Aslında tasarımın son yirmi yılda aldığı hâl gayet sevimsiz. Ancak, sevimsiz hale gelen şey, hayatımızın her ânına, her noktasına nüfuz eden, mütecaviz bir kavram.
O kadar sıradanlaştı ki bu iş, yaratıcılık diye bir zamanlar baş tacı ettiğimiz bir melekeyi bile görmek istemez hale geldik. Daha doğrusu, yaratıcılık bu ise, yaratıcı olunmasın diyesi geliyor insanın. Bırakın sünepeler, yaratmayın. Bu dediğim, tasarımın birçok alanda uygulanmasını içeriyor; mimari tasarım, ürün tasarımı, ambalaj tasarımı, otomobil tasarımı vs. Guy Debord’un başlığını ödünç alıp, artık Gösteri Toplumu’ndan Tasarım Toplumu’na evrildik diyesim geliyor ve Debord’un tüm itirazlarını da içeren muhalif bir risale üretmek istiyorum, fakat bir şeyler engelliyor beni. Tasarımın düzenin işleyişine içkin olduğu gerçeğinin yanında bir başka, paralel bir işleyiş olduğu düşüncesine kapılmadan da edemiyorum. O yan koridor, tam da eski zanaatkâr fikrine açılıyor, tekhne’ye. Bugünün zıpçıktı ve nefret edilesi, haşarı tasarımlarında nesnenin biçimi öyle bir hâl alıyor ki, zannedersiniz ki nesnenin hiçbir işlevi yok. Nesnenin biçimi üzerindeki sözümona özgür tasavvur, nesnenin işlevini de tamamen yok etme yolunda ilerliyor.
Oysa şunu biliyoruz, bir iskemle, temelde üzerine oturmak içindir. Bir ev, içinde rahat ve mutlu olmak için. Bunların ilginç olmaları, bu işlev yok olmadığı sürece kabul edilebilir. Bunlara hatta güzel bile diyebiliriz.
Devam edersek: Bir kitap, okunmak içindir. Bir katalog, en iyi biçimde işleri sergilemek için; bir afiş, içeriğini en çarpıcı biçimde aktarır. Ya da bunların öyle olması beklenir. Beklenirdi demem gerekir, çünkü artık pek böyle olmuyor.
Tüm bunları Bülent Erkmen’den söz edebilmek için yazdım. Tanıdıklarının deyimiyle Erkmen, işte tam da o yan koridorun insanıdır. Seri üretime, endüstriyel tasarıma, biçim için işlevden vazgeçme saçmalığına hiç ama hiç prim vermez. Reklamdan koşarak kaçmış olmasını anlamaya çalışmak gerekir. Daha yapılmadı. Hatta, Erkmen’in işleri üzerine kimse şöyle derinlemesine bir kavrama çabasına da girmedi. Oysa o, mesela, bir kitabın okunması için tasarlandığını iyi bilir. O kitap en iyi nasıl okunacaksa, en iyi nasıl görünecekse ona göre tasarlar; yaptığı kitap tasarımında biçim içeriğin önüne geçmez, onu engellemez. Bu, en azından kitap şıkkında, Erkmen’in eski ustalardan öğrendiği bir bilgidir; bu, tipografinin olanaklarının test edilmesi, uçlara gidilmesi, ama kadim bilgiye de hürmet edilmesi demektir. Cağaloğlu çocuğudur o, kurşun hurufatın karşısında terleyenlere hürmet eder; ama hurufatı eline alır ve onlarla sihirbazlık gösterileri yapmak ister: Okur üfler o harflere.
Erkmen’in “uçtuğunu” çok söylerler; uçuyorsa, bu onun bileceği iştir: Ama uçsa bile, çıkan nesne, o nesne olmaktan uzaklaşmaz. Afişse bu, hem içeriğiyle bildirir, hem biçimiyle. Erkmen, çağdaş sanatın hemen dibinde, yanı başında, yamacındadır. Bilir o suları, ama çağdaş (hatta en çağdaş) sanatın ve sanatçının kendisinin karasularından biraz fazla açılıp boğulma tehlikesiyle karşı karşıya kalmak üzere olduğunu herkesten iyi bilir; o yüzden de, bıçak sırtında yürür ama ne ikiye bölünür ne de dengesini kaybeder. O ve sanatçı şahsiyeti yoktur. Doğru, düzgün iş vardır.
Bir de, sorumluluk sahibi insandır. Heveskârların ve isyankârların hep yanındadır; bir sürü genç yayınevine, şaire tasarım yapmıştır, bilâbedel. Kırmaz kimseyi parası yok diye, geri çevirmez. Ama çirkinliğe, haksızlığa, sorumsuzluğa ve düzeysizliğe kayılırsa, o yoktur; çekiliverir. Küser hatta.
Elinizde tuttuğunuz gazetenin son hali de onun elinden çıkma; bizlere sarı sarı bakan uzaylı köşe yazarları onun eseri. Ama Taraf, bu ülke için, bir parça da uzaylılığı temsil etmez mi? Bence düşünmüştür bu uzaylı meselesini.
Bülent Erkmen: Totemi koca bir tipografi atölyesi: Diz dizebildiğin kadar.
2 yorum
Grafik tasarım deyince benim aklıma eğlence gelir. Müzik gibi resim gibi duyguların yansımasıdır. İnsan hiç bir zaman aynı ruh halini yansıtmaz mutlaka bir gün keyifsiz, öbür gün mutlu, neşeli vs.. Bence Bülent Erkmen’in tasarımlarında farklı bir hissiyat alamıyorsunuz. Hep aynı ruh hali hep aynı tek düzelik. Kasvetli bir yazı okur gibi …
Bir Erkmen tasarımı bakınca anlaşılabilir, bu açıdan “tek düzelik” eleştirisi olduğu gibi olmasa da aynı çizgide devam eden tasarımlar bütürü denerek kabul edilebilir bence de.
Ancak bana sorarsanız Erkmen tasarımlarının asıl özelliği neredeyse her işinin “akıl dolu” olması. Akıl doluyu bilerek tırnak içine aldım, daha uygun ne diyebilirdim bilemediğimden. Her tasarımının iyi bir bağlamı var bence. Bu nedenle de Taraf’ın “Grafik deyince, akla, hemen onun adı gelir: Bülent Erkmen” manşetine katılıyorum. En azından benim aklıma geliyor ve zihnime gelenler son derece olumlu şeyler.
“Bülent Erkmen candır” diye daha kısa bir başlık da atabilirmiş Taraf. Hani manşet uzmanı ya 🙂