik büyük ağaçlar belirlenmiş. Ağaçların soyutlanması sonucunda form, gövdesi ve dallarıyla sağlam, beton bir yapıya dönüşmüş.
Hem işlevi hem de konsepti brütalist yapılarla pek sık bağdaştırılmayan bu yapı, hem bulunduğu coğrafya hem de dönemine göre inovatif söylemiyle önem taşıyor.
Washington’ın en yoğun sirkülasyon alanlarından biri için yapılan tasarım, organik çizgiler ile brütalizmin net hatlarını bir araya getirmiş. Metronun iç mimarisi, brütalizme yöneltilen negatif eleştirilerin temeline oturan “donuk”, “boğucu”, “sıkıcı” tanımlarına bir antitez oluşturuyor. Kalabalık ve penceresiz bir iç mekanda uygulanmasıyla elde edilen ferah ve atmosferik sonuç, iddia edilenin aksini kanıtlamayı başarıyor. Aynı zamanda bu örnek sayesinde, tasarımın doğru çözümlenmesi ve uygulanmasının yaratacağı farkı gözlemleyebiliyoruz.
Koyu gri beton ve canlı kırmızı lekeler ile kurgulanan iç mekan, oldukça fotografik bir görsel sunuyor. Modern brütalist çizgilere sahip metro tasarımında geleneksel brütalizme birebir sadık kalınmış ve modern çizgilerle zamansız bir tasarım elde edilmiş. Kırmızı lekelerle betonun karakteristik keskin hatları vurgulanmış ve perspektif algısı güçlendirilmiş.
Hat boyunca uzanan 68 istasyonun her biri farklı bir mimar tarafından tasarlanmış. Levhalar dahi özenle seçilmiş. Tren renklerinin, şehrin rengi kırmızı olması az çok gerekli olmasına rağmen uzun tartışmalar sonucu son karara ulaştırılmış.
C formundaki hükümet binasında bir kanadında 1.075 kişilik oturma alanına sahip büyük bir salon bulunuyor. Diğer kanadında ise yaklaşık 400 kişi kapasitesinde, orta büyüklükte bir salona sahip. Kalan L seklideki alan ise sosyal yardım merkezi olarak kullanılıyor. Tesisler ortadaki suya bakan ortak avluya yönelecek şekilde konumlandırılmış.
Genel formu ve kurgusuyla; hükümet binasına ait, ayakları yere basan bir güven hissi yaratıyor. Brütalizmin işlevsel örneklerinden olan bu yapıda, akıma özgü hisler avantaja çevrilerek incelikle uygulanmış.
Bu kütüphane tasarımı malzeme ve mekanın hissi açısından, brütalizme ait diyerek net bir sınıflandırma yapmaya pek uygun bir yapı değil. Ancak formlardaki keskin hatlar, büyük hareketler ve heybetli yapısı gereği brütalizmden esinlenen çağdaş bir yorum olarak adlandırılabilir.
Ayrıca kütüphane, esnek yapısıyla elde ettiği işlevsellik sayesinde diğer bilgi kaynaklarından net bir şekilde ayrışıyor.
Sonuç olarak brütalizmin gelişiminin nelere öncülük edebileceği ve tasarım anlayışlarını nasıl noktalara yönlendirebileceği ile ilgili ipuçları taşıyan bir yapı tasarlanmış.
Bu kronolojik yolculuğun sonunda yakın tarihte tamamlanmış bir tasarımı ele alıyoruz. Son yıllarda brütalizm, tekrar mercek altına alındı ve popülerliğini yeniden kazanmaya başladı. Bu proje, birinci bölümde bahsettiğimiz, ilk olarak Le Corbusier’in kullandığı “béton brut” kavramına göz kırpan adıyla brütalizme aidiyetini açıkça belli ediyor. Neo-brütalizme ait tüm özellikleri göstermenin yanı sıra postmodern dünyaya rahatça uyum sağlayan yapı, 1950’lerden günümüze zamansız bir köprü oluşturuyor.
Tüm bu örnekler sonucunda brütalizmin hem günümüze doğallıkla taşınabilecek hem de yeni tasarım stillerine ilham olabilecek nitelikte bir akım olduğunu rahatlıkla gözlemleyebiliyoruz. İç mimari ve mimarlık alanında açıkça gözlemlediğimiz bu durumun tasarımın diğer alanlarında nasıl tezahür ettiğini ise önümüzdeki bölümlerde inceleyeceğiz.
Kaynakça