Sanat, kentsel dönüşüme doğrudan müdahale etme gücüne sahip mi?
Hamburg’un St. Pauli Mahallesi’nden bir grup, kentsel dönüşüme karşı mücadelesine sanatı da katarak bunu başardı, nehir kenarındaki bir parkı, emlak spekülatörlerinin pençesinden kurtardı.
Bu 11 yıllık mücadeleyi, Park Fiction Project inisiyatifinin üyeleri arasında yer alan, kentsel alanla ilgili sorunlar üzerine yapıtlar üreten Alman sanatçı Christoph Schäfer’dan dinledik. Schäfer, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın (İKSV) “Kamusal Simya” başlığını taşıyan bienal öncesi etkinliği kamusal program kapsamında İstanbul’daydı.
“Olasılıklar Makinesi: Kentselleşme Tartışmalarında Dönüm Noktası, Sanat ve Kent Hakkı” başlıklı panel sonrası, Schäfer’la bir araya geldik. Kendisini, kavramsal sanatçı, harika tasarımcı, eğitim şovmeni, kent yazarı ve davetsiz şehir planlamacısı olarak tanımlayan Schäfer’a sorduk:
– Konuşmanızda İstanbul’dan biraz ürktüm dediniz. Neden?
İstanbul’un büyüklüğü ve güzelliği ürküttü beni. Burada etrafıma baktığım zaman insanlar birbirleriyle nasıl iletişim kuruyor anlamadım.
– “Davetsiz Şehir Plancısı” olarak sizce İstanbul’un nasıl bir tasarıma ihtiyacı var?
İstanbul’a sanatçı gözüyle bakılamaz çünkü daha büyük çapta bir problemi var. Bu probleme herkes dahil olmalı. Zekice ve müthiş projelerle değil, otoritelerle halk uzlaşarak bir çözüm bulmalı. Şehir, biriktirilmiş farklılıklardır. Karşıtlıklar olmadan yaşamak mümkün değil, karşıtlıklardan kaçınmak da.
– Peki sanat, kentsel dönüşüme doğrudan müdahale etme gücüne sahip mi?
Evet, dolaysız olarak hem de. Sanat aracılığıyla düşünceler ortaya çıkar, hatta bazen beklenmedik çözümler de sunabilir. İnsanların birey olarak kendi çevrelerini değiştirebilme potansiyeli var. Sanatçılar kendi faaliyetlerini sosyal meselelerle nasıl ilişkilendirebileceklerini düşünmeliler.
Sanatın olanlara kavramsal açıdan yaklaşması, olacakları görsel bir şekilde sunması, politik bir karmaşaya neden olabilir. Sanat yoluyla her küçük hareket bile mücadeleye değer katar. Sizlere gösterdiğim çizimler bile teker teker büyük şeyler ifade ediyor.
– Hamburg’da sanatçıların 15 evde sergi açarak, bu mekânları dönüşümden kurtardığını söylediniz. Bu yöntem burada sanki ütopik kaçıyor…
Her ülkede farklı yöntemler uygulanabilir. Deneyimle ve ihtirasla olabilecek şeyler bunlar. Farklı sınıflardan gelen, farklı altyapıya sahip kişiler buluşup tartışma platformu oluşturmalı. Aslında önemli olan dil. Problemi çözerken ortak bir dil oluşturmak gerekiyor. Şehir de bu farklı grupların etkileşimiyle oluşturulmalı.
– Oysa bir politikacıya sorsak sanatla çözümün kesinlikle yararlı olmayacağını söyler…
Bu bizim umrumuzda değil! Biz mücadelemizde sanatı da kullandık ve başarılı olduk. Sebzelerden küçük bir park yaptık, dileklerin yazıldığı afişler astık, logomuzu bayrak yapıp her yere astık. Politikacılar önce insanlara “ne istersiniz” diye soruyor, sonra kendi bildiklerini yapıyorlar. Sahte katılım platformu oluşturuyorlar.
– Kurtardığınız bölgedeki insanlar sanatla ne kadar iç içe? Onlar zaten sanatı da ‘bölgeyi nezihleştirme’nin bir parçası olarak görmüyor mu?
Orada yaşayan insanlar da sanattan anlamıyordu ama katıldılar, bir parçası oldular çünkü bir çağrı atmosferi oluşturduk. Oyunlaştırarak kazandık.