Nüfus gelişimi ve dağılımının gerektirdiği uzun vadeli politikalarımız eskiden beri yoktu, şimdi de yok!
13 ili büyükşehir (BŞ) durumuna (statüsüne) getirecek kanun haziran ayında Meclis’e sunulacakmış. Bu haberi okuyup değişik yorumlayanlar olmuştur, ben yönetim sistemi bakımından ele alacağım. Çok yazarsam, belki birilerine bir şeyler anlatabilirim diye sık sık yazıyorum, kusura bakmayın.
Sorunun özetini yazarak başlayayım: Hantal, verimsiz ve ülkenin gerisinde kalmış yönetim sistemini, Kürt meselesini çözemediğimiz için değiştirmek istemiyoruz. Ancak nüfus artışının altyapı ve üstyapı gereksinmelerini karşılamada sorunlar yönetimin yakasını bırakmıyor, fizik ve toplumsal sorunlarla bocalıyoruz!
Eski ve yeni sorunlar karşısında, işin verilerini inceleyerek yeni strateji ve politikalar belirleyeceğimize, kısa yoldan çözmek için merkezi idareyi güçlendirmeyi seçiyoruz.
Başbakan’ın ‘parmaklarını sallayarak’ hatta ‘tedip ve terbiye etmek ister gibi’ eleştirdiği ‘80 yılda’ sorun çıktıkça, merkezin yetkileri arttırılmıştı. İlk karşılaşılan işler, merkezden çözelim deyince, kolayca izlenip bitiriliyordu ama merkez kararlarının mutluluktan çok acı ve yolsuzluk yarattığı göz ardı ediliyordu. Son 10 yılda da 80 yılda yapılanları aratacak büyüklükte kararlar verildi, acılar çektirildi, dedikodulara sebep olundu.
Son bir örnek vereyim: 17 Eylül’de yürürlüğe giren kanun hükmünde kararname (KHK) ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın (ÇŞB) görevleri arttırıldı. Bunlardan biri de “(Bütün) … taşınmazlar üzerinde … yetkili idarece üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, … imar planlarını, … bedeli mukabilinde yapmak, yaptırmak ve onaylamak, … resen yapı ruhsatı ve yapı kullanma izni ile işyeri açma ve çalışma ruhsatını” vermeye bakanlık yetkili kılındı!
Böylece 7 aydan beri cevap verilmemiş başvuruları, ÇŞB istediği gibi sonuçlandırmaktadır. Yani yeni 13 BŞ kurulması için yetki azlığı ve diğer ileri sürülen temelsiz gerekçeler geçerli değildir.
Nüfus gelişimi ve buna bağlı uzun vadeli (nüfus, şehirleşme, ulaşım, sanayileşme…) politikalarımız eskiden beri yoktu, şimdi de yok! Bunlarla ilgili bazı gelişmeleri özetlemek istiyorum:
1970’ten 2011’e, nüfusumuz 35 milyondan 74,7 milyona çıkmıştır; başka bir deyişle, nüfusumuz 40 yılda 40 milyona yakın artmıştır.
Her yerleşim yerinin nüfusu, ortalama Türkiye nüfus artışı kadar olsaydı, 1970’te 3 milyon olan İstanbul’un nüfusu 2011’de 6 milyon; İstanbul dışında sayısı 15 olan BŞ illerimizin 11,3 milyon olan nüfusu 22,7 milyon olacaktı. Oysa 2011’de, İstanbulun nüfusu 13,6 milyon, diğer 15 BŞ ilinin nüfusu ise 29,3 milyondu. Yani kabaca, İstanbul’a 8 milyon, 15 BŞ iline ise 7 milyon kişi göç etmiştir.
Bu sayılar, İstanbul ve diğer BŞ’lerin alt ve üstyapı gereksinimlerinin boyutunu göstermektedir; İstanbul’da normalin iki kat, diğer 15 ilimizde bir kat daha fazla altyapı gereksinimiyle karşılaşılmıştır.
Bu hızlı göç, eskimesi ve teknolojik gelişmeler nedeniyle diğer kent ve köylerdeki altyapı ihtiyacını da azaltmamıştır.
Başka bir sorun kaynağı da şudur: Coğrafyamızın binde ikisinde nüfusun beşte birine yakını otururken topraklarımızın yüzde 75’inde ise nüfusun dörtte biri yaşamaktadır. Bu sonuçların yaratmış olduğu sorunlar merkezileşmeyi değil, eski deyişle ‘ademimerkezileşmeyi’ yani yerinden yönetimi gerektirir.
Gelişmeleri ve yapımızı inceleyip stratejik plan yapılmasının ve yerinden yönetime geçilmesinin ilk temel gerekçesi aşağıdaki tabloda görülebilecektir: