Brütalizmin Dansı serisinde sona yaklaşırken, mimarinin geleneksel sınırlarından biraz uzaklaşarak brütalizmin endüstriyel tasarım ve mobilya tasarımındaki etkilerini inceleyeceğiz.
19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın ilk yarısındaki modernist hareketin ardından doğan bir akım olan brütalizm, el yapımı öğelerin kusurluluğuna bir övgü olarak ortaya çıkmış. Mobilya ve dekorasyonda brütalist akım, biraz karamsar bir görüntü sunabiliyor. Koyu ve doğal tonlarda, ürkütücü derecede organik ve karmaşık şekillerle sıkça karşılaşabiliyoruz. Sekiz sandalyeden oluşan bu set de bunun bir örneği.
Brütalizme özgü cesur geometrik formları taşıyan set, modern iç mekanlar için yaratılmış. Olavi Hänninen’in tasarladığı sette, her bir karaağaç sandalye, kendine özgü detaylara sahip.
Dört siyah geometrik desenli kapıya sahip, De Coene imzalı büfe; 60’lı yıllarda Belçika tasarımına özgü brütalist karakteri taşıyor. İç aksamında ayarlanabilir raflar ve çekmecelerle bolca depolama alanı bulunuyor.
Brütalist mobilyalarıyla tanınan Paul Evans’ın, Pensilvanya’daki stüdyosunda tasarlayıp ürettiği bu büfe, delikli ceviz, cilalı pirinç ve jel kaplamalı fiberglas üst yüzeyden oluşuyor. Büfede, dönüştürülebilir raflar ve çekmeceler bulunan 4 adet katlanır menteşeli kapak bulunuyor.
Bu tasarım Evans’ın Cityscape serisinin nasıl üç boyutlu bir stile evrildiğini gösteren bir örnek. Keskin ve cesur formlardan oluşan büfe dönemini anımsatan şekilde ışığı yansıtıp yayan bir yapıya sahip.
Concrete Chair’in tasarımında beton ve çelik, alışılmışın dışında bir birliktelik sergiliyor. Kullanılan malzemelerin pürüzlü yapısına rağmen sandalye, net çizgileri ve beklenmedik bir konfor sağlayan ergonomisi ile kullanıcıları şaşırtıyor.
Concrete Chair’in başarısının ardından Bohlin, ahşap ve çeliği bir arada kullandığı Wooden Concrete Chair’i piyasaya sunmuş. Bu iki tasarım da Bohlin’in benzersiz tasarım vizyonunu ve brütalizmin baskın karakteristik özelliklerini yansıtıyor.
Sanatsal mobilyanın babası olarak bilinen sanatçı ve tasarımcı Wendell Castle; 1960’larda, sanat ve zanaat arasındaki çizgiyi bulanıklaştıran, yeni bir el yapımı ve heykelsi formun öncüsü olarak görülüyor.
Lamine ahşap ve el oyması fiberglas kullanarak geliştirdiği teknik de dahil olmak üzere ahşap kullanımıyla vücut şekline referans veren yalın formun ve hacimli şekillerin, cesur ve zarif ifadelerini yaratıyor.
1950’de, iki Fransız mühendis, Pierre Danel ve Paul Anglès d’Auriac; birbirine kenetlenen, dört ayaklı beton bir şekil olan “tetrapod”u geliştirmiş ve patentini almış.
Ardından, Furnitury adlı Hong Kong merkezli bir şirket, Tetra Sabun ürünleri için aynı formu kullanmış. Bunun nedeni ürettikleri sabunun fazla kaygan olmasıymış. Sabunların dört ayaklı şekli, el ile kavrama kolaylığı sağlaması, form seçiminde etkili olmuş. Gri sabun aynı zamanda, ham beton yüzeyini taklit eden bir dokuya sahip.
Dış mekan kurulumuna yönelik yarı dairesel armatür, etkileyici ve ikonik yapısıyla heykelsi bir izlenim yaratıyor. Etki yoğunlaştırmak için beton malzeme kullanılmış. Dokulu cam ise optimum ışık dağılımı sağlayarak armatürü; bahçeler, yürüyüş yolları ve kenarlıklar için ideal hale getirmiş.
Malzeme ve form tercihiyle brütalizmi yansıtan armatür, görünümündeki sertliğin aksine atmosferik bir ambiyans yaratıyor.
Kuvars taşının şeklinden ve kristalizayon sürecinden ilham alınarak tasarlanmış modüler oturma elemanı koleksiyonu, bir masa ve tabureden oluşuyor. Katı strüktürü, sağlamlığı ve dayanıklılığı sayesinde dış mekanlarda ve kent mobilyası olarak kullanılabiliyor.
Koen Van Guijze, tasarımlarında brütalist ve minimalist bir çizgi takip eden bir tasarımcı. Guijze, çelik, pirinç, beton, mantar tıpa, seramik, kum ve kağıt gibi “otantik” malzemeler kullanarak her biri kendine özgü aydınlatma elemanları üretiyor. Bu tasarımında da brütalizmi detaylara verdiği önemle birleştirerek bir aydınlatma ürünü ortaya koymuş.
Thomas Musca ve Duyi Han, betonarmeyi brütalist mimariden ilham alan kalın ve geometrik hatlara sahip bir mobilyaya dönüştürmüş. Monolitik formlar yaratmak üzere açılar, ölçüler ve ölçek üzerine sürdürdükleri yoğun çalışma sonucunda 1950’lerin Büyük Britanya’sından ilham alan brütalist bir mobilya ortaya koymuşlar.
Kaynakça