Lütfi Bergen Asi Şehirler ve Kentsel Devrim adlı kitaplardan yola çıkarak gezi eylemlerinde asıl konuşulması gereken meseleye teorik çerçevede bir kapı aralıyor.
Ayşe Deniz Temiz’in sunuş ve tercümesiyle yayınlanan Asi Şehirler- Şehir Hakkından Kentsel Devrime Doğru adlı kitabın yayınlanmasının hemen ardından “Taksim Gezi Parkı Olayları” meydana geldi. David Harvey’in Asi Şehirler adlı kitabı kentlerde ortaya çıkan yoksulluğu “kentleşmeyle bağdaştırılan sorunlar” olmaktan öte bir perspektifle ele alıyor. Harvey’e göre kentle ortaya çıkan yeni toplumsal hareketlerin ana özelliği “proleter sınıfı gibi evrensel bir siyasi özne”ye dayanmayıp “kent işçisi” denilen çok farklı bir sınıfsal oluşumla ortaya çıkmasıdır. Gezi Parkı eylemlerinde ortaya çıkan gençliğin apolitik kimliğinden bahsedildiği de hatırlanırsa Harvey’in “prekarya”sı “tanımlanmış bir emekçi” değil. Harvey’e göre kentleşmenin kendisi yeni bir devrimci emekçi kitlesi üretmekte gecikmez. Kentleşme sürecini yönetenlerin bu sorunlu ve örgütsüz prekaryayı hesaba katması gerekmektedir. Harvey kitabının önsözünde Henri Lefebvre’nin Şehir Hakkı üzerine denemesine atıfta bulunuyor. Şehir hakkı bir takım entelektüel heves ve modalardan değil, sokaklardan, mahallelerden, ezilen insanların naçar zamanlarda yükselen yardım ve destek çığlığından doğmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerin pek çoğunda fabrikalar ya büsbütün kaybolmuştur ya da o denli azalmıştır ki klasik sanayi işçi sınıfı ortadan kalkmıştır. Kent yaşamının üretim ve idamesi için kapsamı genişlemiş iş, güvencesiz, çoğu yarı-zamanlı ve örgütsüz ucuz emeğin sırtına yüklenmiştir. Yarın ne olacağını bilmeden yaşayan bu yeni sınıf artık proleterya değil “prekarya”dır (Harvey, 2013: 34).
Henri Lefebvre’in Kentsel Devrim kitabında “toplumun bir bütün olarak kentleşmesi”nden bahsedilir. Lefebvre, kent toplumunu “sanayileşmeden doğan toplum” olarak tanımlar. Köylü yaşamına ait geleneksel topluluk dönüşüme uğrar ve köy, sanayiye- sanayi üretimine entegre olmaya başlar. Geleneksel şehir artık bir daha geri gelmeyecek şekilde sönmüştür. Bu nedenle Lefebvre kır- kent karşıtlığını da aşmaktan bahseder. Çünkü tarihsel olarak kır ve geleneksel şehir (site) birbirine karşıttır. Ancak kentsel devrimle kent kır ve geleneksel şehri kuşatmıştır. Lefebvre için kentsel mekan, eşyanın ve insanların karşı karşıya geldiği bir mübadele alanıdır. Mekanın kendisi artık alınıp satılmaktadır.
Eskiden mekanın içinde bir nesnenin, makinanın üretiminden bahsedilirken şimdi tüm mekan alım-satım konusu olarak mübadele nesnesine dönmüş durumdadır. Hakim gruplar her zaman şu veya bu özel mekanı üretmişlerse de günümüzde yeni olan şey mekanın toptan üretimidir. Şehircilik mekanın alım ve satımında dünya ölçeğinde geçerli bir esin kaynağı bulmuştur. Yapılan şey mekanı artı-değer üretimine sokmak değildir yalnızca; bilgi ve karar merkezlerine tâbi olan bir üretimin bir bütün olarak yeniden örgütlenmesini de denetler. Bu strateji, kullanıcıyı ezer, katılımcı mesken’i almakla sıradan bir sakin haline getirilir. Mekanın artı-değeri gerçekleştiren alıcısı fonksiyonuna indirgenir. Bu kapitalist bir stratejidir. Mekan üzerinde nüfuz; hümanist, teknolojik bir görünüm altında saklanır. Bu haliyle mekan düşüncesi, düşünen kişiyi ölümcül bir noktaya götürür. “Mekan hastadır” ve moral bakımdan sağlığını geri vermek için onunla (hasta mekanla) ilgilenmek gerekir. Şehircilik bu haliyle bir yanılsamadır ve sayıklama halidir. Kişiyi şizofrenleştirir ve aslında kendi hastalığını, mekan hastalığını, zihinsel sersemliğini “iyileştirme” gibi düşünür. Mekan fetişizminden söz edilmelidir. Mekan bir yaratımdır. Mekanı yaratan onu dolduranları da yaratır. Neo- kapitalist toplumda “sermaye oluşumu”nun sağlanmasında kentleşme, bu nedenle gayrımenkulün (spekülasyon- inşaat) rolüne muhtaçtır. Bu şekliyle şehircilik sınıfsal bir şehirciliktir. Onu bir kez daha tanımlamak gerekirse o organizasyon kapitalizminin üst yapısıdır ve kurduğu toplum da “güdümlü tüketime dayalı bürokratik toplum” sayılmalıdır. Şehircilik, yanılsamalı bir şekilde nötr ve siyaset dışı olarak görülen mekanın nesnesini (hedefini) oluşturan bir rasyonalitenin (kapitalist akılsallığın) aracına dönmüştür.
Geçmişte bir bütün olarak metropol sahası, sömürgeler karşısında merkez rolü oynarken kentleşme ile tahakküm bir yer (başkent) tarafından güçlendirilmekte ve yarı sömürgeye dönüşen ulusal alanın bütünü üzerinde gerçekleşmektedir. Temel çelişki kent fenomeninin içine yerleşmektedir: çelişki, iktidarın merkeziyeti/zenginlik ile prekarya arasında; yani iktidar merkezi ile periferiler, entegrasyonlar arasında yürümektedir. Zenginlik olmadan iktidar, iktidar olmadan zenginlik olmayacaktır ve bunun üretim alanı gayrımenkulün (mekanın) üretim alanıdır. Kentleşme sermayenin mekana el koymasıdır, mekana hükümran olmasıdır. Tarımın ve sanayinin ürettiği tarzda üretmez, kendisini bir “hareket” olarak ortaya koyar. Dönüştüren bir biçimdir; endüstriden ve tarımdan gelen unsurların, mesajların kodların yapısını bozar. Lefebvre, kentsel mekanın sömürgeleştirilmesine karşı bireysel yaratıcılığın ortaya çıktığı bir Kentsel Devrim’den bahseder. Bu devrimin mekanı sokaktır. Sokak ortadan kaldırıldığında kent yatakhaneye dönmüş olur. Oysa sokak devrimci eylemin gerçekleştiği mekandır. Sözün söylendiği yer, kelimelerin ve şeylerin mübadele edildiği yer sokaktır. Meta dünyası sokakta açılır; sokak bir grubun, bir öznenin oluşmasına izin vermez. Sokaklarda insanlar karşılaşmazlar, birbirine yaklaşırlar.
Harvey bu noktada Lefebvre’den ayrılır. Harvey’e göre devrimci romantizm, kendiliğinden gelişen alternatif vizyoner hareket gelip geçicidir. Mütemadi birikime dayalı kapitalist sistem, onunla bağlantılı olan sömürenler sınıfı ve devlet iktidarı yapılarıyla birlikte tasfiye edilmelidir. Şehir bağlamında ortak alanlara el konmasının başlıca yolu gayrımenkulden elde edilen rantlardır. Değeri üreten kolektif emek, bireysel değil kolektif mülkiyet hakkının temeli olmalıdır. Sorun ortak alan değil, onu çeşitli ölçeklerde üreten ve kullananlar ile şahsi çıkarları için ona el koyanlar arasındaki çelişkidedir. Harvey Kent Hakkı’ndan bahsederken kentin mübadele değerinden bahseden Lefebvre’i aşar. Kentin mübadele değerine değil kamusal mekanın mülkiyet hakkına yönelik devrimci bir pratikten bahseder.
Kapitalist kentleşme, toplumsal, siyasal, yaşamaya elverişli bir müşterek alan olan şehri kendi sınıf çıkarı adına sürekli tahrip etmektedir. Kentleşme, kentsel bir ortak alanın hiç durmadan üretilmesi ve özel çıkarların buna hiç durmadan el koyması ve bunu yok etme sürecidir. Harvey’e göre sermaye kültür endüstrisi yoluyla “rant sanatı” üretir ve “tekel” oluşturur. Mekanın ve mekansal tekellerin üretimi de birikim dinamiklerinin parçası haline getirilmektedir. Bankacılar, müteahhitler ve inşaat şirketleri birleşerek kolaylıkla bir sınıf ittifakı oluşturur. Sermaye konut ve gayrımenkullerin hem talep ve hem arzını manipüle eder ve denetler. Konut satışını sağlamak için spekülasyon yapılır ve gayrımenkulün kendi gücüyle otomatik olarak değer kazandığı yönündeki fetiş inancın diri tutulması sağlanır. Bir mülk satılır, emlak fiyatları yükselir; yükselen piyasa başkalarına da emlak satın almayı teşvik eder. Bu bir döngü ve dalaveredir.
Henri Lefebvre’nin Kentsel Devrim’i ile David Harvey’in Asi Şehirler kitabı birlikte okunduğunda Taksim Gezi Parkı hadiseleri hakkında da farklı bir perspektif elde edilebilir düşüncesindeyiz. Bu birkaç ağaç meselesi değildir; kent emekçilerinin kamusal alanları halkın siyasi alanları haline getiren demokratik mücadelesidir. Müslümanlar açısından ise David Harvey&Henri Lefebvre’nin metinleri iki açıdan önem arzediyor: 1) Antikapitalist tavır sermayenin mülk-kent üzerindeki yoğunlaşması nedeniyle kentleşme süreçleriyle ilgilenmelidir; 2) Geleneksel şehir ile küresel kente karşı çıkılabilir. Geleneksel İslam şehri kamusal mekanları mahalle, cami, bedesten, vakıf mülkü, külliye vs. gibi tasarruflarla büyütmekte-yaymakta mahrem alanı kurmakta ve kapitalist birikime izin vermemekteydi.
KENTSEL DEVRİM
HENRI LEFEBVRE
ASİ ŞEHİRLER
DAVID HARVEY