Demokratik Bir Kamusal Alan Fikri Camilerden Başlamalı

İnşaat başlamış da olsa çok geç kalmış sayılmayız. Müzakere etmenin yollarını aramalıyız. Müzakere kanallarını açık tutmak, iktidarın görevidir. Ama muhalefetin de yardımcı olması gerekir.

Taksim’e cami yapmayı düşleyen Milli Görüş’ün hareket noktasında ne vardı? Bastırılmış, dışlanmış, yoksullaştırılmış olan Müslüman muhafazakârlık. Erdoğan’ın Opera’nın (AKM’nin) karşısında inşa ettirmek istediği cami, bu idealin milli siyaset alanındaki temsiliydi. Erdoğan merkezî iktidara uzanan kariyerini bu siyasal deneyim üzerinden gerçekleştirdi. Büyükşehir koltuğuna oturduğunda daha önceki yönetimler tarafından hazırlatılan projeyi önünde hazır buldu. Bu projenin üzerine üç adet çember çizdirdi. Bunlar Taksim’e yapılması düşünülen caminin ilk eskizleriydi. Gazeteler “Taksim’e cami yapılıyor” başlığı ile haberi ön sayfalarından duyurdular. Krizi şöyle okumak mümkündü: “Şeriatçılar geliyor ve kamusal alanımıza el koyuyor.” 

STK’lar (daha önceki yönetim zamanında yaptıkları gibi) Taksim’i otoyol kavşağına dönüştürecek bu projeyi tartışmaya açtılar. Ancak basın yalnızca bu çemberlere odaklandı. (Ne de olsa trafik düzenlemesi bilimsel bir konuydu, siyasal değildi.) Proje “kamusal alana kim hâkim olacak” tartışmasına dönüştü. Oysa kentin kamusal alanı üzerine olan bu tartışmadan bir demokrasi dersi çıkabilirdi. Ama mümkün olmadı. 

Erdoğan hayalindeki camiyi bu defa Çamlıca’da gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu yapı inşa edilirse “müzakere özürlü” bir yönetimin belgesi olarak geleceğe taşınacak. Ne yazık ki bugün gene bu meseleyi müzakere etme imkânından mahrum durumdayız. Nasıl bir ortamda konuşulduğunu, kararlaştırıldığını bilmiyorum. Ama bu projenin kendisine zarar vereceğini düşünüyorum. 

İnşaat başlamış da olsa çok geç kalmış sayılmayız. Müzakere etmenin yollarını aramalıyız. Müzakere kanallarını açık tutmak, iktidarın görevidir. Ama muhalefetin de yardımcı olması gerekir.

Çamlıca Camii müzakere özürlü bir yönetimin belgesi olarak tarih geçecek

Müzakere etmek nedir? Konuşmaktan öte bir şeydir. Farklı eylemsellikler içeren bir iştir. Öncelikle iletişim kurmak demektir. Karşı tarafın söylediklerini de dinlemektir, onu anlamaya çalışmaktır. Karşı taraf ne yaparsa yapsın (isterse hiç dinlemesin) müzakereyi amaçlayan tarafın onun ne yapmak istediğini, derdinin ne olduğunun bilmesi gerekir. Demokratik bir sistemde kararların kamusal bir nitelik taşıması gerekir. Müzakere temsiliyetin kamusal nitelik kazanmasını sağlamak için yapılır. Eğer iktidar ve muhalefetin böyle bir deneyimi (ya da niyeti) yoksa, karşılaşma “tekabüliyet” ilişkisi (hakikat) biçiminde inşa edilir. Bu da çatışma demektir. Temsilde hiyerarşik bir işleyiş olduğu için çatışmaktan başka yol gözükmez. Otoriter toplumlarda kararlar hiyerarşik bir ilişki içinde üretilir. Müzakere ise temsiller düzeyinde hiyerarşinin paranteze alınmasını gerektiren bir eylemselliktir.

Bu nedenle bu yapının “kötü bir taklit” olduğunu savunan modernist elitin tutumunu gözden geçirmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunu söylemekle yetinmek, projeyi küçümsemek müzakere etmek için yeterli değil. (Bu kesim sanki modernliği yalnızca bir stil ya da yaşam biçimi olarak algılıyor.) Müzakere edilmesi gereken yapının stili değil, çok daha çetrefilli bir konu. Muhafazakârların ufkunun sınırlı olduğunu, sanattan, mimarlıktan anlamadıklarını söylemekle bir yere varılmaz. Yerinin yanlış seçildiğini söyleyenlerin de kestirip atmak yerine, müzakere edilerek alınacak bir karara saygılı olacaklarını beyan etmeleri gerekir. 

Ancak bu defa müzakere alanını yok sayanların başında (güya iktidara destek veren) basın geliyor. “Siz caminin mimarisini ya da yerini tartışıyor gibi gözüküyorsunuz, ama sizin asıl niyetiniz başka. Siz cami yapılmasına karşısınız” diyorlar. Onların da tutumlarını gözden geçirmesi gerekiyor. Ön yargılarla, peşin hükümlerle, karşı tarafın niyetini sorgulayarak müzakere yapılamaz. Bunun bir örneğini AKM’de gördük. Müzakere kanalları kapatıldığında, kaybeden İstanbul oluyor. Tarafların karşılıklı olarak müzakereyi reddetmeleri asıl sorunun üstünü örtüyor.

Antikapitalist müslümanlar ve Milli Görüş

Bugün karşımızda yalnızca konuşmayı değil, eylemselliği de içeren bir örnek var: Antikapitalist Müslümanlar “Milli Görüş”ün idealine tam da kaynağındaki içeriği kazandırdılar. Bu ideali devlet siyasetine dönüştürmek yerine bir sivil topluluk olarak gerçekleştirdiler. Namaz kılmanın bir kamu alanı işgal etmek için değil, özgürleştirmek için olabileceğini gösterdiler. Muhafazakârların da kamusal alanı iktidar gücü ile tahakküm altına almadan tanımlayabileceğini ispatladılar. 1969 yılından beri var olan bir imgeyi (ABD’nin 6. Filo’sunu protesto etmek için Taksim’de toplanan solculara saldırmak için kışkırtılan sağcılar), “şeriatçılar gelecek, kamusal alanımıza el koyacak” korkusunu yok ettiler. Bu mirası reddettiler. Onlar Gezi’de Cuma namazı kılarken, dua okurken solcular da slogan atmayı kestiler. Onlara saygı gösterdiler, kamusal alanı kendi önceliklerine göre tanımlamadılar. Bu eylem Gezi direnişi içindeki en anlamlı olaylardan biriydi. Muhafazakârlığın iktidar gücü ile örtüşmediğinde kapitalizmi sorgulayıcı bir nitelik kazanabileceğini hepimize gösterdiler.

Bugün halka inşaatla dayatılan camilerden başlayarak kamusal alan kavramını dönüştürmenin, özgürleştirmenin, yeniden canlandırmanın zamanı geldi. Bunun için resmî devlet ideolojisi tarafından kontrol edilmeyen, yönlendirilmeyen, sivil toplumu zenginleştiren camilere ihtiyacımız var. Camiler özgürleştiğinde, sivil topluma geri döndüğünde, Türkiye de değişecek.

Etiketler

Bir yanıt yazın