ERA Mimarlık’ın Kırk Yılı

ERA Mimarlık 40. yılını Esma Sultan Yalısı'nda verdiği bir davetle kutladı.

Mimarların, sektördeki profesyonellerin ve ERA Mimarlık çalışanlarının katıldığı gece Kerem Görsev konseri ile son buldu.

40 Yılın Hikayesi

Bugün 100’e yakın çalışanıyla Türkiye’nin en üretken ve büyük ofislerinden birisi olan ERA Mimarlık’ın kurucusu Ertun Hızıroğlu ile 2009 yılında bir söyleşi yapmış, kuruluş hikayesini sormuştuk. Hızıroğlu 40 yıl önce başlayan mesleki hikayesini şu şekilde anlatmıştı:

“İlk olarak iki arkadaş. Fulya’da, Hayat Hastanesi’nin yakınlarında iki katlı bir binanın alt katında başladık. Sonra Valikonağı Caddesi’nde Vali’nin evinin yanındaki Nuri Bey Apartmanı’nın en üst katında, gayet şık bir ofise çıktık. Mimar olunca insan böyle şeylere meraklı oluyor. Gel gör ki elimizde çok iş yoktu. O nedenle bir diğer arkadaşımız olan Hasan Mingü ile mekanı paylaşıyorduk ve temizlik de dahil ofisin her işini biz yapıyorduk. Yarışma yaparken 1976 yılından sonra işler değişmeye başladı. O tarihlerde bir senede 13 yarışma projesi çizdik, bunların arasından 12’sinden derece aldık. O zamanlar daha çok yarışma vardı. Mesela hükümet konakları, hastaneler için arka arkaya yarışmalar açılırdı. İller Bankası’nın, Pamucak Sahil Bandı, İzmit Sahil Bandı gibi çok güzel yarışmaları olurdu. Almanya gibiydi bu anlamda Türkiye. Mimarlar için en iyi işveren Bayındırlık Bakanlığı’ydı. Devletle ilgili bütün yatırımlar yarışmaya çıkarılırdı. Bayındırlık Bakanlığı’ndaki görevliler de ilginç insanlardı. Kolokyumlar, küçük gruplar şeklinde, çok samimi hava içinde geçerdi, çok öğretici olurdu. İller Bankası keza öyleydi. Ahmet Menderes isimli bir yöneticisi vardı, kendisi mimardır, geniş dünya görüşü ve açık yürekliliği ile bizleri yönlendirirdi. Daha sonra özel sektör, endüstri yapıları ile işveren konumuna gelmeye başladı. Metin Hepgüler, Aydın Boysan, Doğan Tekeli, Sami Sisa hep bu işleri yapan mimarlardı. Günün birinde gazete ilanı ile mimarlara yapılan, John Deere traktör fabrikası inşaatı çağrısına biz de başvurduk. Elimizde onlara gösterebileceğimiz bir iş olmamasına rağmen görüşmeye çağrıldık. Adana’da, firmanın mühendisleri tarafından yapılan ciddi bir sınav da dahil, birkaç görüşmeden sonra 40.000 m2‘lik bu işi aldık. Basma fabrikası, dokuma fabrikası gibi Çukurova’nın diğer projeleri derken, biz o bölgede çok iş yapmaya başladık. Bu işler biraz böyledir, benzer projelerin arkası gelir. Adana’da edindiğimiz çevre dolayısıyla 1977’de bizim için dönüm noktası sayılabilecek İncirlik Askeri Üssü’nde lojman binaları proje teklifi geldi. İncirlik Üssü’nde toplantıya gittiğim gün, yeni bir iş yapma şekli ile karşı karşıya kaldım. Benim tek başıma gittiğim ilk toplantıya onlar, tüm uzmanlarıyla birlikte 14 kişi katıldılar. Konut içi emniyeti vs. gibi bizim için işin son aşamasında konuşulan, bazen de hiç konuşulmayan teknik detayları doğru aktarmak için bu kadar kalabalıklardı. Ben o zaman, bir işin iyi yapılması için baştan doğru anlatılmasının önemini kavradım. Biz işi aldıktan sonra, 1,5 senelik süreç boyunca da yaşadıklarımızdan ve gördüklerimizden çok şey öğrendik. Ayrıca mali olarak bizim için son derece tatmin edici, rüya gibi bir projeydi. 1979’un sonunda, işin durdurulduğunu ve hesapları kapatma işlemlerinden bahseden bir mektup aldık. Biz neden olduğunu düşünürken 1980 ihtilali oldu. Fakat burada önemli olan, kimsenin kimseye borçlu kalmayacağı şekilde işin ve hesapların kapatılmasıdır.

Bu arada, kazandığımız İzmit Sahil Bandı Yarışması için ben sık sık müsteşar ile görüşmek için Ankara’ya gidiyordum. Üç kez Ankara’ya kadar gidip tüm gün bekletildikten sonra görüşmeler iptal edilince ben, yarışmaya dair tüm haklarımı ortağım Fatih’e (Gorbon) devrettim ve yarışma sayfası -Zorlu’ya kadar- benim için kapanmış oldu. Gerçekçi bir yaklaşımla, klasik ticari bir anlayışla, yeniden başlayacağım işimde öncelikle kapitale ihtiyacım olduğu kararını verince her şey değişti. Sınırlı imkanlarla mimarlık yapmamayı seçtim. Her şeyimi sattım, kapital olarak ortaya koydum. O zaman için bir servet olan iki tane bilgisayar (IBM) aldım. Bu şekilde iş yapmayı hedef edindim. 1990 yılında ofisimizde 14 tane bilgisayar olmuştu. Gelin görün ki, tüm eğitimlere rağmen kimse tam olarak geçiş yapmak istemiyor, paralel cetvelden kopamıyordu. Bir Cumartesi akşamı ofisteki tüm paralel cetvelleri kaldırttım. Pazartesi günü işe gelip durumu anlayanlardan 12’si o gün hemen istifa etti. Bugün ise tekrar elle çizim yapmak için teşvik etmek zorunda olduğumuzu hissediyoruz. Bazı durumlarda, özellikle işveren ile karşı karşıya kalınan durumlarda elle çizmek son derece etkili olabiliyor.

O arada 1990’lı yılların başında Doğu Bloğu dağıldı malum. Bize de yine yabancı bir firmadan bir teklif geldi. “Estonya ve Letonya’da yapacağımız yatırımlarda yerel iş imkanlarından faydalanmak istiyoruz. Meslek adamları olarak sizden, bu ülkelerdeki inşaat sektörünü inceleyip rapor yazmanızı istiyoruz,” dediler. Nasıl yapacağımızı çok iyi bilmemekle birlikte işi kabul ettik ve yollara döküldük. Raporu teslim ettikten sonra, bu sefer bizden vaziyet planı, kat planı vs.’yi içeren bildiğimiz “proje” yerine “konsept prensipleri çalışması” istediler. Burada işin safhalara bölünebileceğini, her safhanın başkası tarafından yapılabileceğini öğrenmiş olduk. Biraz önce de anlattığım şekilde bu işlerimiz hakkında bilgi sahibi olan başka bir İngiliz firma 1991 yılında Bulgaristan’da kurmak istediği iş için gelip bizi buldu ve teknik büro olarak onlara hizmet vermemiz teklifini getirdi. İşin tanımında 5 sene boyunca, yine konsept prensiplerin geliştirilmesinin yanında Bulgaristan’daki meslektaşlarımıza proje bürosu kurdurma, müteahhit firması kurdurma, bizim aracılığımızla bunların işverenimize proje yapması ve 5 senenin sonunda işverene doğrudan iş yapmalarının sağlanması vardı. O iş çok başarılı bitti ve biz 18 senedir halen Bulgaristan’da iş yapıyoruz.

1980’lı yılların sonunda bir işverenimiz meslek sigortasından söz etmişti. Bizler ise böyle bir sigortayı temin etme imkanına sahip değildik. Ve ilk zorluk yurtdışındaki meslek sigortası yapan sigorta firmasından sigorta talep edince ortaya çıktı. Ve iş alma zorluğu yaratıyordu. Bu meslek alt yapısı yeterince olgunlaşmamış bir ülkede ne yazık ki iyi tasarımcı olmaz düşüncesi Türkiye’ye gelen yabancıların kafasında yer etmiş, yerli yatırımcılar ise bu modellerin etkisiyle kraldan fazla kralcı olup yatırımları için yurtdışından mimarlarla çalışmayı yeğlemişlerdi ve halen de devam etmekte. Hiç unutmam bir işveren, ben de yabancı mimarla çalışacağım demiş ve görüşmemiz sırasında gerekçe olarak da pencereden dışarı bakıp şehri göstererek: “Bu kenti mimarlar yaptı; nasıl bu mimarlara iş vereyim demişti. Doğrusu verecek bir cevap yoktu. Tabii ki yapılmış iyi ornekler her zaman vardı ancak, kötü kentleşmenin içinde kaybolup gidiyorlardı.

2000’li yıllara yaklaşınca bir takım standartlara da ihtiyacımız olduğunu gördük ve ISO belgesi almaya karar verdik. 1997’de bir senelik bir çalışmanın sonunda bu belgeyi almaya hak kazanan Türkiye’deki ilk mimarlık firması olduk. ISO 2001’in (daha sonraki dönemlerde yenilemeye devam ettiğimiz) bize hem daha organize olmayı ve hem de yurtdışındaki çalışmalarda da yönlendirici oluyordu. Yine 1997 senesinde ilk defa mesleki sigortamızı aldık ve o günden bugüne devam ettirmekteyiz.”

“Bir Vizyonun Peşinde: ERA Mimarlık’ın 40 Yılı” Sergisi

Sergi, yoğun ilgi nedeniyle 3 Şubat 2013 tarihine kadar uzatıldı. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Tek Kubbe Salonu’nda izlenebilir.

Etiketler

Bir yanıt yazın