Aristokrasinin süslü ve şaşaalı koltuklarına karşı basit, 'emeği gizlemeyen' sandalyelerin sınıf savaşı hâlâ devam ediyor.
Bauhaus ya da Türkçesiyle söylersek Yapı Evi… Çoğumuzun aklına genelde hafta sonları ziyaret edilen büyük bir yapı market geliyor doğal olarak. Matkaplar, lambalar, bin bir çeşit ev eşyası, hoby malzemeleri, bahçe mobilyaları ve daha fazlası. Yapı marketler 90 sonrası palazlanan yeni orta sınıfların dekoratif tüketim anlayışlarını ciddi bir şekilde değiştirecek; farklı bir mekân anlayışı ve kültürel sermaye oluşturacaktır. 90 sonrası yükselen gayrimenkul piyasasını tamamlayan önemli bir pazar olarak yapı marketler hâlâ önemini koruyor. İnsanların kendilerini farklılaştıracağı ‘özgün’ bir mekân ve konut düşü… Oysa bizim bahsedeceğimiz Yapı Evi tam tersi bir anlayış gösteriyor ve adın orijinal kaynağını oluşturuyor. Bauhaus farklılaştırıcı değil eşitlikçi bir tasarım anlayışının ve sanatta modernizmin en büyük okullarından biriydi.
Başta mimarlık ve endüstriyel tasarım olarak yirminci yüzyılın başında gerçekleşen modernist devrimin en büyük sloganı, aristokrasiyi ve burjuvaziyi hedef alan, yeni bir dünyanın tasarımını deklare eden süse karşı açılan savaştı. Rokoko ve barok mobilyalar, işlevsizliği, ezen güç gösterisi, gözü yoran sonsuz kıvrımları ve en önemlisi de kazanmayı ve ekonomik gücü gösteren altın yaldız varaklarıyla sosyalist ve komünist esinler taşıyan modernistlerin en büyük hedefleriydi. Özellikle 1917 Ekim devriminin yarattığı rüzgar, endüstrideki gelişmeler ve umutlarla birleşince yeni bir sanatın ve estetiğin çağrısını yapıyordu. Özellikle mimariye ve mobilyalara yansıyan yeni estetik artık makinalar gibi akılcı, işlevsel, sade, kolay kavranabilir ve ucuza seri üretilebilir eşitlikçi formlardı. Aristokrasinin köle emeği gerektirecek kadar titiz ve ince şaşaalı koltuklarına karşı, basit, geometrik, nasıl yapıldığı bakıldığında anlaşılabilen “emeği gizlemeyen” sandalyelerin sınıf savaşı anlayacağınız. Özellikle mimaride modernizm, işlevsel ve toplu konutu hedefleyen, ışıklı ve seri üretilebilir, bir makine kadar akılcı evler düşünmüştü. Biçimlerde Eşitlik! Bu modernist yeni ütopya, ikinci dünya savaşı sonrası uluslararası bir stile dönüşerek ve kapitalizmle eklemlenerek yeni kentler de üretecektir. Hatta şu söylenebilir 1900-1920 arası, sosyalist ve sınıf vurgulu mimariden, mobilyaya ve grafiğe tasarım anlayışı, dünya savaşı sonrası kapitalizmin parlak vitrinine de dönüşecektir; tarihin ilginç kapmalarından biri olarak. Şu an kapitalizmin vazgecilmezi reklamcılık ve grafik tasarım, sosyalistlerin geliştirdiği tipografi, renk ve tasarım anlayışıyla ürünlere övgüler düzüyor.
Biçimleri demokratikleştiren, kolay ve anlaşılabilir ve “güzel” nesneleri hayatın her anına yerleştirerek, yaşamı bir sanat eseri gibi kurgulayan modernist düş, gerçek uygulamasını 1919?da Almanya’nın Weimar kentinde mimar Walter Grapius tarafından kurulan ve günümüz tasarım standartlarını oluşturan Bauhaus Okulu’da bulacaktır. Okul mimaride olduğu kadar endüstriyel tasarım ve şehir planlama gibi konularda yenilikler getirmiş, yeni bir mimari akım yaratarak, sanatın tüm dallarını etkilemiştir.
Bauhaus’un kuruluşundaki ilk hedef birleşik bir mimarlık okulu, zanaat okulu ve güzel sanatlar akademisi yaratmaktı. Savaş sonrası yeni bir mimari stil başlamalıydı. Daha fonksiyonel, ucuz ve kalıcı ürünlerin üretildiği bir stil. Böylece sanat ve zanaatı birleştirerek, fonksiyonel ve sanatsal ürünler yaratmak isteniyordu. Bauhaus’a göre mimarlık, ressamlık, heykeltraşlık ve zanaatkarlık içiçe olmalıydı. Walter Gropius; sanatçıyı, zanaatkarın yücesi olarak görülüyordu. Okulun büyük hedeflerinden biri de on sekizinci yüzyıldan günümüze kadar gelen, dehâ, biricik, özgün, büyülü ve anlaşılmaz sanatçı ve sanat anlayışını yıkmaktı. Bu anlamda sanatlardan daha aşağı görülen ve yararlılıkla tanımlanan zanaatı sanatla birleştirerek egemen sanat anlayışını ortadan kaldırmaktı. Yaratıcı tanrısal sanatçı değil yapıcı ve inşa edici yeni bir anlayışı benimsiyorlardı.
Marx’ın Komünist Manifesto’sundaki “yaşamın sanat olması”, balık tutmak ve Shakespeare okumak arasında hiçbir farkın olmaması düşü, okulun en büyük hedeflerinden biriydi. Sanat yararsız, amacı sadece kendi olan bir şey olamazdı, aynı zamanda kullanabileceğimiz işlevli ve yaralıydı. Eğitim atölyelerdeki eğitim uygulamadan ve üretimden bağımsız değildi.
Bauhaus’un en temelinde sanatsal ve uygulamalı öğretim yatıyordu. Her öğrenci kendi seçtiği çalışma atölyesine katılıp bitirdikten sonra, mecburi hazırlık kursunu tamamlamak zorundaydı. Böylelikle temel zanaat bilgisi, tasarım parametreleri ve uygulama bir araya getirilmişti. Makina okul tarafından pozitif bir eleman olarak değerlendiriliyordu. Bu sebeple endüstri ürünleri tasarımına da önem veriyorlardı. Temel tasarım dersi fikri ilk burada oluşmuş ve günümüzde dünyadaki çoğu tasarım okullarınca benimsenmiştir. 1930’dan 1933’e kadar Ludwig Mies Van der Rohe başkanlığa geldi. Mies Van der Rohe’ye göre bir öğrencinin Bauhaus’a girebilmesi için bir takım dersleri almış ve belirli bir yetkinliğe ulaşmış olması gerekiyordu. İlk öğretmenler sanatçılardı. Modern resimle ilgili sonsuz sayıda fikir üretildi. Wassily Kandinsky, Paul Klee ve diğer sanatçılar resimlerin geleneksel kavramlarından uzaklaşarak, soyutlamaya ve sanatsal tasarımın teorilerini ve yasalarını analiz etmeye yöneldiler. Daha sonra Desau kentine taşınan okul, kızıl yıldızlı öğrencileriyle, yükselen Naziler tarafından nefretini çekmekte gecikmeyecek. Nazilerin iktidara geldiğinde ilk iş olarak okulu kapatacaktır. Öğretmenlerinin çoğu Amerika’ya gitmiş ve Bauhaus ekolünü tüm dünyaya yaymıştır. Bunlardan Walter Gropius, Harvard mimarlık okulunda, Mies Van der Rohe Illinois Yüksek Teknoloji Enstitüsü’de öğretmenliğe devam etmiş; düzenlediği eğitim programı tüm dünya okulları tarafından kopyalanmıştır.
Sanatla zanaatı birleştirme amacı, toplumsallığı hedefleyen sosyalist ülkeler tarafından da uygulanmış, birçok ülkede benzeri okullar açılmıştır. Türkiye’deki karşılığı ise 1957 yılında kurulan ve Marmara Üniversitesi Güzel sanatlar Fakültesi’nin kökeni olan Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’dur. Hatta daha önceki Köy Enstitüleri deneyi de bu ekolden etkilenecektir. Bauhaus’un mirası günümüzde en küçük nesnenin tasarımında bile yaşıyor; formları eşitlikçi bir duruma getirmek, tasarımları sınıfsallaştıran günümüzün tasarımcı kapitalizmi düşünüldüğünde, şimdi de aciliyet taşıyor. Evet başka bir Bauhaus düşü hâlâ yaşıyor.
Ali Artun ve Esra Aliçavuşoğlu’nun derlediği İletişim Yayınları Sanat-Hayat Dizisi’nden yayınlanan Bauhaus: Modernleşmenin Tasarımı adını taşıyan kitap, bugünkü Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin çekirdeğini oluşturan ve 1957 yılında Alman ve Türk Bauhausçular tarafından kurulan Tatbiki Güzel Sanatlar Okulu’nun 50. kuruluş yıldönümü dolayısıyla düzenlenen “Türkiye’de Mimarlık, Sanat, Tasarım Eğitimi ve Bauhaus” Sempozyumu’na sunulan bildirileri kapsıyor. Sanayileşme atılımı ile sanatın birleştirilmesine yönelik kültürel politikaların ve eğitim reformlarının yapılandırılmasında bu akılcılığının katkısı önemlidir.
Gazi Terbiye Enstitüsü, Köy Enstitüleri; sanat, sanayi ve meslek okulları; İstanbul Teknik Üniversitesi ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi gibi mühendislik-mimarlık okulları; güzel sanat ve uygulamalı sanat akademileri hep Bauhausçu ilkeleri benimserler ve bunlara göre yetişmiş kadrolar tarafından kurulurlar. Günümüzde Türkiye’de çağdaş eğitimin örgütlenmesi ve tasarım kültürünün hızla yükselmesi hâlâ Bauhaus’un izlerini taşıyor. Kitap, makale ve çevirilerle bu konudaki ilk kapsamlı derleme oluyor.