Greene Konutu ya da Life Magazine tarafından konulmuş adı ile “Çayır Tavuğu Evi”, Norman-Oklahoma'nın bozkırlarında 1961 senesinde inşa edildi ve yapıldığı dönemde organik mimarinin simge yapılarından biri haline geldi.
Mimar Herb Greene, Frank Llyod Wright ve Bruce Goff’tan devraldığı organik mimari geleneğini kendi ev tasarımında yeni ve serbest bir noktaya taşıdı.
Çayır Tavuğu Evi basit bir ahşap konstrüksiyon ve doğal malzemelerle oluşturulurken, çevresinde nostaljik çayır imgesi ve estetik bir yuva anlayışına sahip. Adını ise çayır tavuğuna olan benzerliğinden alıyor. Yapı, doğal bir biçim ve güçlü mekan ifadesinin birleşiminin bir örneği. İki katlı yapı, 195 metrekarelik alanı ile zarif bir mahremiyet ve özgürlük hissi veriyor.
Alanın özellikleri kalıcı bir etki yaratmak için kullanılmış. Mutfak ve ailenin kullandığı oda gibi ortak alanlar, Orta Batı’nın gün doğumunun direkt ışınlarını alabilmek için doğuya yönlendirilmişler. Ebeveyn odasının küçük çıkması öğlen güneşini alıyor ve çayırın güçlü rüzgarına kucak açıyor. Tamamlanmamış sedir ağacından çatı kaplaması üzerinde devam eden gün ışığı, iç mekanın sınırlarını belirleyerek, konstrüksiyonda daha samimi bir ortam yaratıyor. Örtüşen dokular kaos meydana getiriyor. Katmanların kesitleri arasındaki kesişmeler sosyal ve fiziksel ayrıma olanak sağlarken, yapının açıklığı bu çayırdaki barınağa havadar bir etki sağlıyor.
Çatı levhalarının doğal ve keskin dokusu ve tamamlanmamış çatı kaplamaları binanın çevresindeki alana öykünürken, aynı zamanda açık ve temiz çayırda, sonsuz gökyüzüne karşı bir rahatlık sağlıyor. Tek bir metal parçasından oluşan, düz araba sundurması ve tente, dış etkilere mazur kalmamış çevreye karşı yeni nesil bir koruma sağlıyor. Granit temel, metal malzemenin yabancılığını destekliyor. Tüm bu ham his, iç mekandaki, geniş, organik sirkülasyon alanı ve evin en can alıcı bölümünde güçleniyor. Bu durum, kulübevari etkiye ters olarak iç mekanda halıyla kaplı alanlarla devam ediyor. Işık alan koridorlar dış dünyaya cam arkasından bakıyormuşcasına cezbedici. Sonsuza kadar giden ıssız çayır ve gökyüzü manzarası, konuta samimi, yoğun bir özellik kazandırıyor.
Oval plan, çevredeki sade görüntünün aksine rüzgarda dağılmış bir görünüm elde etmeyi sağlıyor. Levhaların ölçeği ve yerleştirilmesindeki düzensizlik, çevredeki çimenlerin garip fakat akıcı doğasını yansıtmayı hedeflemiş. Form ve mekandaki çeşitlemeler, sadece kişiye özel samimi bir deneyim sağlıyor.
Herb Greene, “Çayır Tavuğu Evi’ni tasarlarken, Norman’ın doğusunda, başka hiçbir yerleşimin görünmediği 2 dönümlük bir arazi seçtim. Toprak, dar ve derin vadilerde bitki örtüsü altından görünen kırmızı kil. Konutun imgesini, siyah çatı kaplaması üzerindeki gizlenmiş sedir bloklarının üzerine yerleştirilmiş sedir levhalarıyla, kuş tüyleri ve vadi içerisinde görülen kırmızı kilin imgeleriyle birleştirmeye çalıştım. Yapının eliptik planı ve batı yönündeki ana açıklık, fırtına ve rüzgara yönlendirildiği için bu durumlara karşı koruma sağlıyor. Yapı, tasarlanıp inşa edildiği dönemde, Whitehead’in kitabı “Süreç ve Gerçeklik”ten etkilenmişti. Whitehead, herhangi bir form, fikir ve düşüncenin birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Her durum olmasa da bazıları bağlantılı. Batıya açılan pencere bir göz etkisi yaratıyor. Tasarım sürecindeki algıda yarım daire şeklindeki pencere bir göz, yaratık ya da kuş etkisi meydana getirebilir.” diyor ve ekliyor:
“İç mekanda yumuşak renk, halının dokusu ve ahşap birimlerle kaplanmış duvar, dış mekanda ise kaplamalar ve yükseltilmiş levhalar dokunulabilirlik algısına dair benim ilgimi çeken öğeler. Bir merak etkisi, bir bulmaca, ayrı ayrı değil bütünüyle algılanan bir yapı yaratmak istedim. Yapının dışı korkutucu ve gizemli görünüyor. Eve doğru yaklaşan bir turist otobüsündeki adam şöyle bir soru sormuştu: ‘Burası kasırganın vurduğu yer mi?’
Çayır Tavuğu Evi’ne birçok hissi yansıtmaya çalıştım. Evrenin acımasızlığınından türeyen bir his. “Yaralı bir varlık”tan çıkan merhamet ve trajedi hisleri. Algılamadaki ilginç nokta, bu yaratığın başının insan eliyle yapılmış, konfor ve barınak sağlayan bir konstrüksiyon olması. Korunma hissini ise mağaravari iç mekan ve kaplayan kuşatan bir örtü veriyor. Yumuşak dokular, insan ölçeği, renk ve canlı ritimler, evi insana yaklaştıran öğeleri.
Yapının duyarlı fakat kötü bir etki veren yüzü şiddetli bir beklenti ve özlemi açığa vuruyor. Levhaların dokusu ve evin sivrileşen formu yaralı bir canlının özgür olma isteğini görselleştiriyor. Bu özlem ve arzuyu tasarıma yansıtmak Bruce Goff ile çalışmaya başladığımdan itibaren kafamı kurcalıyordu. Arzu ve isteğe dair verdiği dersler, insan deneyimine dair sürekli bir izlenim olarak önemli bir bileşen. Mimarlığı, etik yapım teknikleri, malzemelerin doğası, araziye ve müşteriye çözüm arayışları başlıklarının yanı sıra, insanların hassasiyetleri, hisleri, istekleri ve özlemleri üzerinden öğretmişti. Rousseau arzuların altını özellikle çizmiştir. Güvenlik ve meta konusundaki doyuma odaklanmış, gelişen burjuva toplum kültürünün bu arzuyu yok edeceğinden korkuyordu. Bir mimar olarak, konfor, metalaşma anlayışı ve müşterilerin estetik algısı gibi birçok burjuva yaklaşımını kabul ettim. Arzuyu nasıl ifade edeceğimi bilemedim, çünkü konfor, güvenlik ve estetik kaygı, insanın merakını, ruhunun ifadesini ve terkedilmiş cezbedici yönlerini elde etmeme yetmiyordu. Bu uyumsuz kavramlar keskin düşüncelerin yer aldığı bir ortam üretiyor.”