Beni asıl rahatsız eden en az cami kadar camiyi çizen mimarların güya metrelerle tarihe yaptıkları göndermeler oldu.
Çamlıca’ya yapılacak camii projesini nihayet gördük. Görmez olsak daha iyiydi. Özetlemek gerekirse Çamlıca’ya ‘çakma bir Sultanahmet Camii’ yapılması planlanıyor. Neresinden baksanız korkunç bir fikir bu. Üstelik İstanbul’un her yerinden görülebilecek bir ‘çakma eser’ ile ne kadar övünsek az gelecek. Beni asıl rahatsız eden en az cami kadar camiyi çizen mimarların güya metrelerle tarihe yaptıkları göndermeler oldu. İnanın mimarlıkla yakından ilgili biriyim, hayatımda ilk kez böyle bir saçmalık duyuyorum. Hadi bunu geçelim. Başörtüsü konusunda ne kadar hassas olduğumu bilmem bir kez daha belirtmeye gerek var mı? Gelin görün ki mimarlık başka başörtüsü başka. ‘Bizimkiler çizsin, bizimkiler yapsın’ mantığını da anlayabiliyorum ama sadece başı örtülü diye iki mimarın bu ‘çakma camii’ni hayata geçirme fikrini aklım almıyor. Emin olun başörtüsü başka bir şey mimarlık çok daha başka bir şey… Çamlıca’ya inadım inat bir cami yapacaksanız bari Allah rızası için uluslararası bir yarışma açıp ‘yeni’ ve ‘orijinal’ bir cami yapın. Bu haliyle İstanbul’un en büyük ve en çakma camiini yaptıranlar olarak tarihe geçeceksiniz. Ne kendinize ne de İstanbul’a kıymayın…
Birbirine düşman Suriye ile İsrail’e düşman olabilmeyi aynı anda başarmak da az iş değil. Dışişleri Bakanı ne kadar övünse az!
Bir insanın içine düşebileceği en kötü durum sanırım kendi kendinin karikatürüne dönüşmesi. Fazıl Say bunu uzun süredir başarıyla hayata geçiriyor. Hatırlarsanız bir ara “Bıktım bu ülkeden Japonya’ya yerleşeceğim” diye ortalığı velveleye vermişti. Ben de “Hiçbir yere gitmez sadece haber olmak için ortalığı ayaklandırıyor, görürsünüz” demiştim. Piyanistimiz gördüğünüz gibi hiçbir yere gitmedi. Tam unutuluyordu ki bu sefer yardımına Türk yargısı yetişti. Abuk bir kararla hakkında Hayyam’ın dizelerini paylaştığı için dava açıldı. Piyanistin istediği bir göz Allah verdi dört göz! Bu abuk dava karşısında piyanistimiz bu sefer düşünce özgürlüğü kahramanlığına soyundu. Elbette “Beni zindana atıp zorla Müslüman yapacaklar” masalını Türkiye’de kimseye yutturamadığı için her gün bir yabancı gazeteye Türkiye’yi şikâyet etmelere doyamıyor. Kendisine dava açıldıktan sonra piyanistimiz hakkında yazmamaya karar vermiştim ancak hakkında yazmayınca da rahat edemiyor. Baktım geçen gün CNNTÜK’te bana saydırıyor. Vay efendim ordinaryüs piyanistimize ben ne hakla müzik zevkini sorarmışım. Yok efendim arabesk dinleyen vatan hainiymiş. Aman efendim o gitmemiş de ben gitmişim. Kibir senfonisinden, halk düşmanlığı sonatı beğen! Fazıl Say bir şaka olabilir ama inanın artık güldürmüyor. Benim Londra’da olmama kafasını takan bu piyanist karikatürüne bir ülkeden kaçmak ile bir başka ülkeye gitmek arasındaki farkı anlatma gayretine bu yüzden girmiyorum.
Şahane bir üçüncü sayfa haberi okudum. Adana’da minibüste mastürbasyon yaparken yakalanan adam kendisini “Müzik aleti çalıyorum kasıklarımdaki ağrı azalsın diye mastürbasyon yapıyordum” diyerek savunmuş. Kabul edelim yaratıcı ve esaslı yalan!
Gangnam şarkısını söyleyen PYS Türkiye’ye geliyormuş. Birisi Atilla Taş’ı saklasın lütfen!
Onca aksiyona rağmen Diyarbakır’da yaşananlar bir türlü ana akım medyaya haber olamıyor ya.. Bir Kürt atasözü bugün yaşananları ileride şöyle anlatacak: “Diyarbakır’da olan Diyarbakır’da kalır!’
Yine bir üçüncü sayfa haberi. Bir grup kadın jigolo yapma vaadi ile bir grup erkeği dolandırmış. İşin ilginç yanı kadınlar adamların paralarını almışlar. Bilmediğim için safça sormak istiyorum jigolo olunca tam tersi olması gerekmiyor muydu?
Bazı konuları siyaset üstü alamamakta üzerimize kimse yok! Oysa öyle konular var ki günlük siyasi polemiklerin konusu olmamalı. Mesela 84 gündür Suriye zindanlarında tutuklu bulunan Cüneyt Ünal’ın serbest bırakılması gibi. AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik Cüneyt’in CHP’li heyete teslim edilmesini ‘manidar’ bulduğunu söylemiş. Nereden baksanız ayıp etmiş.
Dün sabah oğlum erken uyandı. Kucağıma aldım. Mis gibi insan kokuyordu. Beraber sessizce salonda oturup güneşin doğuşunu seyrettik. Hava yavaş yavaş ağarırken ben ve o bütün dünyanın telaşını bir kenara bırakmış, her türlü kaygıdan uzak pencereden dışarıya bakıyorduk. Bir ara uykuya daldı. Zaman zaman rüyasında bir şey görüyor ve aniden sıçrıyor sonra benim kucağımda olduğunu anlayıp yine kendini bana ve uykuya bırakıyordu. Hayatta bazen çok basit şeylerin büyük mutluluklar getirdiğine kanaat getirdiğim anlardan biriydi. Sessizce Tanrıya teşekkür ettim. Şükrettim. Gerçekten mutlu olmak istiyorsanız önce mutluluğu aramaktan vazgeçmeniz gerekiyor. O zaman o gelip sizi buluyor… Sevdiklerinizle mutlu pazarlar dilerim.