Kentsel dönüşüm piyasa mantığına bırakıldığında yoksulların, temsil gücü olmayan kesimlerin bugüne kadar barındıkları kent bölgelerinden kazınmaları kaçınılmaz hale geliyor. Son örnek Fikirtepe
Fikirtepe de Kentsel Dönüşüm den nasibini alacaklardan. Ama Fikirtepe de farklı bir tarz uygulanıyor.
İster adına “Afet Yasası” densin, ister “Kentsel Dönüşüm Yasası” sanki bir sihirli değnek kenti yenileyecekmiş gibi sunuluyor. Oysa bir kenti eskiyince yenilenecek bir eşya gibi görmek, otomobil gibi değiştirmek pek mümkün değil. İmar hakkı vererek bütün kentin yenilenemeyeceğini azıcık da olsa hesaptan anlayan herkes bilir. Bu yeni kamusal düzenleme kentin bazı bölgelerinin spekülatörlere teslim edilmesi ve dönüşümün onlar aracılığıyla gerçekleştirilmesi anlamına geliyor.
Peki neden iktidarlar ve yöneticiler kenti böyle algılıyorlar? Nasıl oluyor da böyle bir hayal görebiliyorlar? Cevabı belli: Karar vericiler, çıkar gruplarıyla iç içeler. Hatta siyasal alan onların işgali altında. Siyasal alanda vatandaşlardan çok daha güçlü bir şekilde temsil ediliyorlar. İkincisi, kamusal müdahaleyi tanımlayan plan, proje gibi işleri gerçekleştiren yaratıcı sınıflar da çıkarlarını temsil ediyorlar ve bağımlılar. Kamusal nitelikli bir müdahalenin koşulları oluşmuyor, bağımsız kuruluşlar, STK’lar devre dışında kalıyor.
Bu durumda kent, kamu eliyle piyasa mantığına terk ediliyor. Kentsel dönüşüm piyasa mantığına bırakıldığında yoksulların, temsil gücü olmayan kesimlerin bugüne kadar barındıkları kent bölgelerinden kazınmaları kaçınılmaz hale geliyor. Bu yüzden Süleymaniye, Sulukule, Ayvansaray, Balat, Tarlabaşı gibi kentin eski semtlerinde başlatılan projelerin yarattığı sonuçlar ortada. İşte bu nedenle bu yeni yasa için hem bu sonuçları örtecek, hem de “bakın bölgede yaşayan halk da bunu istiyor” denilecek bir “pilot proje alanı” arandı. Bulunan bölge İstanbul ‘un Anadolu yakasındaki ilk gecekondu semti, Fikirtepe.
Emekçi mahallesi
Marmaray projesinin ana transfer merkezinin hemen yanıbaşında, Söğütlüçeşme’de inşa edilecek olması, E-5’e inşa edilen metro hattı ile bağlantısının tam üzerinde yer alması ile İstanbul ‘un en değerli arazilerinden biri olduğunu fark eden emlak şirketleri Fikirtepe’yi keşfettiler. Semtin yapı stoğunun niteliksizliği ve emlak değerlerinin düşük olmasının bu keşifteki payı büyük.
Sanayinin E-5 karayolu çevresinde gelişmeye başlaması, oto tamircilerinin, marangozluk, mobilyacılık, döşemecilik ve hurdacılık gibi iş kollarının bulunduğu eski Hasanpaşa semtinin yakınında Otosan fabrikası gibi sanayi tesislerinin kurulması, hemen yanıbaşına büyük bir sanayi sitesinin yapılması ile bölge hızla yerleşime açıldı.
70’lerden sonra Bağdat Caddesi’nde köşkler yıkılıp apartmanlara dönüşürken, üst sınıfların oturduğu kıyı şeridinin arkasında kalan Fikirtepe de yaşanan göçlerle büyük bir yerleşim alanına dönüştü. Oysa daha sonra yerleşime açılan ve sahilde yer almayan Göztepe, Kozyatağı, Üst Bostancı gibi semtler E-5 karayolunun bir caddeye dönüşmesi, yeni yapılan caddeler ve çevre yolları, büyük apartmanlar, alışveriş merkezleri, ofislerle üst gelir gruplarına hitap eden bir özellik kazandıysa da, Boğaz köprüsünün çevre yolunun hemen bitişiğindeki Fikirtepe’nin kuruluşundaki emekçi mahallesi olma karakteri pek değişmedi.
Fikirtepelilerin hali
Bugün Fikirtepe’nin bu “makus talihi” değişmek üzere. Emlak şirketleri mahallelilerle parsel ölçeğinde değil, yapı adası bazında anlaşıyor. Kamu görünüşte müdahale etmiyor, devreye şirketler giriyor. Bu durumda bölgede yaşayan halkın temsilcisi anlaşma imzalatan şirketler oluyor. Gelişme yalnızca ranttan pay almaya indirgeniyor. Yeni yasadan güç alan bu dönüşümde, görünüşte kamu yok. Bunun semtliler için anlamı şu: “Müteahhitlerle anlaşın, eğer anlaşmazsanız, yeni yasaya göre evleriniz kamulaştırılacak. Yani zorla elinizden alınacak. Bunun yerine kat karşılığı anlaşma yapın, yeni yapılacak binalara ortak olun.” Bu koşullarda semtlilerin parsel bazında adım atması, dönüşümü kendisinin yapması mümkün değil. Semtteki 70 yapı adasından 50’sinin sahiplerinin emlak şirketleriyle anlaştığı söyleniyor. Şirketler mülk sahipleri ile anlaşma imzalayarak, daha ortada plan, proje olmadan yapı adalarını paylaşmışlar. Yeni imar planı ile yapılaşma miktarının birkaç kat artacağı söyleniyor. Zaten Fikirtepe’nin hemen çevresinde yer alan inşaatlara bakıldığında Anadolu yakasının en büyük kentsel dönüşüm hamlesinin hızla gerçekleşmekte olduğu da görülüyor.
Fikirtepe, Kadıköy’deki hizmet sektöründe çalışanlar için işyerlerine en yakın yerleşim alanı. Restoranlarda, matbaalarda, sanayi sitelerinde, ev hizmetlerinde çalışanların büyük bölümü burada oturuyor. Ayrıca Fikirtepe yalnızca bir iskan bölgesi değil. Çok farklı faaliyet kollarında küçük üretim de var. Fikirtepe kentin Kadıköy yakasındaki en kozmopolit, çok işlevli, soylulaştırılmamış alanların başında geliyor. Yalnızca konut işlevli olarak kullanılan steril semtlere göre çok daha karmaşık bir dokuya sahip. Kentsel dönüşüm sonrası nüfus, üretim ve yerleşim dokusu bir anda değişecek. Buraya daha çok beyaz yakalıların çalıştığı ofisler gelecek. Bölgede yaşayan yoksul insanlar mülk sahibi de olsalar, yeni yaşam çevresi onların istihdam koşullarına ve komşuluk ilişkilerine uygun olmadığı için mülklerini satıp gitmek zorunda kalacaklar. Bölgede yerleşme imkanı bulan kiracıların ne olacağı ise baştan belli. Belki bir küçük kira yardımı alarak daha şimdiden evlerini boşaltmaya başlamışlar.
Ne yapılabilirdi?
Oysa yapı stoğunun bir anda yerle bir edilip yeniden inşa edilmesi yerine adım adım bir yenileme yapılabilir, bölgedeki nitelikli işgücünün istihdam olanakları bir anda yok edilmeyebilirdi. Dönüşüm daha az maliyetli ve semtliler için daha yüksek getiri sağlayacak bir biçimde olabilirdi. Fikirtepe’de daha sürdürülebilir bir kentsel dönüşüm modeli hayata geçirilebilirdi. Örneğin semtte eski binaların yanında yeni yapılmış apartmanlar var. Bu çaptaki bir dönüşümün yalnızca emlak şirketlerine bırakılması ve onların mantığı ile gerçekleşmesi ne ölçüde isabetli? Bölgede kar amacı gütmeyen kuruluşların da katılımı ile sosyal projelerin geliştirilmesi ile bu dönüşüm bölgede yaşayan insanların yaşam koşullarına daha uygun olacak bir biçimde planlanamaz mıydı? Müteahhitlerin dönüşümün ana aktörü haline getirilmesi, yerleşim politikaları açısından ne kadar doğru? Başka bir dönüşüm modeli olamaz mı?