Mimarinin en önemli buluşma noktası Venedik Mimarlık Bienali'nin en beğenilen pavyonu Rusya. Türkiye pavyonunun bulunmaması ise büyük eksiklik. Bienali mimarlarla birlikte gezdik, görüşlerini aldık.
Mimari birikimin geldiği noktayı gösteren en önemli organizasyonlardan birisi olan Venedik Mimarlık Bienali devam ediyor. Geçen günlerde bir grup mimarla birlikte Kalebodur’un davetlisi olarak bienali görme fırsatı bulduk. David Chipperfield’ın ‘common ground’ temasını fazlası ile hissettirdiği bienal sergilerinde mimarlıkla sanatın arasında ince bir çizgi olduğuna şahit olduk. Arsenale ve Giardini’de konumlanmış bienalde Zaha Hadid, Norman Foster, Peter Einseman, Rem Koolhas gibi yıldız isimlerin sergilerini izledik.
Mimar değilim ancak bienal gezimde en çok Japonların pavyonunu beğendim. Küratörü Toyo İto ve yardımcıları Atsuko Sato ve Tae Mori bir durumu ele alıp, onun mimari çözümlerini mimari bir dille sergilemişler. ‘En iyi ulusal pavyon’ seçilerek de bienalde taçlandırılmışlar.
13.sü düzenlenen bienalde Türkiye pavyonu olmaması sanırım hiçbirimizi şaşırtmadı. Zira bu türden mimarlık bienallerine katılmayı çok sevmiyor, katılım için çok da çabalamıyoruz. Bienalin paralel etkinliklerinden birisi olan ‘Traces of Centuries & Futures Steps’ sergisine Türkiye’den Emre Arolat ve Can Çinici’nin katılımı çok gurur vericiydi. Yolunuz Venedik’e düşerse Rialto Köprüsü’nün yanındaki Palazzo Bembo’daki sergiyi görün derim.
Türk pavyonu da olmalı
Bienali birlikte gezdiğim mimarlara da bienali ve beğendikleri pavyonları sormayı ihmal etmedim. Hepsinin ortak fikri Türkiye pavyonunun da olması gerekliliğinden ve ülke pavyonu olmadığı için ülkenin bir mimarlık politikasının oluşmamasından ötürü endişelenmekte birleşiyor. Kurtul Erkmen, Rusya pavyonunu ve Norman Foster’ın sergisini beğenmiş. Bu beğeninin sebebinin pavyon küratörlerinin izleyicileri de işin içine dahil etme çabasından ötürü olduğunu dile getiriyor. Ancak tam tersi– neredeyse hiç birşey yapmadan, sadece izleyici olduğu Brezilya pavyonunu da ilginç bulmuş. Kerem Erginoğlu ise İtalyan pavyonunun tasarımcısı mimar Luca Zevi’yle sohbetinden söz ediyor. Zevi, “Neden Türkiye’nin pavyonu yok” diye sorduğunda biraz bozulmuş. Ne cevap vereceğini bilemeden, Türk mimarların yan sergilerle yer aldığından bahsetmiş. Hüseyin Bütüner de bienalde global sorunlardan bağımsız olarak geliştirilen ve sadece mimarlık ve mekân üzerine yoğunlaşılan yaklaşımları ilgi çekici bulmuş, yıldız mimarların sergilerindense, ülkeler adına yapılmış çoklu sergilemeleri daha çok beğenmiş.
Hasan Çalışlar ise Wim Wenders’in Peter Zumthor için çektiği filmi, Peter Eisenman’ın Michel Hoellbecq’in kitabı ve Piranese’nin planları üzerinden yaptığı çalışmalarını, OMA’nın muazzam bir araştırmaya dayalı kamu kuruluşlarının mimarisi ve mimarları hakkındaki sergisini ve Rusya’nın dijital çılgınlığa çok güzel ev sahipliği yaptığı Sergei Tchoban’ın çalışmasını beğenmiş. Kerem Yazgan bienali, “Kente yayılmış bir mimari mirasın içinde, Venedik sokaklarında yürürken, müthiş fikirlerin olduğu bienal sokaklarında dolaşırken mimarlık içinde mimarlık yaşamak gibiydi” diye tanımlıyor. Enis Öncüoğlu da Rus pavyonunu beğenen mimarlardan. Türkiye’nin temsil edilmemesini o da üzüntüyle karşılıyor. Ve kişisel olarak katılan Can Çinici ve Emre Arolat sergilerini beğendiğini ifade ediyor. Şili pavyonunda zeminde tuz üzerinde yürümek veya Kıbrıs pavyonunda plaj kumu üzerindeki şezlonglarda video seyredince mekân algısının önemine değiniyor. Japonya ve İskandinav ülkeleri pavyonlarını da başarılı bulan Öncüoğlu,”Ayrı bir yaklaşım ve sunum olması biz mimarların zihnini ziyaret ettikten haftalar sonra bile meşgul ettirebiliyorsa başarılı bir toplu düşün ortamı yaratılıyor” diye tanımlıyor.
Zenginleştirici deneyim
Nevzat Sayın ise bienali, zenginleştirici bir deneyim olarak görüyor. “Ortak alan üzerine iyi düşünülmüş ve iyi dillendirilmiş konular hem kendi içlerinde tamamlanmış hem de dolayımlı bile olsa birbirleriyle ilişkilendirilebilecek nitelikleriyle etkileyiciydi” diyor. Grafton Architects-Paulo Mendes De Rocha, Eisenman Architects, 40000 Hours, Dialogue In Details, The Invisible Architect, Novartis Campus, Farshid Moussavi/Architecture And Affects, Herzog&De Meuron, Zaha Hadid Architects, Valerio Olgiati, Sanaa, Rafael Moneo/The Architect Of The City ve Rusya sunuşları ile Wim Wenders’in Peter Zumthor filmini de bienal ziyaretçilerinin muhakkak görmesi gerektiğini belirtiyor.
Ali Osman Öztürk dünya mimarlık kültür ortamını izlemek, tartışmak açısından bienalin çok verimli geçtiğini söylüyor ve Türkiye standını Venedik’te görememenin de her defasında üzücü olduğunu ekliyor. Brigitte Weber’e göre ise: “Bienal bize bir süreç gösteriyor, mimarlık dahil diğer tüm disiplinleri bu süreç içinde ele alırsak hangi yöne gittiklerini ve toplumdaki değerlerini açıkça görebiliriz” .
Atilla Kuzu küratörün vermiş olduğu temanın etkili olduğunu düşünenlerden… Ülke pavyonları içerisinde en etkileyici olan pavyonu Rusya olarak değerlendiriyor. Bu yıl fazlaca işlenen diğer bir temanın ‘ses’ olduğunu düşünen Kuzu, “Mekâna dair yansımaların en çarpıcı biçimde işleyen ülkelerden biri de Sırbistan’dı” diyor. Levent Çırpıcı da bienalin en çarpıcı pavyonunun Rusya olduğunu düşünenlerden.
Yolunuz düşerse, Venedik Mimarlık Bienali 25 Kasım’a kadar devam ediyor.