Paris’te 1950’lerin sonunda başlatılan yeni modernleştirme dalgasında, Le Corbusier’in mimarlık ve şehircilik anlayışının etkisi belirgindi. Buldozerleri harekete geçiren bu kez ağırlıklı olarak onun düşünceleriydi.
Le Corbusier şehir hayatına karmaşa ve düzensizlik getirdiklerini düşündüğü sokakları, sokaklardaki kalabalıkları sevmiyordu. Sokaklara karşı adeta savaş ilan etmişti. Kendisine atfedilen “Sokağı ortadan kaldırın!” sözü onun şehircilik anlayışını özetler.
Durumcular ise tam aksine ve çok haklı olarak sokakların şehre hayat veren, şehrin kültürünü canlı kılan can damarları olduğunu düşünüyorlardı. Guy Debord, 1955 yılında Potlatchdergisine yazdığı yazıda Le Corbusier’in şehircilik anlayışını sert bir üslupla eleştirdi. Onun şehircilik anlayışını belirleyen sımsıkı kapalı blokların şehir hayatına, şehirdeki insanlar arasındaki ilişkilere son vereceğini, böyle bir şehirciliğin sonuçta insanların izlendiği, gözlendiği bir toplum yaratacağını, yayalarla dolu sokakların yerini motorlu taşıtlarla dolu anayollarının alacağını ileri sürdü.
Durumcular alternatif şehircilik anlayışlarını gerçekleştirebilmek için şehirde sürüklenmeyi teşvik eden, bireyin şehir mekânıyla dinamik ve yaratıcı ilişki kurmasına yardımcı olan psikocografya haritaları yarattılar. Debord ve Asger Jorn’un ortak çalışmalarının ürünü olanÇıplak Şehir bu haritalardan biri. Sürüklenmeyi teşvik ettiği için yol ve yön gösterici bir harita değil; tam aksine, şehirde kaybolabilmek için tasarlanmış.
Önceden belirlenmiş herhangi bir istikamet izlemeksizin ve bir varış noktası tespit etmeksizin sokaklarda amaçsız ve hedefsiz yürümenin bir şehri keşfetmenin, keşif sürecinde de şehirde kaybolmanın o şehri tanımanın en iyi yolu olduğu düşüncesi Durumcu şehircilik anlayışının temel ilkelerinden biri. Onlar şehir haritalarının ve rehberlerinin bireyin şehirde gezinme özgürlüğünü sınırladığına inanıyorlardı. Çıplak Şehir bu düşünce temelinde tasarlanmıştı.
Debord ve Jorn, birkaç Paris haritasını parçalamış, sonra bu parçaları Dadaist montaj tekniğini çağrıştırır bir tarzda rasgele birleştirmişlerdi. İki esin kaynakları vardı. Biri on yedinci yüzyıl yazarlarından Madeleine de Scudéry’nin tasarladığı Şefkat Ülkesinin Haritası adını taşıyan düşsel harita. Diğeri de Jules Dassin’in film noir klasiği Çıplak Şehir.
Şefkat Ülkesinin Haritası ilk psikocografya haritasıdır. Sevgi ve şefkat görebilmenin yollarını gösteren, bunun için değişik yollardan geçmeyi öneren, bazı yollardan ve yol üzerindeki kimi yerlerden uzak durma konusunda uyaran düşsel bir harita. Fantezi ve kartografinin birleşmesi.
Debord ve Jorn’un haritalarının diğer kaynağı ise adını da aldığı Jules Dassin’in Çıplak Şehir’idir. Yaz sıcağındaki kaldırımlarıyla, karanlık sokakları ve loş aydınlanmış apartman daireleriyle, gece ve gündüz hayatın hiç kesintiye uğramadan akıp gittiği, uykusuz, acımasız, yolsuzlukların içine batmış kirli şehir, bir “asfalt cangıl”. Ama durmadan atan bir nabzı ve anlatacak pek çok öyküsü de vardır.
Dassin’in filminde çoğu film noir’da olduğu gibi görüntünün üzerine konuşan bir ses izleyiciye öykünün ayrıntılarını anlatır. Çıplak Şehir’in farkı konuşanın filmin prodüktörü olmasıdır. Gerçek hayattaki prodüktör Mark Hellinger kendini tanıttan sonra, “Çıplak Şehir’de anlatılacak sekiz milyon öykü var. Bu film onlardan birini anlattı” der ve bu sözlerle film noktalanır
Debord ve Jorn’un Çıplak Şehir’inde de öyle. Orada da anlatılacak nice öykü var. Çoğu kez şehir, öyküsünü kendi anlatıyor. Öyküleri dinlemek için psikocografik haritayı alıp sürüklenmeniz yeterli