Edirne’de Bir Mimarlık Atölyesi: Akış. Nasıl?

İTÜ Mimarlık Fakültesi doktora öğrencisi ve Trakya Üniversitesi Araştırma Görevlisi Çağın Tanrıverdi ile ODTÜ Mimarlık Fakültesi doktora öğrencisi Gülşah Aykaç Edirne'de mimarlık öğrencilerine yönelik gerçekleştirdikleri atölye çalışmasını anlatıyor.

Çağın Tanrıverdi ve Gülşah Aykaç tarafından kaleme alınan yazıda, Edirne’de 11-13 Şubat tarihlerinde çeşitli sınıflardan mimarlık öğrencilerine yönelik, mimarlıkta üretim süreçlerini sorgulamak amacıyla düzenlenen atölye çalışmasında alışkanlığa dönüşmüş eylemlerin farkında olmadan yapılan keşiflere dönüşmesi süreci anlatılıyor. 

Bu çalışmaya başladığımızda, kamusal alanı deneyimleyerek anlama – hatırlama niyetindeydik. Kısa süre içerisinde kamusal alanlarda yaşanan ve toplumsal belleğimize izi kalacak birer yara gibi yerleşen patlamaların sarsıntısıyla yazmaya devam edemedik… Bitmemiş, bitirilmiş bir yazıdır. Sokakta oyun oynayabildiğimiz bir günün anısına…

0. Başlangıç Fikirleri

Atölye yapma fikrimiz Edirne’de çalışma isteğimizle birlikte şekillendi. Edirne’nin kendine has özellikleri ve burada birimizin araştırma görevlisi olarak görev yaptığı bir mimarlık fakültesi bulunması merakımızı ve heyecanımızı arttırdı. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük ölçekli kentlere göre kente dair çalışmaların, tartışmaların, üretimlerin ve bağlamındaki atölye çalışmalarının daha az sayıda olması, yapacağımız atölyenin önemli bir girdisi haline geldi. Nasıl bir atölye yapacağımızı ise tüm bu durumlarla birlikte kesişen ilgi alanlarımız ve sorularımız oluşturdu. Mimari tasarım stüdyolarında öğrenci meslektaşlarımızın kamusal alanla ilgili araştırma, sorgulama ve ifade etme biçimlerini gözlemledik. Konumu ve tarihi önemi ile bir sınır kenti olarak çok katmanlı kent yapısının okunabileceği Edirne’de, “kentli olmak”, “kentte olmak”, “birlikte var olmak”, “mimar olmak” durumlarını “dışarıda”, tam da kentin en önemli yaya aksında deneyimleyerek sorgulayabileceğimizi ve bu sorgulamayı birlikte nasıl temsil edebileceğimizi düşündük.

Öncelikle süreç olarak mimari tasarımı gündelik hayat eylemlerimizle birlikte düşünmeye ve sorgulamaya başladık. Mimari tasarım eylemini, eylemsel katmanları olan bir süreç olarak düşünüyoruz. Bu süreçte; çizme, boyama, gezme, fotoğraf çekme, render alma, eskiz yapma gibi pek çok eylemden söz edebiliriz. Ancak mimarlar olarak yaptığımız bu eylemleri, nasıl yaptığımızı fark ediyor muyuz? Žižek (1989), ideolojiyi bilginin maskesi olarak ele alan Marx’ı eleştiriyor ve ideolojinin asıl olarak bilgiyi değil eylemleri maskelediğini söylüyordu: ”Ne bildiğimizi değil, ne yaptığımızı, nasıl eylediğimizi bilmiyoruz.”1  Žižek’in bireye dair bu önemli önermesi mimar olarak kendimizi ve eylemlerimizi düşünmemize neden oluyor. Kullandığımız mimarlık araçlarının zenginliği eylemleri çeşitlendirebileceğimiz bir zemin yaratıyor. Ancak tasarlama eyleminin belli başlı, tanımlı ve alışkanlığa dönüşmüş katmanları bizi apolitik, eril ve de zayıf olanı sömüren baskın ideolojiyi destekleyecek eylemlerle sınırlandırıyor olabilir mi?

Bu soruyu açmak için kendimizi bir kentte, üzerine söz söyleyeceğimiz bir yerde hayal edelim. Genelde elimizde fotoğraf makinemiz ve eskiz defterimizle mimar-özneler olarak davranıyor oluruz. Benliğimizden özneliğimize ve özneliğimizden benliğimize doğru anlık geçişlerle hareket eder ve bir kent deneyimi yaşarız. Bu sürede mekânla, kendimizle ve başkalarıyla etkileşiriz. Bu ilişkilenme biçimini ilksel ve temel bir eylem olarak ele alacak olursak, bazı kırılmaların da bu temel eylemi oluşturan öteki eylemlerde gerçekleşebileceğini öne sürebiliriz.

Bu düşüncelerle birlikte eylemi kırmak, eylemi şaşırtmak ve bu yolla özneliği kırmak ya da öznelikten çıkmak gibi kavramlar hakkında tartıştık. Belki de bizim eylemi kırma şeklimiz spontane olana olanak vererek gerçekleşebilirdi. Başka bir deyişle eylemi farklılaştıracak bir eylem tasarlamak yerine, katılımcıların tüm eylemlerinin farkında olduğu ve kendi sürecini, tasarlama eylemi bilinci dışında tasarlaması söz konusu olabilirdi. Tasarım yaptığının bilincinde olmadan tasarım yapmak / kenti analiz ettiğini düşünmeden analiz etmek gibi… Bu Akış.Nasıl? doğrultuda şu soru oluştu: “Kolaj yapıyoruz, kent hakkında analizler, haritalar üretiyoruz” demek yerine kolaja, haritalamaya, anlatıya gidebileceğini tahmin ettiğimiz bir tasarım süreci deneyimi düşünebilir miyiz?

Birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar her sınıftan mimarlık öğrencisine açık atölyenin isminin Akış.Nasıl? olmasına karar verdik ve 11 Şubat Çarşamba günü katılımcılarla bir araya gedik. İlk bir araya gelişi ”tanışma” olarak duyurduk. Tanışma toplantımızda birimizin mimari tasarım süreci başlangıcındaki kentsel araştırmayı bedensel bir deneyim olarak düşünme üzerine yaptığı master tezini sunduk. Bu sunum sayesinde beden, mekân ve hareket üzerinden bir tartışma açtık. Tartışmada kentsel müdahale, özne olarak mimar, rant ve tercihler, sınıf çatışmalarının kentsel dönüşümdeki anlamı gibi konuşulmasını hiç beklemediğimiz konular katılımcılar tarafından tartışıldı. Bu toplantıyla niyetimiz, katılımcıların birbirleri arasında ve yürütücülerle iletişim kurması, konuşarak içinde bulundukları bir sürece katıldıklarını hissetmeleriydi; ancak kendimizi niyetimizin çok üzerindeki bir tartışmayı dinlerken bulduk. Tartışmanın baskılayıcı ses tonlarıyla değil; herkesin ortaya sorular sorduğu bir şekilde ilerlemesi, sunum yaparken ‘bu sunumun atölye ile ilgisi yoktur’ açıklaması yapmamız ve ayrıca katılımcılarla aramızda hiyerarşi hissetmememiz ve bizim sadece böyle bir atölye fikrini ortaya atan meslektaşları olduğumuzu belirtmemizin, tartışmanın verimli geçmesine olanak sağlayan önemli ayrıntılar olduğunu düşünüyoruz.

Katılımcılarla gerçekleştirdiğimiz tanışma toplantısı; bedenin kent içindeki akışı, kent ile hemhal olmak, kente karışmak üzerine yaptığımız tartışmalar, henüz yabancısı olduğumuz bir dil daha öğrenmek gibiydi. İlk gün noktalayamadığımız, ancak bir virgül koyarak atölyenin birinci gününe bağladığımız bu tartışmalar, sözü edilen büyük kentlerin dışında da, yerelde mimarlık araştırmalarına/sorgulayışlarına büyük ihtiyaç olduğunu gösterdi. Tanışma toplantısının sonunda birinci güne dair bizden bilgi isteyen katılımcılara şunları söyledik:

  • Atölyeyi Saraçlar Caddesi’nde balık pazarına kadar ki aksta gerçekleştireceğiz.
  • Saat 10.30-17.00 arası birlikte olacağız.
  • Çağın ve Gülşah (yürütücüler) dışında kimse kayıt alamaz (fotoğraf çekmek yasaktır).
  • Yazı yazmak ya da eskiz yapmak serbesttir ama zorunlu değildir.
  • Hava yağışlı olabilir, iklime karşı tedbirli giyinmemiz iyi olacaktır.

1. Birinci Gün

Burada sözcükler arkasını döner,
Zihinle birlikte bir yere varamamışlardır. (Campbell, 2003)2

1.1. Toplanma

İlk gün katılımcılarla Saraçlar yakınındaki bir börekçide buluştuk. Çayımızı içerken oyun ne demektir diye sorduk ve hep birlikte şu cevapları ürettik:

  • Oyun ciddi bir iştir.3
  • Oyunun içinde rekabet olması gerekmez.
  • Sporla ilgili oyunlar vardır, kumar gibi yasallığı tartışılan ödüllü ve kendi yer altı dünyası oluşmuş oyunlar vardır, ritüele dönüşmüş oyunlar vardır, tiyatro ya da dans performanslarına oyun da denilebilir ve bazı edebi anlatılarda kişiler arası duygusal ilişkiler ‘aşk oyunu’ olarak isimlendirilir.
  • Oyunun kuralları vardır.
  • Oyunun oynandığı bir yer ve süre vardır.
  • Yer ve süre oyunun kurallarının içinde tariflenebilir.

Ardından gerçekleştireceğimiz atölye ile ilgili şu kuralları belirttik:

  • En az üç, en çok beş kişilik gruplara ayrılacağız.
  • Saraçlar’da kurallarını kendimiz belirleyeceğiniz oyunlar oynayacağız.
  • Bu oyunların kurallarını eylemler üzerinden tanımlayacağız.

  • Olası eylemler: Yürümek, bakmak, zıplamak, koşmak gibi temel eylemler ya da tüm beyaz arabaların yanında diz çökmek, fiyatı on beş lira olan herşeyi bulmak gibi özelleşmiş eylemler.
  • İlk oyundan sonra oyunun özelliklerini değiştirerek yeni bir oyun daha üreteceğiz.
  • İstenilen kadar çok oyun türetilebilir.
  • Saat 11.00’de başlayacağımız çalışmaya saat 13.00’de ara verip neler yaptığımızı konuşacağız, yemek molası vereceğiz ve 14.30’da yeniden buluşup 17.00’a kadar tekrar çalışacağız.
  • İnsanlar, polis ya da zabıtadan müdahale gelebilir. Yürütücüler bu gibi durumlarda gerekli ise açıklama yapmak için çağrılabilir.

1.2. Çalışma

Çalışma sonunda, atölyenin ikinci günü hakkında şunları belirttik:

  • Işık kaynağı, kalemler, boyalar, kâğıtlar, maket malzemeleri, fotoğraf makinası, bilgisayar ve aklınıza gelen olası tüm araçları getirin.
  • Bugün oyun oynarken kullandığınız ip, şerit, soba borusu, ahşap sopa, üzeri yazılmış yapışkanlı kâğıtları getirin.
  • 10.30’da başlayıp 17.00’ye kadar stüdyoda çalışacağız.
  • Bugün oluşan 6 grup yarın da birlikte çalışacak.

2. İkinci Gün

Dünyaya açılma kökeninde temsil edilemezdir.
(Merlau-Ponty, 2006)4

2.1. Toplanma

İkinci gün fakültedeki atölyede buluştuk. Tek bir kraft kâğıt yüzeyini ortak düşünme panosu haline getirdik. Bir önceki gün oynadığımız oyunların değil, tüm gün yaşadığımız deneyimin Saraçlar ile ilişkisini kurarak ve elimizdeki tüm araçları kullanarak anlatılar oluşturacağımızı konuştuk. Tahtaya bazı kelimeler yazdık: Haritalama, kolaj, ışık, gölge, maket. Photoshop gibi programları henüz bilmediklerini ifade eden öğrencilere, biz de dahil programı bilen kişilerin bilmeyenlere yardım edebileceğini ve programı bilmemenin temsil edememe nedeni olmadığını anlattık.

2.2. Çalışma ve Sergi

3. Gözlemlediklerimiz ve Bitiriş Fikirleri

Bazen oldukça basit olduğunu düşündüğümüz eylemler, olgular, kararların vs. alt metninde göründüğünden farklı bir yansıması olabilir. Oyun üretmek de, oldukça yaratıcı bir düşünsel süreci beraberinde getirmektedir. Bazen de “üretmek” eylemi tanımlandığı anda kısıtlayıcı olabilir. O halde, üretme eylemini süreç içinde bir kendiliğinden oluş olarak düşünebilir miydik? Akış.Nasıl? atölyemizi anlatırken, oyun üretilmesini istememize rağmen, öğlen yapacağımız ara tartışmaya kadar genel olarak var olan oyunları yeniden yorumladıklarını ve bunları ağırlıklı olarak başka insanları oyuna davet etmek üzerine kurguladıklarını gözlemledik. Bu süreçte oyun kurallarına müdahale etmedik ve süreci kendi kendilerine değiştirip değiştirmeyeceklerini izledik. Sonunda grupların birleşip tek bir daire etrafında tek bir oyun yaratmaya çalıştıklarını diğer Edirnelilerle birlikte şaşırarak izledik. Öğle arasında herkes yaptıklarını anlattı. Hiç tanımadıkları bir Roman çocukla, yaşlı insanların oyunlara katılma çabalarıyla, gazeteci ya da sivil polisin iletişime geçmesiyle ilgili anılar dinledik. Oyunlar arasında öteki insanlarla ilgili bol bol gözlem yapılmış olduğunu fark ettik ve bu gözlemleri konuştuk. Öğleden sonra ise, öğrencilerin mekânla kurdukları ilişkilerin artması, bu süreçte mekâna dair her şeyle etkileşimlerinin, farkındalığın değişmesi ve yeni oyunlar üretmeye başlamaları dikkat çekiciydi. Böylece farkında olarak veya olmayarak mekânsal verileri –yaya yolundaki heykeli, kentsel mobilyaları, dükkân girişlerini, yer döşemelerini, gölgeleri vs- kullandılar ve ürettikleri oyunlar ile kamusal alanı kavramaya çalıştılar.

İkinci gün tüm katılımcılar yüksek motivasyonla çalıştılar. Daha önce mimari tasarım stüdyo süreçlerinde kolaj hakkında çok katı fikirleri oluşmuş olduğunu ifade eden katılımcıların, önceden denemedikleri araçlarla ve bu araçları sorgulamaksızın kolajlar yaptığını gözlemledik. Araçlara gereğinden fazla anlam yüklemememiz, onlardan korkmamamız gerektiğini, ilk kez photoshop kullandığını mutlulukla söyleyen katılımcının “muhteşem” kolajını görünce anladık.

Kendi tasarım süreçlerimizi de düşündüğümüzde, bir fikrin üretilmesinde ve fikrin temsil edilmesinde kolektif çalışmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Atölyenin hem içinde hem dışındaki yürütücüleri olarak kolektif çalışmaktan öğrenilecek çok şey olduğunu fark ediyoruz. Bu atölyede de katılımcıların çalışma motivasyonlarının, enerjilerinin ve birazını paylaştıkları hayallerinin kolektif üretme ile ortaya çıktığını görüyoruz. Kentleri, kentlerin bir parçası olmayı, aktif yurttaşlığı ve öznelerin tanımlarının yıkılıp yeniden kurulabildiği kolektif üretimi alanımızın ayrılmaz ve keşfe açık bir parçası olarak düşünüyoruz. Dünyanın ve memleketin neresinde olursak olalım, mimarlık yapma biçimlerini düşünmeye ve sorgulamaya genç araştırmacılar olarak çoğalarak devam etmek istiyoruz.

Yürütücüler: Çağın Tanrıverdi, Gülşah Aykaç.*
Katılımcılar: Kadir Bulut, Primesa Arapi, Ebru Nur Ünal, Almera Mukoviç, Melek Gizem Çataroğlu, İpek Balcı, Habibe Şenkal, Selin Sağnak, Anıl Yılmaz, İlksen Alveroğlu, Nazlıcan Kaynar, Esra Demirci, Simay Şanlı, Damla Asan, Ecrin Kabil, Dilan İşsever, Meryem Özgür, Dilara Keser, Fatih Maksud, Ezgi İrem Taga, Demet Savranlar, Zeynep Yiğit, Özge Kırçıl, Elif Sabırlı, Süleyman Dural, Emre Onat Alagöz, Ayça Eren, Gizem Kepenek, Ecem Yıldız, Zehra Ağır, Elif Meco.

* Atölyenin gerçekleşmesinde destek olan Doç. Dr. Sennur AKANSEL’e ve Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ne teşekkür ederiz.

Kaynaklar

1 Žižek, The Sublime Object Of Ideology, London, New York: Verso, 1989.

2 Campbell, J. (2003). Yaratıcı mitoloji (çev. K. Emiroğlu). Ankara: İmge Kitabevi Yayınları. (Orjinal yayın 1994).

3 Huizinga, J. (2010). Homo ludens (çev. M. A. Kılıçbay). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.

4 Merleau-Ponty, M. (2006). Göz ve tin (çev. A. Soysal). İstanbul: Metis Yayınları. (Orjinal yayın 1964).


Etiketler

Bir yanıt yazın