Gezi Parkı Protestolarının Hukuksal Kodları Nelerdi?

Kuşkusuz geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olay, Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesiyle başlayıp, alevlenen protestolardı.

Kuşkusuz geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olay, Taksim Gezi Parkı’nda ağaçların kesilmesiyle başlayıp, alevlenen  protestolardı. Burada haklar açısından dikkat çekici olan; İnsan haklarına saygı, çevrenin korunması hakkı, düşünce ve ifade özgürlüğü, adil yargılanma hakkı ve toplantı  ve gösteri yapma haklarının kullanımı açısından sorunlu uygulamalarla  yoğun şekilde karşılaşılmış olunmasıdır.

Taksim gösterilerine konu olan olayların evveliyatını kamuoyu uzun zamandır izliyordu. Gezi Parkı,yıllardır üzerine yapılması planlanan binalarla, hükümet, belediye ve çevrecilerin gündemindeydi zaten.  Geçen yıl Topçu Kışlasını  yeniden ve bu kez kışla görünümlü  alışveriş merkezi olarak yapmak için planlar hazırlandığı yazılıp çizildi. 2 Nolu Kültür ve Tabiat varlıklarını Koruma Kurulu,  projenin 1800’lerde yapılan Topçu Kışlası’nın ‘özgün mimarisi’ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği, Gezi Parkı’nın günümüzdeki durumuna atfen “Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış” ve “İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş” diyerek projeyi kabul etmemişti. Hükümet yetkilileri bu karara rağmen’’kışla yapılacak’’ açıklaması yaptılar.Hatta Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın istifası bu kurulun kararına bağlandı.İtiraz üzerine üst kurul, 2 nolu Koruma Kurulu kararını kaldırdı. Gelinen noktada henüz bu proje hayata geçirilmese de,duyarlı çevreciler, kaldırım düzenlemesi yapılırken beş ağacın sökülmesini topçu kışlası AVM projesinin başladığı, ağaçların kesileceği olarak yorumlayıp, ağaç sökme işlemlerine karşı gösteriler düzenlemeye başladılar.Hükümetten, ”bu inşaat yapılacak” diye açıklamalar gelince, halkta  duyulan rahatsızlık bir patlamaya dönüştü.

Yanlışlar neredeydi?

Şehrin ortasında kalmış yegane yeşil alanı,sanki başka yer kalmamış gibi,halkın tepkisine aldırmadan alışveriş merkezi yapma ısrarı; çoğulcu demokrasi,çevre bilinci,şehir doğa insan ilişkileri açısından açısından bakıldığında hataydı.Zaten koruma kurulu da bunu söylüyordu. Zira, şehirlinin o bölgede yeşili görebileceği, taşradan gelenin ise kendini  en yakın hissedebileceği  yegane alan Gezi Parkı’ydı.
 
Ardından, koruma kurulu kararının,tepe yöneticileri tarafından eleştirilip,”bu iş olacak” açıklamalarından  sonra bakan da istifa edip, ilginç biçimde üst kurul tarafından neredeyse gerekçe gösterilmeksizin kaldırılması, ”üst kurullar özerk değil mi?” soruları sorulmasına neden oldu. Hatta kimi hukuk çevrelerinde, yargı kurumu olmasa da Avrupa emsallerine bakıldığında yargısal nitelikli karar veren bu tür kurullara olan güvende belirgin bir azalma olduğu dile getirildi. Zira karar, iktidar çevrelerinin ‘’reddi reddediyoruz’’söylemleri üzerine alınmıştı..
       
Hal böyle iken ve konu halen idare mahkemesinde beklerken, sorunlu bölgede ağaç kesilmesi taksirli bir provakasyondu ve elbette hataydı.Bu hatayı büyükşehir belediye başkanı sayın Topbaş olgunlukla kabul de etti.
Tüm bunların üstüne kendisini yargı ve yürütmeye karşı ifade edemediğini düşünen, ağaçların telafisi olanaksız şekilde kesilerek yok olmasını içine sindiremeyen insanların kararı protesto haklarını kullanmalarına izin verilmemesi, dahası polisin orantısız güç kullanmanın ötesine geçen müdahalesi de sorunun üzerine tüy diken bir hata oldu. Bu hatayı da sayın Başbakan dolaylı olarak kabul ediyordu.  Parkta kamp kuran, pasif direnişçi, barışçı gençlerin çadırlarının yakılıp, üzerlerine onları yaralayacak şekilde gaz bombaları atılması ise hataların en belirginiydi.
 
Müslümanlar, kurbanı keserken hayvanın bir ayağını serbest bırakırlar ki, hayvan can çekişme hakkını kullansın. Olayları bu noktaya getiren en önemli etmen kanımca, kitlelere can çekişme hakkını kullanmalarının çok görülmesidir. Bu durum, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin  9,10 ve 11. Maddelerinde düzenlenen düşünce, ifade ve  toplantı hakları açısından uzun yıllar konuşulacağa benziyor.
Burada asıl tartışılması gereken  konu, sayın Başbakan’ın yürütmeyi durdurma kararına verdiği tepkidir. Ne diyordu sayın başbakan? ‘’Beni üzen başka birşey. Nedir o? Dün bu kadar sıkıntıların olduğu bir anda idare mahkemesi bakıyorsunuz ki bir karar veriyor. Karar da çok enteresan. İdarenin savunması alınıncaya kadar yürütmenin durdurulması diyor. İdare kim? Kültür Bakanlığı. Tamam da böyle bir günde mi bunu yapıyorsun? İnşaat mı başladı? Projeyi mi ilan ettik? Şu anda bununla ilgili ihale mi yaptık? Ne oldu da sen bunu geldin dün akşam saatinde böyle bir açıklama yapıyorsun? Burada soru işaretleri doğuyor. Bu ülkede kimsenin attığı adımı bu kadar dikkati bir kenara koyarak atması doğru değil. Hele hele yargı‘’ Aslında sayın Başbakan belki de, karar ile idari işlem arasında uyum olmadığını anlatmak istiyor. İstiyor ama, yargı kararını eleştirirken kullanılan sözlerde bir korkutma okunuyor. Sayın Başbakan bu tarzı seviyor. Ama yargıçlık kıl terazilerde dengenin kurulmaya çalışıldığı hassas bir iş olunca, yürütmeden gelen bu sözler,  hortum etkisi yapıyor. Bu sözlerden sonra yürütmeyi durdurma kararına itirazı inceleyecek olan İstanbul 1.İdare Mahkemesi’nin vereceği karar ne olursa olsun tartışmalı hale gelmiştir. Oysa, devlet görevlilerinin kamuoyuna  konuşurlarken, bu tür hassasiyetleri iyi gözetmeleri  ve yargının yürütmeye karşı bağımsızlığı kavramını hatırdan çıkarmaması gerekir.
     
Öte yandan, konu ile ilgili olarak idare mahkemesinde açılmış bir dava varken, yürütme organı temsilcilerinin ısrarla ‘’Oraya inşaat yapacağız…’’ şeklindeki açıklamalarını, yargılamanın sonucunu önemsememek olarak algılamak istemiyorum.
Etiketler

Bir yanıt yazın