Yüksek bir yapının zeminle kurduğu ilişki açısından Odakule neredeyse bugünün yapılarına ders verir.
Yüksek bir yapının zeminle kurduğu ilişki açısından Odakule neredeyse bugünün yapılarına ders verir.
MİMARİ
Odakule
Kaya Tecimen ve
Ali Kemal Taner
Bu zor bir yazı olacak. Çünkü kanımca büyük bir çoğunluğun çirkin bulduğu bir binayı mimari açıdan savunacağım. İstiklal Caddesi üzerinde bir röper oluşturmuş, yüksekliği ile tepki çeken, kimilerince de oldukça sevimsiz bulunan, yine de altından geçerken oluşturduğu korunaklı geçişe minnettar kaldığımız Odakule’nin mimari açıdan neden önemli olduğunu ve bugün bile bize neler söyleyebildiğine dikkat çekmek istiyorum.
Bu arsa üzerinde yer alan Bon Marche mağazasının yerine inşa edilen Karlman Pasajı varlık vergisi yüzünden 1940’larda kapandıktan sonra burayı satın alan İstanbul Sanayi Odası tarafından 1970’lerde yeniden projelendirildi. Mimar Kaya Tecimen ve yardımcısı Ali Kemal Taner tarafından tasarlanan yapı 1976 yılında Odakule adı ile açıldı.
Postmodernizmin sembollerle dolu dalgasının henüz görünürde olmadığı, ancak katılaşmış modernist mimarinin de geride bırakıldığı bir dönemde inşa edilen Odakule; teknoloji, malzeme ve tektonik dertlerle meşgul olmak dışında başka bir alt metin üretmekten uzak duran, 60 ve 70’lerin naiflik derecesinde saf ve samimi küresel mimarlık ortamının, Türkiye’deki belki de en güzel bir kaç yansımasından biridir.
Zamanının gökdeleni
Peki bu yapı mimari açıdan neden önemlidir? Bir kere sadece tektonik özellikleri açısından bugün bile takdir edilecek hususlara sahiptir. Dönemine göre gökdelen sayılabilecek yüksek ve cüsseli bir kütle olan ofis bloku, mimarların ustaca bir kararı ile katlanmış zigzag cephesi ile olduğundan daha narin gösterilebilmiştir. Teknolojisi ile de öne çıkan yapı, Türkiye’nin ilk giydirme cam cephe uygulamalarından birine sahiptir. Ancak en önemli özelliği iki cadde arasında yarattığı açık mekanda yatar.
Oditoryumları barındıran kütlesi ile altındaki geçişi korunaklı bir alana dönüştüren, Atilla Onaran ve Salih Acar’ın çok güzel heykelleri ile donatılmış bu geçiş, belki de İstanbul’un en degerli kamusal mekanlarından biridir. Yüksek bir yapının zeminle kurduğu ilişki açısından da Odakule neredeyse torunlarına ders verir. Gerek İstiklal Caddesi, gerekse Meşrutiyet caddesi’nde bu yapının yüksekliği yayaları rahatsız etmek yerine, caddenin devam eden koridor etkisi yaratan sürekliliğinde nefes alacak çok önemli bir boşluk yaratır.
İki taraftan da uzaklaştırılmış, geriye çekilmiş sağır kütle ile yerden de koparılmış yüksek ofis bloku kendine özgü formuyla bu aralığı anlamlı hale getirir. Bu nedenlerden ötürü, Odakule, ‘plaza’ diye pazarlanan günümüze ait pek çok yüksek yapıda bulunmayan nitelikte bir kamusal mekanı önünde ve altında yaratabilmiş nadir binalardan biridir.
Kopya, uyum değildir
Herhalde Odakule’nin esas önemi imar kurallarının kontrollü şekilde esnetilmesiyle nasıl sıradışı bir değer yaratabileceğini göstermesinde yatar. Tarihi dokuyu kopyalayarak ‘uyumlu’ bina yapmadan da çevreye duyarlı ve iyi mimarlık yapılabildiğine dair somut bir kanıttır bu yapı.
Başka bir döneme öykünmeyen, yaşadığı anı seven birinin saflığını simgeleyen Odakule ‘tarihe saygılı olma’ klişesinin anlamsızlığını hatırlatır bize. Üstelik bunu tarihi görünsün diye bir kitsch objesine dönüştürülen, aynı cadde üstünde kendisinden 35 yıl sonra devasa bir lületaşı biblosu gibi inşa edilen Demirören alışveriş tapınağına nazire yaparcasına, usulca ama çarpıcı bir şekilde gösterir. İşte bu nedenlerden ötürü Odakule, korunması gereken bir mimari değerdir.