In-Between Tasarım Platformu ve Maison&Objet Paris işbirliği ile gerçekleşen etkileşim serisi ‘connect’, tasarımın farklı alanlarından öngörüleri bir araya getiriyor.
In-Between kurucu ortakları Bilgen Coşkun ve Dilek Öztürk’ün moderasyonunu yürüttüğü, Joint Idea kurucuları Eda Çarmıklı, Markus Letho ve Kolektif House People & Culture Yöneticisi Merve Gürel ile; COVID dönemi ve sonrasında dijital bağ oluşturma konusunun tartışıldığı serinin ilk webinar’ından çıktıları bizlerle paylaşıyor.
Joint Idea, Love Mafia ismini verdikleri komüniteleri ve Life Works Labs ile ortak değerleri paylaşan profillerin fayda yaratan projeler üreterek, kolektif bilince olumlu etki oluşturması üzerine kurulmuş.
Kolektif House ise co-working hizmeti ile başlayan alanını zaman içinde eğitimler ve işbirlikçi projeler ile genişleten bir platform.
Komünite kürasyonu önem kazanıyor
İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özelliklerinden biri hayal gücü olması. Ortak inanç ve mitler sayesinde komüniteler bir araya gelip tek başına bir bireyin erişemeyeceği gelişmeleri birlikte başarabiliyorlar.
Economist dergisinin öngördüğü üzere, önümüzdeki dönemde yeni teknolojik ürün ve hizmetlerle karşılaşıyor olacağız. Dijital dünya bize dünyada birçok farklı birey ve komüniteyle iletişime geçebilme şansını sunuyor. Bu deneyim makro ölçekte ajandalar yaratabilmek adına çok değerli. Bununla birlikte dijital dünyanın araçlarını kullanırken fiziksel etkileşimin yeri doldurulamayan derinliklerini gözden kaçırmamak gerekiyor. Özellikle daha önceden değerler ve hedefler doğrultusunda kurgulanmış komünitelerin birlikte üretimleri çok daha etkili olabiliyor. Günümüzde dijital ve fiziksel etkileşimleri harmanlayıp her ikisinin de sunmuş olduğu çözüm önerilerini birleştirmek daha avantajlı bir ortam kurguluyor.
İnterdisipliner çalışma, farklı düşünme biçimlerini bünyesinde barındırdığı için çok daha güçlü sonuçlar üretebiliyor. Bu projeler daha kapsayıcı ve inovasyona açık olabiliyor. Bu nedenle komünitelerin başarılı kürasyonu çok daha önemli bir hal alıyor. Ortak değerler üzerine kurulmuş, interdisipliner işbirliklerini destekleyen ve dijital-fiziksel etkileşimi destekleyen modellerin başarılı olduğu bir zamanda yaşıyoruz.
Soho House komünite oluşturma adına güzel bir örnek teşkil ediyor. Yaratıcı alanda çalışan ve ortak değerlere önem veren bireyleri buluşturan ve iş, eğlence, spor, etkinlikler gibi hayatın birçok alanında aktiviteler sunarak bu bireylere platform oluşturan Soho House bu deneyimleri hem fiziksel hem de dijital mecralarda sunuyor, komünitesini dijital uygulamalar, basılı yayınlar ve workshoplar ile besliyor.
Londra merkezli tasarım galerisi Matter of Stuff; yeni malzeme ve üretim teknolojilerini araştırarak; kendi geliştirdikleri kütüphanelerini oluştururken, farklı tasarımcılarla farklı alanlada etki yaratan projeler üzerinden komünite oluşturuyor. Aslında geleneksel galericiliği, katılımcı bir süreçle yeniden tasarlıyorlar. Mimarlarla gerçekleştirdikleri sıfır atık odaklı bir mobilya koleksiyonunun, Frieze fuarında bir açık arttırmada satılarak, elde edilen gelirin Amazon Ormanları’nı korumak için bağışlanması, ekibin komünite üzerinden yarattığı etkiye en iyi örnek olabilir.
Katılımcı iş modelleri şeffaflık ve diyalog üzerinden şekilleniyor
Günümüzde star tasarımcıların yerini kolektif üretim alıyor. Tom Dixon gibi bir duayen öğrencilerle bir araya gelip IKEA çatısı altında bir mobilya tasarlayabiliyor. Üç boyutlu yazıcılarla birlikte otonomi de tasarımı ve üretimi daha demokratikleştiriyor. Yaratıcı projelere baktığımızda interdisipliner ekiplerin sayılarının gittikçe arttığını gözlemliyoruz.
Katılımcı iş modellerini kurgularken şeffaflık ve diyalog önemli konular olarak karşımıza çıkıyor. İşbirliklerini oluştururken aslında en yakınımızdaki sevdiklerimizle yola çıkmak organik bir etkileşimin oluşmasını mümkün kılıyor. Bu süreçte tüm katılımcıların yatay bir düzende etkileşimde olabilmeleri hiyerarşileri kırıyor. Oluşturulan ekipler arasında karşılıklı değer yaratabilmek bir önemli diğer konu.
Pet Lamp projesi dünyanın birçok farklı bölgesindeki zanaat değerlerini koleksiyonlarına taşıyan bir aydınlatma tasarımı projesi. Bir yandan bu kültürel değerlerin geniş kitlelere tanıtılması misyon ediniliyor. Bir yandan da sosyal tasarım aracılığıyla normalde ekonomik döngüye kolaylıkla dahil olamayan gruplar destekleniyor. Aynı zamanda aydınlatmaların bazı aksamları ileri dönüştürülen plastik şişelerden yapılıyor. Bu da insan-çevre etkileşiminin değerinin altını çiziyor.
“Design Loves Milano” Milano’nun global bir tasarım merkezi olmasından yola çıkarak, bu dönemde kenti desteklemek adına kurulmuş bir dayanışma grubu. İçlerinde Formafantasma, Marlene Hussaud, Objects of Common gibi tasarımcıların olduğu ekip; müzayede evi Cambi ve kreatif ajans Mr Lawrence işbirliği yaparak, açık arttırmada satılması içn ürünlerini bağışladılar. 12 Mayıs’ta gerçekleşen müzayededeki satışlardan elde edilen gelir ise Milano’daki Luigi Sacco Hastanesi’ne bağışlanacak.
İnanç değerleri yaratmak, alanında benimsenen özgün markaları şekillendiriyor
İrade bireylere özgürce düşünebilmeyi ve kendi değerlerini zaman içerinde oluşturabilmeyi sunuyor. Etnik grup, cinsiyet, dini inanç gibi farklılıkların, daha renkli bir mozaik oluşturabileceği bilincinde olduğumuzda, ortak değerlerin de bu parametrelerin çok daha ötesinde oluşturulabileceğini anlamış oluyoruz. Bu değerler temelinde kurgulanan kuruluşlar ve markalar da inanç nosyonunu ön planda tuttukları için daha özgün ve benimsenen hizmetler ve içerikler kurgulayabiliyorlar.
COVID sürecinde birçok tasarım markası ve yaratıcı sektördeki kurum açık kaynak kullanımını ön plana çıkardı. Marc Jacobs ücretsiz çizim kursları sunarken, yine global bir moda markası olan Alexander McQueen her hafta arşivinden seçmiş olduğu ironik bir tasarımını yorumlaması için kreatiflere açık çağrı yapıyor. Bu tasarımlar, markanın sosyal medya hesaplarından paylaşılıyor. Bu da bize bir tasarım markasının yaratıcı bireyleri destekleyen bir temsiliyet alanına dönüşebileceğini gösteriyor.
Dolce&Gabbana, bu dönemde markanın özünde olan zanaat değeri üzerinden fayda yaratıyor. Geçtiğimiz günlerde, duayen marka; DGFATTOINCASA – ‘Made at Home’ isimli dijital bir platform kurdu. Bu platform ile markanın artizanları ve tasarımcıları evlerinden online workshoplar düzenleyerek evlerimizde yaratıcı mekan oluşturmak için eğitim veriyorlar. Bu workshoplardan elde edilen gelir ise Covid araştırmaları için bağışlanıyor.
Adaptasyon Süreci
COVID öncesinde ‘paylaşım ekonomisi’ en hızlı gelişen sektör dinamikleri arasında gösteriliyordu. Enerji ve mekan kullanımlarını dengeleyen, komüniteleri bir arada tutan ve genel olarak daha efektif ekonomik etkileşimler yaratan bu modeller tekrar mercek altına alınıyor. Mekanlarda en azından bu süreçte daha az insanın varlığı, hijyen önemlerinin daha da ön plana çıktığı, ortam kullanım alanlarının bölümlere ayrıldığı bir düzen bizi bekliyor. Bununla birlikte yatayda kurgulanan ve doğayla daha bir arada olan, ortak değerlere sahip bireyleri bir araya getiren mimari projelerin ön plana çıkacağı düşünülüyor. ‘Self-sufficient’ komüniteler bunun için iyi örnek teşkil ediyor.
Bir yandan büyük hiyerarşik yapıların ve çok insan dostu olmayan plaza yapılarından uzaklaşılırken bir yandan da daha kompakt yapılaşmalara ve en önemlisi komünitelere doğru bir geçiş olacağı da öngörüler arasında. Sosyal medya aracılığıyla tüm dünyadan büyük kitlelerle iletişime geçilebilmesine rağmen daha kompak ve değerlerin örtüştüğü komüniteler arasında sinerjisi yüksek işbirliklerinin ortaya çıkması bekleniyor.