Kent akıp giden zamanın dayattığı teknik ve ihtiyaçların devreye girmesiyle oluşan proje ve kurgulara yatkın tasarlanabilir yapı, şehrin ise kendi derin, oturmuş, zamana karşı direnen bir hafızayla ve biriktirmeyle ilgili dinamikleri var.
Mimarlık eğitimi almış bir yazar olarak, şanslı olduğumu düşünüyorum. Hem yazı yazdığım gazete, hem de e-site imar inşa meselelerine genel medya içinde özel bir yer tanıyor. Taraf’ın sadece şehircilik meselelerini konu alan bir yazarı var, Ertan Altan. Dünya Bülteni ise kentsel dönüşüm etrafında sürekli söyleşiler ve yuvarlak masa toplantıları gerçekleştiriyor.
Kentsel dönüşümün bu haliyle –yeteri kadar konsensüs sağlanmadığı, yeteri kadar şehir hesaba katılmadığı için– tartışmalı bir şekilde sürdürülmesi kaçınılmaz, işin içinde büyük rantlar olduğu için de özellikle, sıklıkla değiştirilen kaldırımlar konusunda sahip olduğumuz kuşkuyla izliyoruz yıkma ve yenileme taleplerini. Dünya Bülteni söyleşisinde Korhan Gümüş’ün Gülsüm Ekinci’nin sorularına cevap verirken de dile getirdiği gibi, bu tartışmaların temel sebebi, “kent”in yapay, şehrin ise doğal mizacı. Kent akıp giden zamanın dayattığı teknik ve ihtiyaçların devreye girmesiyle oluşan proje ve kurgulara yatkın tasarlanabilir yapı, şehrin ise kendi derin, oturmuş, zamana karşı direnen bir hafızayla ve biriktirmeyle ilgili dinamikleri var. Kent söz gelimi Asya tarafının en hacimli AVM’sinin yanı sıra metrobüs hatlarını öne sürerken, şehir çeşme, diyor, Taksim’de canına kastedilen çınarlardan, Boğaz’da bozulan siluetten, bir meydana sinmiş hatıralardan, kaldırım muhabbetinden dem vuruyor.
Sadece Taksim’de kesilen çınarlar değil mesele, şehrin bir bütün olarak algılanmasına izin vermeyen bir sektörel baskıyla kentsel dönüşüm haddi aşacağı izlenimini uyandırıyor, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi…
Son örneklerden biri, Haydarpaşa Gar ve Limanı çevresinde gerçekleşecek tuhaf, manasız “dönüşüm”. O garın merdivenlerinden sadece ben koşmadım yıllarca, Orhan Kemal’in, Halit Refiğ’in, Mustafa Kutlu’nun kahramanları da koştu, Karaköy vapuruna yetişmek için.
Doğrusu bana ürpertici geliyor. Haydarpaşa’yı gözden çıkartan başka neyi çıkartmaz ki…
Bu gözükaralığın sebeplerinden en azından biri “halka hizmet” niyetidir muhakkak ki… Ancak halk da soyut bir varlık değil nihayet, şehirle birlikte gelişiyor, dal budak salıyor. Halkın bir kesimi Haydarpaşa dokusunu korumak için her pazar günü 13:00 ila 14:00 arasında gar merdivenlerinde toplanıyor.
Öyle bir zamana geldik ki kentsel dönüşüme getirilen muhafazakâr eleştiri siluet üzerinden yol alıyor, derinlere ulaşmaya yanaşmıyor asla. Oysa silueti etkileyen fazlasıyla iç dokunun oluşturduğu basınç. Derinlerde mesela otobana çıkışı olmadan yaşlanmış Sultanbeyli var, şehir içinde şehir olmaya terk edilmiş Esenler var; hep vardı.
“Bir şey, çok önemli bir şey kaybedildi içe çekilme yıllarında. O neydi? Kendi benliğini her şeye rağmen koruyabileceğine dair inanç” diye yazdım Umran’ın kentsel dönüşümü konu alan şubat sayısında yer alan “Sokakları ikinci kez yitirmek” başlıklı makalemde. Aynı sayıda yayınlanan “Kentsel dönüşüm, gentrification ve İstanbul” başlıklı yazısında Cemil Öğmen, bir yazısında Ertan Altan’ın irdelediği gibi gentrification kavramı üzerinden kurcalıyor Türkiye’deki kentsel dönüşüm telaşını, kavrama başta “soylulaştırma” olmak üzere “mutenalaştırma”, “seçkinleştirme”, “nezihleştirme”, “ehlileştirme”, “kibarlaştırma”, “burjuvalaştırma” hatta “jantileşme” gibi birbirinden farklı kelimeler ile önerilen karşılıkların hiçbirine de o kadar sıcak bakmaksızın.
Öğmen, gentrification ve daha arkasından yerleştirilmeye çalışılan söylemin farklı sosyal kültüre mensup ya da farklı aidiyetleri olan insanlar için farklı retoriklerle kendisini doğallaştırdığını yazıyor. Kentsel dönüşüm bu anlamda elden ayaktan düşürmeyi değil, buna değeceği muhakkak olan yapı ve dokuya kan vermeyi amaçlıyor olsa gerek. Oysa kavramlar ne kadar görkemli ve geniş kapsamlı olurlarsa olsunlar, önemli olan pratiğe nasıl indirgendikleri…
Haydarpaşa Garı’nın başına getirilmek istenenler kafamızı karıştırıyor doğrusu. Gar o kadar görkemli, kendinden emin ve göz önündeyken, bir yanıyla kadim ve oturmuş, aynı zamanda halkla bütünleşmişken, başından yangın geçtiği halde siluet içinde nefes almaya can atıyorken gözden çıkartılıyorsa, göze görünmeyen bina ve mahallelerin, ağaçların ve çeşmelerin, kuş yuvalarının ve derelerin başına neler neler gelmez… Haydarpaşa sadece gardan ibaret olmayan geniş bir saha, bu sahada gerçekleşmesi tasarlanan imar planı, büyük bir yolcu nüfusunun ihtiyaç ve hissiyatını hiç hesaba katmıyor.
Sanki insanlar rüzgârın önünde savrulsunlar diye “orada oturduklarına” dair işaretlerden yoksunlaştırılıyor. Hesaba katılan gerçek anlamda nedir, gentrification kavramının sunduğu türlü açıklamalardan hangisi sorularımıza cevap olabilir, biz bunları düşünürken Haydarpaşa’nın hayat damarları kurumuş olacak belki de…