Edoardo Tresoldi: “Sanat dilediğimiz her hikayeyi var edebilir”

designboom ekibinin Edoardo Tresoldi ile Ocak 2018'de yaptığı söyleşide*, sanatçı güncel projelerinden ve gelecek planlarına kadar kendisine yöneltilen soruları yanıtladı.

Designboom: Kendi işlerinizi yapmaya ilk olarak nasıl başladınız? Bu konuda bizi biraz bilgilendirebilir misiniz acaba?

Edoardo Tresoldi: Benim sanat yolculuğum ilk olarak çocukken resimle uğraşarak başladı. Daha çocukken Milanolu ressam Mario Staforini’nin kılavuzluğunda resim için çok yıllar harcadım. Skenografi, heykel ve sinema okumak için Roma’ya taşındığımda da çok sayıda teknik ve araç kullandım. Daha sonra bu araç ve teknikler benim deneyimlerim ve asıl olarak da bunu takip eden çalışmalarım için uyarıcı bir platform haline geldi.

DB: Tel örgülerle çalışmaya ilk olarak nasıl başladınız?

ET: Geçmiş günlerde, Skenograf olarak çalışırken tel örgüleri, set tasarımlarının sütrüktürü için kullanıyordum. Sonradan düşündüm ki malzemenin kendisi zaten şiirsel bir boyuta sahip, yani birbiriyle ilişkili ve yaratıcı. Bu şekilde küçük küçük başlayan bir fikir sanatsal bir çalışmaya, kendi içinde gelişen bir kariyere dönüştü. Bunun için de en yakın arkadaşlarımdan biri olan İspanyol sanatçı Gonzalo Borondo’nun teşviklerine minnettarım.

DB: Peki öncelikle şunu sormak istiyorum, sizi bu malzemeyi kullanmaya iten neydi ve bu malzemeyi kullandığınız diğer araçlarla nasıl karşılaştırıyorsunuz?

ET: Maddenin yokluk duygusunu verebilmek için malzemenin hafifliği ve potansiyeli, beni bu malzemeye çekenler içinde manevi olanları.

Ben tel örgülerin şiirselliğinde manevi öngörünün tasvirini görebiliyorum. Şu şekilde de ifade edebilirim aslında, bunu tarihle ilişkilendirdiğimizde şimdi var olmayan ama eskiden var olanın şu anki temsilini görebiliyorum.

Saydamlık aracılığıyla çevreyle kurulan doğrudan ilişkiyi de koruyabiliyorum ve bence bu şekilde ziyaretçiler için üç boyutlu deneyimin yeni bir çeşidini hazırlamış oluyorum.

Güncel olarak da, sonraki işlerim için çok sayıda endüstriyel malzeme deniyorum. Kıvrımlı metal kullanımını ilk kez Paris’te arazinin de kendine özgü bir yorumunu kattığı çalışmamı Eylül ayında hayata geçirdim.

DB: Projeleriniz çoğunlukla nelerden meydana geliyor? Genellikle ayrı parçalardan mı oluşuyor yoksa özellikle kesinlik kazanmış projelerle mi ilgileniyorsunuz ve bitmiş parçaların üzerinde kaç tane ajansınız var?

ET: Bazı çalışmalarım, mesela Basilica di Siponto ile Converge, peyzaj ile payzajın elementleri arasındaki ilişkileri araştırdığım çalışmamdan ortaya çıkanlar.

Diğerleri ise mesela “Archetype” and “Aura” iç mekan çalışmalarımdan. Bunlardan ikincisinde insanla mimarlık arasındaki bağlantı, maddenin kusuru ve ayrışması yoluyla gözler önüne serilirken, ilk proje insanın ilişkili olduğu doğa ve mimarlığın sentezinden oluşmuş tam bir bahçe.

Ama her zaman müdahelelerimi çeşitli disiplinlerle karşılaştırırım. Bunu yapmamın sebebi ise onları farklı alanlarda kavramsallaştırabilmek. Bunların hepsi benim ve birlikte çalıştığım stüdyomdaki profesyonelleşmiş ekibim tarafından gerçekleştiriliyor. Tamamen el yapımına dayanan çalışmalar, yıllarca geliştirilmiş kişisel tekniklerin bir sonucudur.

DB: Merak ettiğim şeylerden biri de şu; heykellerinizin ortaya çıkması sürecinde başlangıçtan en son noktaya gelene kadar, fiziksel ya da ruhsal sizi zorlayan etmenler nelerdir?

ET: Ben mekanların cazibesini tümüyle hissediyorum ve onlardan yansıyan potansiyeli fark ediyorum. Yapıların bir de duygusal sütrüktürleri vardır. Bir araya gelen elemanlar kendi aralarında bir dil oluştururlar ve sürekli diyalog içine girerler. İşte benim asıl ilgi alanım da, peyzajın elemanlar ile bu elemanların kendi aralarında oluşturdukları dil arasındaki ilişki. Çalışacağım alanın karakterini anlamaya ve bunun üzerinde çalışmaya her zaman haklı derecede yeterli zaman ayırırım çünkü bence bu da işin bir parçası.

DB: “Aura” hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz?

ET: Aura; kalıntıların bir yansıması, mimarlığın dönüşümü. Modern malzemeler ile klasik formların arasındaki zıtlığın vurgulandığı bir yerde hayat buluyor. Kişilikli şekilleri olan ancak yine de farklı referanslara,malzemelere ve fizikselliğe sahip iki muazzam mimariden oluşuyor. Bunlar maddeyi ve maddesizliği, mekanın doluluğunu ve boşluğunu, mimarinin hacmini ve ruhunu sembolize ediyor. Kıvrılmış metalin bir tanesi dünyevi boyutları ve zamanın geçmesi fikrini ifade ederken, tel ağların bir tanesi yokluk düşüncesiyle ilgili.

DB: Sizin işlerinizle ilgili okumalar yaptığımda dikkatimi çeken, sürekli karşıma çıkan iki kelime var. Bunlar; bir dilinin olması ve bir hikayesi olması. Bunların sizin tasarımlarınızda nasıl bir anlamı var?

ET: Güncel bir sanatçı olarak, güncel anlatımlar yakalamaya ve bunları birlikte derlemeye çalışıyorum. Benim amacım, askıya alınan tarihi aktarmak ve günümüzün olaylarından hayal edilenleri inşa etmek. Bunu konuyu direkt olarak aktararak değil de yaratıcı sürecimin bozulmasına izin vererek yapıyorum.

DB: Güncel parçalar üzerinde çalışırken kalıcı kurulumların aksine sizin süreciniz nasıl değişiyor?

ET: Aslında bu tamamen hikayeye, verilen içeriğe ve onun üstüne kurduğum diyaloğa bağlı olarak değişiyor.

“Locus” buna örnek olabilir. İtalyan müzisyen IOSONOUNCANE, Günay İtalya’nın Sapri kentinde düzenlenen festival için bir şarkı besteledi ve Locus da bu festivale ev sahipliği yapmak için ortaya çıktı. Denize ve diğer doğal unsurlarla oldukça ilişkili işitsel ve görsel bir performanstı. Bu organizasyondan sonra Sapri’nin koyu, hem bu organizasyonun en tanımlayıcı unsurlarından biri haline geldi hem de zamansal ve performatif bir değer elde etmiş oldu.

“Locus” geçici bir yaratımdı. Yaşam döngüsü tamamlandı ve yerini kendisinden önce var olan dengenin yerine bıraktı ve gitti.

DB: Sizin şu sıralar ilgilenip takip ettiğiniz ya da sizin işlerinizle ilgilenen başka sanatçılar var mı?

ET: Benim heterojen yaklaşımım çeşitli etkilerin daimi araştırmasıdır. Hayranlık duyduğum çok sayıda sanatçı var ama derseniz ki bir liste yapman gerekiyor ve sadece birkaç isim yazabilirsin. İşte o zaman, İtalyan mühendis Pierluigi Nervi ve onun yeni malzemeler üzerine yaptığı öncü deneylerden Christo’nun arazi çalışmalarına, Gregory Crewdson’ın asılı atmosferinden Anselm Kiefer’in şiirindeki değiştirilmiş maddesine kadar sayabilirim.

DB: Geleceğe dair nasıl planlar yapıyorsunuz? Bunları bizimle de paylaşabilir misiniz?

ET: Milano’da bir merkez açmayı düşünüyorum. Milano olmasının nedeni yaptığım işin farklı uygulamalarını geliştirmeme olanak tanıyan bir mekan olması. Peyzajla ilişkiye odaklanmak, bir tasarım departmantı buna ilave olarak yeni malzemeleri denemek ve en nihayetinde bütün bunları içeren bir işbiriliği oluşturmak istiyorum.

DB: Hayatınızı anlamlı kıldığına inandığınız kendinize özel bir sloganınız ya da kelimeniz var mı?

ET: Bence sanat dilediğimiz her hikayeyi var edebilir. Dünyanın bütün şiirlerini anlatabilir mesela. Sanat öyle bir alanki mantığın kendisini soyutlamasına izin veriyor ve geriye sadece anlatı rüyasının gücü kalıyor.

*https://www.designboom.com/art/edoardo-tresoldi-interview-wire-mesh-sculpture-01-08-2018/ adresindeki söyleşiden özetlenmiştir.

Etiketler

Bir yanıt yazın